Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

VANİ MEHMET EFENDİ VE TÜRKLER

03 Nisan 2019 - 10:56 - Güncelleme: 03 Nisan 2019 - 17:36

Fakirin kapısında esir ne güzel

Amirin kapısındaki fakir ne kötü/Vani Mehmet Efendi(öl.1685)

 

VANİ MEHMET EFENDİ VE TÜRKLER

Erciyes Dergisi, Ocak 2019 yayınlanmıştır.

Üç asırdan fazladır İslam dünyasının içinde bulunduğu ataletin kaynağı ve bu ataletten nasıl kurtulması gerektiği konusunda ilim ve fikir sahiplerinden ziyade siyasiler konuşmuş ve icraatın başı olarak bu hakkı kendilerinde görmüşlerdir. Bu hastalığımız cumhuriyet sonrası sona ereceği yerde daha da gemi azıya alarak devam edegelmiştir!

Cumhuriyet sonrası ülkeyi yöneten kadroların özellikle milli duruşu sergileyen ilim ve fikir adamlarıyla yıldızlarının çok da barışık yaşadığı söylenemez.

Osmanlı Duraklama dönemiyle birlikte aleni hale gelen merkez-çevre çatışması Fatih Sultan Mehmet’le başlayan Türkmen-devşirme mücadelesinin devşirmeler lehine gelişmesi bu döneminde kendini kabul ettirmiş ve devşirmeler merkezi ele geçirme konusunda önemli kazanım elde etmişlerdir. Merkezle sınırlı kalmayan devşirme hâkimiyeti devletin tüm katmanlarında söz sahibi olmuş; ekonomiden medreseye, edebiyattan sanat ve kültürel anlayışa kadar yer yer Türk devlet ve millet gelenek ve anlayışlarının yerini Arap, Acem ve İsrailiyat anlayışının almasına kadar varmıştır! Söz konusu döneme kadar hâkim olan Maturidi-akılcı anlayış yerini nakilci, tevilci ve daha çok Arap ve İran menşeli tefsir-medrese anlayış ve yaşam şekline evrilmiş görünmektedir.

Milli kodlarımızı harekete geçirme ve öz benliğe dönüş hareketini başlatmak amacıyla hareket eden II. Abdülhamit’e karşı çıkanların Batılı düşünür ve devletlerle birlikte İslamcı çevreler olması dikkat çekicidir!

Atatürk’ün reformlarının bir amacı da öz benliğe yabancı olan anlayış ve hayat-düşünüş-reflekslerden kurtulma arayışı olarak görülebilir. Ancak Cumhuriyetin ilk döneminde bile eski anlayışın ne kadar dirençli olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Atatürk’ün ölümüyle yeniçerilerin devamı olarak görülebilecek anlayış ve bürokrasi geleneği hâkimiyetini devam ettirmiş görünmektedir!

Türkiye’de hala devam eden sağ, batıcı, sol, İslamcı, milliyetçilik ve muhafazakârlık, anlayışlarında Osmanlı reflekslerinin derin izleri vardır.

Osmanlı son dönem eseri olan ideolojilerin ortaya çıkışında Osmanlı sistemini elinde bulunduran ve merkezle çevreyi elinde bulunduran kitlelerin günümüze olan yansımalarını araştırmak ilginç sonuçlara gebedir!

Her fikir ve ideoloji bir anlayış ve tarihi derinliğe yaslanarak varlığını sürdürmeye çalışır. Millete ait özellikleri bünyesinde barındırmayan fikirlerin zaman içinde yok olmaya başlamasında kültürel kodlarıyla o millete hitap etmiyor olmasının etkisi büyüktür. Bu nedenle “sol” olarak kabul edilen fikir ve hayat modellerinin Türkiye gibi ülkelerde çok fazla rağbet bulmamasının altında Osmanlıdan itibaren yüzyıllardır süregelen bir merkez-çevre çatışmasını aramak hiç de yabana atılır bir düşünce değildir! “Sol” ve günümüz “Batıcı liberal” çevrelerin Yeniçeri anlayışıyla hareket ederek merkezi ele geçirmek için hangi iktidar gelirse gelsin ekonomik mevzilerini ve bürokratik güçlerini kaybetmemek amacıyla iktidar yanlısı olduklarını söylemek gerekir.

