Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

YUNUS EMRE DÖNEMİ ANADOLU VE YUNUS’UN MEZARI MESELESİ?

16 Ekim 2016 - 22:54

YUNUS EMRE DÖNEMİ ANADOLU VE YUNUS’UN MEZARI MESELESİ?

NACİ YENGİN

Yunus Emre Belediyesi tarafından 10-15 Ekim 2016 tarihleri arasında Yunus Emre’nin “İşi kolay kılalım” sloganıyla “2.Uluslararası Yunus Emre Günleri” düzenlendi. Sözün başında emeği geçenleri kutluyor ve devamını diliyorum.

Geçen yıla göre daha düzenli görülen programlar çerçevesinde 14-15 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen sempozyum gelecek adına daha kalıcı eserlerin ortaya çıkarılması açısından diğer etkinliklerden daha bir önem arz etmektedir.

2. Uluslararası Yunus Emre Sempozyumuna Kazakistan, Romanya, Azerbaycan başta olmak üzere yedi yurtdışından olmak üzere yüzden fazla tebliğ sunularak gerçekleştirildi. Umarım sunulan tebliğler kitaplaştırılarak ilim dünyasına sunulur.

Yunus Emre Anadolu Türklüğü kadar Türkistan, Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlar Türklüğü için de önemli bir semboldür. Öyle ki Türkistan Türklüğünün Pir-i Türkistan Hoca Ahmet’e yüklediği anlam neyse orta, batı ve Anadolu Türk coğrafyalarında yaşayan Türklerin Yunus Emre’ye yüklediği anlam öyledir.

Türkistan Türklüğünün var olma yok olma mücadelesi verdiği dönemde adeta kurtarıcı olarak Türklerin milli kimliğinin korunmasında önemli rol oynayan bilgeler arasında Hoca Ahmet Yesevi ilk sırada yer alır.

Anadolu’nun milli ve manevi kurtuluşunda ise Yunus Emre faktörü her şeyin üstesindedir. Hoca Ahmet Yesevi’nin Türklük ve İslam aşkını kalbine yerleştirerek XIII. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’ya gelen Horasan Erenlerinden Tapduk Emre’nin dizinin dibindeki kabrinde 1321’den bu yana Anadolu nöbetini tutmaya devam eden Yunus Emre vardır.

Tabduk Emre’nin Kula Emre köyünde olduğuna dair bilgiler M. Çağatay Uluçay’ın eserinden hareketle şöyle özetlenebilir:

Yunus Emre’nin Hocası olan Tabduk Emre’nin Türbesi, Kula’nın Emre Köyündedir.

Büyük bir Türk mutasavvıfı olan, Tabduk Emre hakkında yazılı kaynaklar Tabduk Emre’nin Barak Baba, Sarı Saltuk gibi Hacı Bektaş-ı Velinin halifesi olarak göstermektedir.

Tabduk Emre miladi 1200’lü yılların sonunda Manisa ili Kula ilçesi Emre köyünde yaşamıştır. Hoca Ahmet Yesevi’nin yolunda giden müritlerinden olduğu bilinmektedir.

Rivayete göre bir gün Hacı Bektaş-ı Vali Anadolu’daki erenleri yanına çağırır. Tabduk Emre “Ben nasibimi aldım” deyip davete uymaz. Fakat Hacı Bektaş’ın ısrarı üzerine dergâhına varır. Kendisine gelmeyişinin sebebi sorulur; şöyle cevap verir. “Erenler meclisinde bir gün perde aralığında el uzandı ve bize nasibimizi verdi.” der. Hacı Bektaş-ı Veli “O eli görsen tanır mısın?” der. Tabduk Emre: “Elbette tanırım. Ayasında yeşil bir ben vardı, o eli bir ordunun içinde görsem tanırım.” Diye cevap verir. O zaman Hacı Bektaş-ı Veli sağ elini Tabduk Emre’ye uzatır. Tabduk Emre o yeşil beni burada görünce, heyecanlanır ve “Tabduk Sultanım”diye bağırır. Aradığı kişinin karşısında olduğunu anlar ve o günden sonra Ermem Şeyhin adı “Tabduk Emre” olur. Tabduk aradığımı buldum anlamında kullanılmaktadır.