Osmanlının yıkılış evresini anlamak için Duraklama dönemini anlamak gerekir. Duraklama döneminin kodlarıyla hareket edildiğinde Osmanlının yönetim, bürokrasi, askeri, ekonomik, eğitim ve dini reflekslerinin tahlili yıkılma dönemini daha sarih bir şekilde anlamaya yardımcı olacaktır.

Osmanlı Duraklama dönemine damga vuran siyaset adamları hükümdarlar değildir! Daha çok sadrazamların ön plana çıktığı bu dönemde en çok ön plana çıkan devlet adamları dönemi Köprülüler Dönemidir. Ki, bu dönemde gerçekleştirilmek istenen ekonomik, hukuki, yönetim askeri ve sosyal kalkınma hamleleri dikkat çekicidir. Ancak Köprülüler sonrası yarıda kalan toparlanma hamleleri II. Viyana bozgunuyla yeni bir boyut kazanmış ve daha önce hiç akla getirilmeyen Batı karşısında yenilme ve Batının üstünlüğü psikolojisi Türk yönetimine, anlayışına ve askeri kadroya yerleşmeye başlamıştır. Türkler arasında yenilmişliğin travması yaşanırken Batının Türkler karşısındaki başarısı Batı zihnindeki “Yenilmez Türk” imajının kırılmaya başlamasında büyük rol oynamıştır.

Değişimlerin tepeden aşağıya değil aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşmesinin en güvenli ve kalıcı yolunun eğitim ve dinin kör, hurafe ve kalıplaşmış (din dışı) bize ait olmayan Arap, Acem, Hint, Yunan… Geleneksel anlayışlarını değiştirmekten geçtiğini bilmek gerekir! Bu anlayış dün de böyleydi bugün de böyledir.

İmam Ebu Hanife, İmam Maturidi ve Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan Türklerin kendilerine özgü ve İslam’ın ruhuna uygun din anlayışları Karahanlı, Harzemşah, Selçuklu ve Osmanlıların Yükselme devrinin sonlarına kadar devam etmiştir.

 “Ahmet Yesevî’nin açtığı tasavvufî çığır halkalar halinde Sarı Saltuk, Ahi Evren, Yunus Emre, Geyikli Baba, Somuncu Baba, Hacı Bayram Velî, Budin fethinde görev alan Gül Baba’dan günümüze kadar uzandı.”[1]

 “Ahmet Yesevî Hazretleri… İslâm’a yeni girmiş olan Türklerin, dinî inançlarını, ahlak değerlerini yükseltebilmek için Hikmet adlı sade Türkçe ile yazılmış dörtlükler bırakmıştı. Bu dörtlükler, Kur’an ve Hadislerin manâ ve ruhuna uygun manzum ve vecize hikmet manasında Türkçe sözlerdi.”[2]

Sultan Tuğrul Bey’in Abbasi halifelerini Şii Büveyhilerden koruması, Alparslan ve Melikşah dönemlerinin veziri Nizamülmülk tarafından başlatılan akılcı, Sünni anlayışa sahip Bağdat’taki Nizamiye Medreselerinin çalışmaları… Buhara, Semerkant, Merv, Belh, Horasan, Erzurum, Konya, Sivas…  Şehirlerinin ilim kültür merkezi olmaları hep İslam’ın ruhuna uygun akılcı-gelişmeci Türklerin İslam algı ve anlayışlarının eseridir.

Osman Bey’in Selçuklulardan devraldığı dini, milli hasletler üzerine kurduğu Osmanlı Devleti ve bu anlayışı devam ettirmek amacıyla 16. Yüzyıla kadar her alanda çalışmalarını sürdürmüştür.

Kâtip Çelebinin de belirttiği gibi[3] Osmanlı Duraklama döneminde gelişmelerin takip edilmesi için “Dert baş göstermeden çaresini bulmak gerekir” vecizesiyle dönemin şartlarını tahlil etme ve ıslah yolları aramaya çalışmıştır. Bu dönemde Koçi Bey, Kadı-zade Mehmet Efendi, Avni Ömer Efendi, Ayni Ali Efendi gibi ıslah çalışmaları yapılması gereken aydınlar vardır. Dönemin sonlarına doğru yetişen devlet adamı ve din âlimlerinden birisi de Vani Mehmet Efendidir.

Osmanlı devletinin ilim dünyasına hediye ettiği birçok şahsiyet vardır. Bunlardan birisi de XVI. Yüzyılın yüz akı olarak ifade edilebilecek vasıflara sahip Vani Mehmet Efendidir. Gerek şahsiyetiyle, gerek Maturidi felsefesiyle hareket edip İmam Hanefi yolunda Kur’an çalışmalarıyla hizmet etmesiyle, gerekse Hoca Ahmet Yesevi anlayışını o günden bu güne taşıyarak akıl, ilim ve medreselerde çığır açan çalışmalarıyla örnek bir şahsiyettir.

Türk-İslam Anlayışının Temsilcisi Vani Mehmet Efendi

Vani Mehmet Efendi Osmanlı Duraklama döneminin sonlarında yaşamış eğitim, bürokrasi ve dini alanlarda kendisinden bahsettirmiş önemli bir devlet adamıdır.

Van’ın Hoşap ilçesinde doğmuştur.[4]

 Osmanlı’da IV. Mehmed ve Sultan İbrahim zamanında yaşamış olan Vanî Mehmed Efendi (d. ? - ö. 1685) 17. yüzyıl Türk dünyasının yetiştirdiği seçkin bilim adamlarından biridir.[5]

IV. Mehmet Döneminin ön meşhur hocalarından birisi olarak dikkat çekmiştir. Padişahlara iman, şehzadeler hocalık yapmış, II. Viyana Kuşatmasına katılarak ordu vaizliği yapmıştır.

İstanbul Vaniköy’ü imar etmesi nedeniyle semte onun adı verilmiştir.[6]

Öğrenimini Van’da tamamladıktan sonra, Erzurum, İstanbul ve Bursa’da hocalık ve vaizlik yapmıştır. İstanbul’da “hünkâr vaizliği” ve “hâce-i sultanî” gibi görevlerde bulunmuştur.

İstanbul’da Vaniköy Camii’ni, Bursa’da Vanî Mehmed Efendi Camii’ni inşa ettirmiştir.[7]

II. Viyana Bozgunundan sonra Bursa’nın Kestel köyüne sürgün edilmiş ve burada ölmüştür. (1685)

Vani Mehmet Efendinin eserleriyle yüzyıllarca devam ede gelen Türkler hakkında olumsuz söylenti, yargı ve İsrailiyata son veren büyük bir Türk savunucusu olduğunu söylemek mümkündür.

 Vanî Mehmed Efendi’nin Türkçe olarak yazmış olduğu “Arâisü’l-Kur’ân”, “Hülâsât-üt-Tefâsîr”, “Risâle-i Mebde vel-Meâd”, “Amâl-ül-Yevm vel-Leyl” ve “Münşeat” adlı eserleri vardır.

“Vâni Mehmed Efendi,  Kaşgarlı Mahmûd ile başlayan, Türk’ün İslâmi şahsiyetine sahip çıkma geleneğinin, kendi devrindeki en büyük temsilcisi olmuştur.”[8] 

Türklerin yaradılışları gereği birçok toplumda görülen vahşi hayat tarzında yaşamadığı, aksine coğrafi şartlar, inanç ve milli hasletleri gereği gayet medeni olduğu konusunda birçok müsteşrik fikir birliği etmiştir. Vani Mehmet Efendi bu fikirleri Kur’an ayetlerinden hareketle ortaya koymuştur.

İnsanlar ve devletler fikirler gibi tanımadığına düşmandır. Kendisinden askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel… Alanlarda ileri olan toplumlara karşı önce düşmanlık daha sonra da hayranlık besleme insanın yenemediği bir psiko- sosyal durumdur. Devlet ve ideolojilere karşı olunduğu dönemlerde aleyhte mitler oluşturulur. Korku senaryoları üretilir, hikâyeler, efsaneler yazılır, söylenir. Osmanlı son döneminde Batıya karşıtlık ve hayranlık at başı gitmiş ve günümüz insanı daha çok hayranlıkla Batıyı öykünmeye başlamıştır. Her ne kadar çoğunluk Batıya öykünme ve Batıyı bir mit olarak kabul etmeye başlamışsa da milli duruşu benimseyen, dini hassasiyet taşıyan entelektüel bazı düşünce yapılarının da Batı kültür ve siyasal yapısına karşı yeni düşünce ve yaşam şekilleri oluşturduğu gözden ırak tutulmamalıdır. Bu karşı duruş tarihten günümüze uzaman süreçte son derece doğal bir milli reflekstir!