Yine bir rivayete göre Tabduk Emre, Saruhan Beyinin kızı Fatma Sultanı istetmek için, annesini Emre köyünden, Saruhan beyinin konağına yollar. Tabduk Emre’nin annesi, Saruhan beyinin kızı Fatma Sultanı oğlu Tabduk Emre’ye ister. Saruhan Beyi, Tabduk Emre’nin annesine oğlu kırk yük altın getirirse ancak o zaman kızını vereceğini söyler. Annesi boynu bükük olarak Emre köyüne dönüp, durumu Tabduk Emre’ye anlatır. Tabduk, annesini tekrar Saruhan beyine göndererek, beyin şartlarını kabul ettiğini bildirir. Tabduk Emre Saruhan Beyi’nin Emre köyüne gönderdiği kırk deveye, çuvallar içinde kum ve çakıl doldurarak Saruhan Beyine geri gönderir. Çuvallar Sultanın hazinesine boşaltılırken içindeki kum ve çakıllar altın olur. Bunun üzerine hayretler içinde kalan Saruhan Beyi de sözünde durarak kızı Fatma Sultanı Tabduk Emre’ye verir.

Yunus Emre hakkında söylenecek söz bitmez. Bitmemelidir.

Yunus Emre’nin ebedi istirahatgahı Manisa’da olduğu için bizlerin Yunus Emre ile ilgili 1940’lı yıllarda yapılan araştırmaların ötesine geçip Yunus Emre ve Manisa bağının her geçen gün zayıflatılmasına karşı bir şeyler yapmamız gerekmektedir.

Günümüzde Tabduk Emre Türbesi olarak anılan yapı mimari unsurlar bakımından Manisa’daki Saruhan Bey Türbesi ile büyük benzerlikler taşımaktadır. Türbe içinde ortadaki Tabduk Emre’ye, diğerleri ise aile fertlerine ait olduğu söylenen Türkiye’de 14 Azerbaycan’da ise 4 farklı yerde mezarının bulunduğu bilinmektedir. Ancak Kula Emre köyünde mezarının Tapduk Emre Türbesinin yanında olması hasebiyle gerçek mezar olduğunu söylemek mümkündür.

 Tabduk Emre Türbesinin kapısının hemen önünde, taşında balta tasviri bulunan mezarın ise Yunus Emre’ye ait olduğuna inanılmakta ve her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Tabduk Emre’nin Türbesinin hiçbir şüpheye meydan vermeyecek denli açık olan bilgiler ışığında Manisa-Kula Emre köyünde[1] olduğunu kanıtlayan pek çok delil vardır. M. Çağatay Uluçay tarafından 1943’de neşredilen “Yunus’un Mezarı” kitabı alanında ilk çalışmadır.

Bilgiler ışığında Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri’nin kurulmaya başladığı XIII. yy ortalarında Osmanlı Beyliği’nin filizlenmeye başladığı XIV. yy. ilk çeyreğinde Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir Türkmen hocası, şair bir erendir. Yunus’un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasi otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. XIII yy. ikinci yarısı, sadece siyasi çekişmelerin değil heterodoks mezhep ve inançların, Bâtıni ve Mutezile görüşlerinde yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır.

Yunus Emre’nin Moğol tehlikesi ve Selçukluların dağılma döneminde Anadolu’da kurulan pek çok beyliğin meydana getirdiği siyasi otorite boşluğu ortamında dil, inanç ve milletin öz benliğinin yaşatılması yolunda vermiş olduğu mücadele sevgi, kardeşlik ve barış mücadelesi olmuştur.

Böyle bir ortamda, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Ahmet Fakih gibi ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yunus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır.

“Risalet-ün Nushiyye” adlı eserinde verdiği bilgiler ışığında Yunus Emre M. 1240–41 yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra M. 1320–21 yılında ölmüştür. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ifadesi ile bir Türkmen hocası olan Yunus, ilim ve irfan yolunun merdivenlerini birer birer geride bırakmış 40 yıllık bir çilenin ardından “pişmiş” etkili ve benzersiz söyleyişi ile Türk dilinin ve tasavvufunun en büyük şairi olma mertebesine yükselmiştir.

Ancak ne üzücüdür ki Yunus Emre'nin Manisalı olduğu (Kula -Emre Köyü) bilgisi bilinçli olarak Fuat Köprülü ve onun takipçileri tarafından unutturulmaya çalışıldı. Bu konuda başta üniversite olmak üzere Yunus Emre ve Tabduk Emre gibi şahsiyetlerin detaylı bir şekilde araştırılması gerektiği ortadadır.

Bu anlamda 2.düzenlenen Yunus Emre Sempozyumu Yunus Emre ve Manisa konusunda bilincin yeniden oluşmasına katkı sağlayacaktır inancındayız.

NACİ YENGİN

[email protected]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] M. Çağatay Uluçay, Yunus’un Mezarı, Manisa Halkevi Yayınları, Sayı: 10,  Gediz Basımevi, Manisa 1943, s.2vd.