Batı ve ABD’nin baskısı ve her türlü sömürgesi halinde bulunan dünyayı yeniden yaşanır hale getirme ve kaybedilen medeniyeti geri alma şeklinde özetlenebilecek Türk-İslam dünyasında bazı entelektüellerin, dini, ekonomik ve siyasi çevrelerin çabalarının kitap dergi, gazete, TV, İnternet ve sosyal medya yoluyla yayılmaya çalışılması ve Batı karşıtlığı olgusu her geçen gün taraftar bulmaktadır.

Birkaç yüz yıldır Türk-İslam dünyasının Batıya karşı geliştirdiği önce görmeme, duymama anlayışı zamanla kabul etme, kendisiyle eşit görme ve nihayetinde onu örnek alma ve ona benzeme, öykünme şeklinde günümüze kadar gelmiştir.

Türklere karşı geliştirilen efsaneler, mitler, söylencelerde daha çok siyasi ve askeri yenilgilerin etkisi vardır. Askeri, siyasi ve ekonomik olarak Türklerden bir şekilde zarar gömüş devlet ve toplumların Türkler aleyhinde efsaneler, mitler ve dini karşıtlıklar araması yeni bir durum değildir. Bu açıdan bakıldığında İslam öncesine dayanan Türk karşıtlığından söz etmek mümkündür.

İslamiyet öncesi Türkler Çin, Roma, Sasani (İran), Yüeçi ve barbar toplumlara karşı askeri, siyasi, ekonomik ve medeni alanlarda üstünlük sağlamıştır. İslamiyet sonrası da aynı güç ve hâkimiyet devam etmiştir. Kısa zamanda İslam dünyasının siyasi liderliğini(1055) ele geçiren Selçuklular, Osmanlı’nın İstanbul ve Mısır’ın fethiyle İslam dünyasının dini ve siyasi üstünlüğünün Türklere geçmesi; Türklerin Viyana kapılarına dayanması yalnız Batıyı değil İslam dünyasında birçok çevreyi rahatsız etmiştir!

Türkler aleyhinde İslam dünyasındaki karşıtlık Hz. Osman ve Emevilere kadar götürülmektedir. Hazar ve Türgişlerin Araplara karşı mücadele etmeleri ve Arapların kültürel ve ekonomik yayılmacılığını engellemeleri bu aleyhtarlığın ilk başlangıcı sayılabilir.

Emevilerin Türkistan’da Arap yayılmacılığı ve kılıç zoru ile Araplaştırma politikasına karşı Türkler kendilerini korumuş ve milli kimlikleri bozmamışlardır.

Abbasiler döneminde devam eden Türk-Arap birlikteliği yerini karşıtlıktan ittifak ve dostluğa bırakmış ancak Bazı Arap ve Acem(İran)  çevrelerinin Türk karşıtlığı bitmemiş, daha da artmıştır. Öyle ki Türklere karşı Haçlılardan yardım isteyecek ve onlarla işbirliği yapacak kadar!

Nizamül’mülk’ün Bağdat’ta kurduğu Nizamiye Medresesi İran taassubu ve Arapların tekelci din anlayışını yıkmayı amaçlamaktadır. Ancak özellikle Arap taassubu ve İran Şiasının etkisiyle artarak devam eden Türk karşıtlında sınır tanınmamış Arap müfessirler Kur’an’ı Kerim’deki ayetleri bile Türkler aleyhinde kullanmaya kalkmışlardır! Şia mezhep taassubu Osmanlılar devrinde İki Türk devletini (Safevi Türkleri) karşı karşıya getirecek kadar ileri gitmiştir.

Yahudi ve Hıristiyan teologlar tarafından Türkler aleyhine İslamiyet öncesi ve İslamiyet’ten sonra 1700’lü yılların sonlarına kadar çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Bu çalışmalar dini çevrelerin ve kralların desteği ile ilmi bir disiplin haline gelmiş ve Oryantalizm (Şarkiyatçılkı-Doğubilimcilik) şeklinde günümüze kadar devam etmiştir. Pagan Yunan çoktanrıcılığı ile birleştirdikleri Hıristiyanlık inançlarında Türkler aleyhinde çalışmalar yapan Vatikan ve Ortodoks kiliselerinin çalışmaları maalesef birçok İslam din bilgini tarafından bazen kasıtlı bazen de bilinçsizce İslamiyet’in içine sokulmuştur!

Taberi Tefsiri, Kadı Beyzavi, İmam Khazin, İbnül Esir, Süryani Mikail, Mısırlı Şahabettin Dinuri, Asım Efendi’nin “Kamus”u, Kitab-ı Mukaddes Latince tercümesi, Tevrat’ın Ahdi Atik… Birçok İslam dini metnine kadar giren Yahudi ve Hıristiyan kanyaklı görüş İslam tefsirlerince devam ettirilmiş görünmektedir.[9]

XVII. Yüzyıl Osmanlı ilim dünyasının önde gelen isimlerinden biri olan Vânî Mehmed Efendinin Arâisü’l‐Kurʹân ve Nefâisü’l‐Furkân ve Ferâdîsü’l‐Cinân adlı başyapıtına gelinceye kadar Yahudi, Hıristiyan, Arap ve İran (Acem) kaynaklarında[10] Türkler hakkında olumuz bilgiler aktarılmaktadır. Hatta Kur’an’da Ye'cüc ve Me'cüc şeklinde anlatıla gelen bilgilerde geçenlerin Türkler olmadığını açık yüreklilikle ve İslam dünyasında ses getirecek şekilde ortaya koymuştur. Aksine Türklerin Kur’an-ı Kerim’de övülen millet olduğuna dair Kehf Suresi 83-98 ayetlerinin tefsirini yapmış[11] ve “Zülkarneyn” olarak zikredilen cihangir, Orta Asya Fatihi’nin şahsiyetini tesbit etmiştir. Vâni Mehmed Efendi, Kur’an’ı Kerim’de   “Zülkarneyn” olarak ismi geçen zâtın Türklerin ulu atası “Oğuz Han” olduğunu söylemiştir. Nitekim bu konuda aynen şöyle demektedir:

“Türkler; Kur’an’da bahsi geçen Zülkarneyn’den maksat Oğuz Han olduğunu söylerler ki, bu hususta tereddüdü mucip olacak hiçbir nokta yoktur.”[12] 

“Kur'an-ı Kerim, Zü'l-Karneyn'e yardımcı olan bu kavmin kimliğini bildirmemiştir. Fakat bazı müfessirler de, bu kavmin Türkler olduğunu söylemişlerdir. Vani Mehmed Efendi'nin yorumunda da; Türkler, Ye'cüc -ve Me'cüc- kimliğinden arındırıldığı gibi, ülkede bozgunculuk yapan Ye'cüc ve Me'cüc'e karşı Zü'l-Karneyn'in, onlarla kendi aralarına set yapmak için yardım istediği bir kavim konumuna getirilmiştir. Vani Mehmed Efendi bu noktada bir adım daha ileri atarak, 'Zü'l-Karneyn'in. Oğuz Han olduğu şeklindeki Türk tarihlerinde de yer alan 'görüşe katılmıştır.”[13]

Vani Mehmed Efendi, Türk tarihlerinde de yer alan bazı görüşleri, Kur'an tefsirine  aktarması bakımından bizce, Türk müfessirleri arasında önemli bir yere sahip olmuştur. Kendisinden önce 'bazı Türk müfessirlerinin, Türkler aleyhindeki mesnetsiz fikirleri -tefsirlerine aynen aktardıklarını da hesaba katarsak, onun bu görüşlerinin orijinalitesi daha da iyi anlaşılacaktır.[14]

Vani Mehmed Efendi Döneminde aydın çatışması

“IV. Mehmed döneminin dinî ve siyasî alanda en etkili kişilerinden biri olan Mehmed Efendi, XVII. yüzyılın dinî hayatında önemli bir yer tutan mutasavvıf-fakih çekişmesinde fakihlerin yanında yer almıştır. Mutasavvıf şair Niyâzî-i Mısrî’nin Bursa’dan Limni adasına sürülmesi, Babaeski’de bulunan bir Bektaşî tekkesinin yıktırılması, Mevlevî ve Halvetî dergâhlarının kapattırılmasından sorumlu tutulmaktadır. Niyâzî-i Mısrî, Mehmed Efendi ile olan mücadelesini bir eserine yansıtmış ve onun aleyhinde bir âyeti te’vil etmiştir. Tâhâ sûresinin 42. âyetinde geçen “ve lâ teniyâ fî zikrî” ibaresindeki “venâ” fiilinden gelen kelimenin ism-i fâilini alarak, “Benim zikrimde gevşeklik göstermeyin” anlamındaki ifadeyi, “Benim zikrimde Vanî olmayın” şeklinde yorumlamıştır. Ayrıca ebced hesabına dayanarak Vanî’nin kendisine düşman olacağını, fakat sonunda kendisinin üstün geleceğini âyetlerden çıkarmaya çalışmıştır (Ateş, s. 239). Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkan Sabatay Sevi’nin Mehmed Efendi huzurunda sorgulanması da bu dönemin önemli olaylarından biridir.”[15]

 Vani Mehmet Efendinin Türkleri anlattığını ifade ettiği ayet şöyledir:

“Ey iman edenler! Size ne oldu da “Allah yolunda hep birlikte savaşa çıkın!” denildiğinde, yerlerinize çakılıp kaldınız! Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına razı mı oldunuz? Oysa dünya hayatının yararı/hazzı, ahiretinkinin yanında pek az bir şeydir! Eğer hep birlikte savaşa çıkmazsanız, Allah sizi can yakıcı bir azap ile cezalandırır, hatta sizi yok edip yerinize başka bir kavmi de getirir! Siz, savaşa çıkmamakla O’na hiçbir zarar veremezsiniz! Allah her şeye kadirdir… Eğer siz Peygamber’e yardım etmezseniz, bilin ki kâfirler onu Mekke’den çıkarırlarken ve o, ikinin ikincisi olarak mağarada arkadaşına: “Üzülme, muhakkak ki Allah bizimledir.” derken Allah ona yardım etmişti; Allah onun kalbine güven duygusunu indirmiş ve görmedikleri ordularla onu desteklemişti! Sonuçta kâfirlerin sözünü aşağılara düşürmüş, Allah’ın sözünü ise yükseltmiştir... Allah güçlüdür, her şeyi yerli yerince yapar! Teçhizatlı ya da teçhizatsız, hep birlikte savaşa çıkın; mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihat edin! Eğer bilirseniz, bu sizin için daha iyidir.” (Tevbe,/38-41)

 Bu ayetteki “Eğer hep birlikte savaşa çıkmazsanız, Allah sizi can yakıcı bir azap ile cezalandırır, hatta sizi yok edip yerinize başka bir kavmi de getirir!” ikazı;  özellikle de  “sizi yok edip yerinize başka bir kavmi de getirir!”  uyarısı, makale sahibinin de belirttiği gibi, pek çok Arap ve Türk müfessiri tarafından tefsire konu edilmiştir.

Vani Mehmed Efendi, belki de Türklerin aleyhine yazı yazan Arap müfessirlere tepki göstererek, tefsirinde Arap milletinin yerine geçirilen toplumun Türk milleti olduğunu kendince ispat etmeye çalışmıştır.[16]

Vanî Efendi, Türk milleti karşı büyük bir sevgi beslemiş; ayrıca Hz. Peygamber’in sünnetine gönülden bağlı kalmıştır. Ancak sarayda görevli olduğu dönemde, içkinin ve tütünün yasaklanması, kahvehane, meyhane gibi mekânları kapattırması gibi kimi uygulamaları, özellikle Hıristiyanlar arasında hoşnutsuzluğa sebep olmuş ki Hammer  Vanî’yi Hristiyanların aleni düşmanı olmakla ve bağnazlıkla suçlamıştır. Ayrıca Vanî’nin tarikat ehline karşı sert tutumu ve II. Viyana hezimetinin sorumluları arasında görülmesi vb. olaylar, ona karşı toplumda nefret duygularının kabarmasına ve ırkçılık gibi kimi haksız suçlamalara maruz kalmasına sebep olmuştur. Mesela, Hammer’in eserini tercüme eden Mehmet Ata Bey, Hammer’in Vanî’nin şarap içtiği yolundaki suçlamasına, suizan demiştir.

Vani Mehmet Efendi Kadızadeler olarak bilinen ve yeni adetler, bid’atlar üreten bir geleneği başlatmakla suçlanmışlardır. Yer yer Selefiyecilik anlayışına hâkim oldukları tartışıla gelmiştir.

Tasavvuf karşıtı olmaları ve halkı tasavvuf ve tarikatlara karşı yönlendirmeleri tepkilerle karşılanmış ve Kadızadeler hakkında eleştirileri sertleştirmiştir.

Mevcut bilgiler ışığında, Vanî Mehmed Efendi’ye Türk ırkçısı demek ağır bir suçlamadır. Bunun yerine Türk milliyetçisi ifadesini kullanmak daha makuldür.[17]

Vani Mehmet Efendi ve Kadızadeler hakkında birçok eleştiri getirilse de Vani Mehmet Efendi’nin Türkler hakkında İslam dünyasındaki olumsuz yargıları ortadan kaldırmak amacıyla ortaya koyduğu çaba takdire şayandır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] A. Vehbi Ecer, “Matüridî’nin Türk Kültüründeki Yeri”, Hikmet Yurdu, İmam Matüridî ve Matürîdîlik Özel Sayısı, Yıl: 2, S.4 (Temmuz-Aralık 2009), s. 91

[2] Mustafa Kafalı, “Ahmet Yesevî, Yaşadığı Devir ve Onu Yetiştiren Çevre”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 1993, 167-168.

[3] Kâtip Çelebi, Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar(Düsturu’l-amel li-ıslahi’l halel), çev. Ali Can, Kültür ve Turizm Bak. Yay. Ank. 1982, s,18 vd.

[4] İsmail Hami Danişmend, Türklük Meseleleri, Üçüncü Baskı, İst. 1983, s.111

[5] Yasin Kılıç, “Bir Hatip Ve Eğitimci Olarak Vanî Mehmed Efendi, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri”,Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/3 Winter 2015, s. 617

[6] Danişment, a.g.e, s.111

[7] Kılıç, a.g.m, 617

[8] Zekeriya Kitapçı,Vanî  Mehmed Efendi ve Türkler” http://www.turkalemiyiz.com/asil/gundem.asp?id=481

[9] Danişment, a.g.e, s.106 vd.

[10] Celil Kiraz,Vânî Mehmed Efendiʹye  Göre Hz. Yûsuf Kıssasıʹndan Çıkarılacak Dersler ve İncelikler” Ulusal Vânî Mehmed Efendi Sempozyumu7‐8 Kasım 2009, Kestel‐BURSABildiriler Bursa, 2011

 

[11] Erdoğan Pazarbaşı, “Vani Mehmet Efedi’nin Tevbe Suresi 39. Ayetini Türklerle İlgi Kurarak Yorumlaması” http://dergipark.ulakbim.gov.tr/eruifd/article/download/5000067375/5000062590 

[12] Danişmend, age, s.113

[13] Pazarbaşı, agm, http://dergipark.ulakbim.gov.tr

[14] Pazarbaşı, agm,

[15] Pazarbaşı, Vanî Mehmed Efendi, DİA, Cilt: 28; s. 458

[16] M. Zeki DUMAN, “Editörden”,  bilimname X, 2006/1, Erciyes Universitesi İlahiyat Fakultesi s. 6vd.

[17]Yasin KILIÇ,Bir Hatip Ve Eğitimci Olarak Vanî Mehmed Efendi, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri”, As A Preacher And Educatıonalıst Vanı Mehmed Efendı’s Lıfe,Lıterary Personalıty, Works, 617-632; www.turkishstudies.net/DergiDosyalar/1189494993_%25C4%25B0%25C3%25A7indekiler-10 3%2520egt.pdf+&cd=1&hl=tr&ct=clnk&gl=tr