Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

TÜRKİYE’NİN GÖLGESİ

10 Ocak 2019 - 21:31

TÜRKİYE’NİN GÖLGESİ

Türkiye iki yüzyıldan beridir önemli bir süreçten geçiyor.

Türk medeniyetinin durdurulmuş olması bu sürecin çetin geçmesinin en önemli sebebi olarak duruyor. Verilen mücadele medeniyetin taşıyıcısı yeniden Türkler mi olacak ve medeniyet kaldığı yerden Türk hâkimiyeti ile devam mı edecek yoksa Türkleri tarih dışı yaparak Türk-İslam medeniyetine son mu verilecek?

Türkiye önemli bir sürecin içerisinde kendi yolunu belirlemeye çalışıyor.

Türkiye rol ve yol belirlemede önemli avantajlarının farkına varmaya ve bu farkındalıklarını kullanmaya çalışıyor.

Türkiye’nin son dönemde kullanmaya başladığı üstünlükleri aynı zamanda zaafları da olabilir mi? Kaygan bir coğrafya Türkiye’nin üzerinde yaşadığı bölge. Öyle bir coğrafya ki Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi devletlerin elindeyken dünyaya şekil vermiş, dünyayı yönetme potansiyelini her zaman elinde bulundurma özelliğini sürdürmüş. Ve hiçbir zaman enerjisini yitirmemiş bir coğrafya…

1923 Türkiye Cumhuriyetin kurulduğu ve emperyalizmin kol ve bacaklarından birisinin koptuğu bir yıl.

Kopan kol ve bacağın onarılması, geri getirilmesi mümkün değil üstelik! Öyleyse Batı’nın yapması gereken kol ve bacak koparan Türkiye Cumhuriyetini Batı’nın tutan eli ayağı ve gören gözü, duyan kulağı haline getirmektir!

Türkiye’yi batı adına söyleyen ve onlar adına çalışan çabalayan bir ülke haline getirmek isteyenlerin cenneti haline getirmek için içten ve dıştan çok uğraşılmadı yüzyıllardır!

Hala da bu politikalardan vazgeçilmiş değil.

Yıllar batı- doğu mücadelesinin Türkiye’ye hâkim olma mücadelesiyle geçti. Arada bir birileri çıkıp sivil inisiyatifi ele almaya ve bedenimizi, benliğimizi geri almaya kalktı ancak bu çaba boşa çıkarıldı. Halk gücünün yok sayıldığı dönemler yaşandı…

Gün geçti devran döndü. Halkın gücü yeniden hissedilir olmaya ve batının Türkiye’deki çıkarlarıyla yeni oluşturulan Türkiye vizyonunun çıkarları çatışır hale gelmeye başladı son zamanlarda. Bu aşamada batı için yapılması gereken Anadolu ayağını yeniden harekete geçirmek ve bu hareket içerisinde halkı da yanına alacak yeni bir yüzler,  yeni bir imajlarla yola devam etmek gerekiyordu.

Batının Türkiye için aradığı şahsiyetler, rol modeller öyle birileri olmalıydı ki yüzü, modelleri ve aklı Batı-İngiltere-Almanya-dönük Anadolu insanının masum ve saflığını sürdüren-tıpkı kara oğlanın, tıpkı çobanların ortaya çıkışı gibi- özellikleri bünyesinde barındırmalıydı Anadolu’nun özelliklerini.

Uzun zaman basının desteğini arkasına almış ve yakaladığı rüzgârla siyasi yelpazesini iktidar limanına taşıyabileceğine inandırılmış ve hatta buna inanabilecek kadar siyasetten uzak bir Gandi olmaya gönüllü Anadolu eri arandı durdu. Hala daha aranmaya devam ediyor.

Ve bu arama sonunda hiç kimseye inandırıcı görünmeyen bir tezgâhla kılıçlar çekildi ve denizlerin kaleleri bir bir düşürülüverdi eli kılıçlılar tarafından.

Türkiye yeni bir döneme girdi. Bu durum iç ve dış unsurlar arasında da hissedilmeye başlandı. Bundan böyle daha çok hissedilecektir.

İktidarı hedefleyen iç ve dış dinamikler mevcut iktidarın bölgede kendilerine karşı oluşturabileceği tehlikeyi sezmiş olmalılar ki bir an önce bu oyunu bozmak ve mümkün olduğunca yeni bir iktidar ve yeni bir siyesi parti ile bunun yolunu değiştirmenin telaşı içine girdiler.

Son dönemlerde duymadığımız kadar yerli Gandi efsanesi ve ismi duyulur oldu. Hem de gerçek Gandi’nin kim olduğunu bilmeden. Hem de yaratılan Gandi efsanesinin arkasını görmeden. İngilizlerle işbirliği yaparak Müslümanlara  karşı Hindistan’da Gandi’nin neler yaptığını anlatılmadan bu millete yeni bir Gandi yaratma telaşına düştüler.

Türkiye’deki kendilerine yönelik olmak üzere dinamikleri harekete geçiren çevrelerle Gandi’yi Hindistan’da harekete geçiren çevreler aynı köklerden mi beslenir hep merak konusu olmuştur?

Türkiye kendi haline bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir.

Kuşkusuz bunu düşünen bazı çevreler Türkiye’yi çevrelemek amacıyla değişik planların içine girecek ve ülkeyi kargaşadan koalisyona kadar her yolu deneyerek istikrarsızlaştırmaya çalışacaklardır.

Ancak şurası bir gerçektir ki ülke artık eski içine kapanan, dış politikada her türlü güdüme açık bir ülke değildir. Son çeyrek yüzyılda gözle görülen iç ve dış politikadaki yaşanan değişim mecrasını bulmuş ve okyanusa akmaya devam eden ırmaklar gibi gerekirse önüne gelen, engel olmaya çalışanları da götürecek tarihi, kültürel deneyime ve güce sahiptir.

İzlenen dış politika kim ne derse desin tam da Atatürk’ün koyduğu kurallar çerçevesinde yürütülmektedir.

‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’ politikası gerçek anlamda dışarıda güçlü olmak ve uluslararası dengeleri belirleyen, yön veren istikrarlı siyasi ve sosyo-kültürel yapısıyla ayakta kalan bir ülke olmakla mümkündür.

Gerçekçi, barışçı politika barışı gerektiğinde koruyup gözetecek tecrübeye-güce sahip bir Türkiye Cumhuriyetinin mevcudiyetiyle mümkündür. Bu mevcudiyet ne 1923 Genç Türkiye Cumhuriyeti ne de Osmanlı Devleti ile başlatılabilir. Bu politika âlemşümul bir medeniyetin devamı olarak oluşturula gelen yüksek bir medeniyet mirasıyla mümkündür. O da bizde mevcuttur.

Türkiye’nin mevcut dinamik yapısını görmeyen-göremeyen gözler daha çok yalpalayacak, çırpınacak ancak sonuçta bölge ve dünya barışını sağlamanın yolunun bu ülke insanı ve insanının değerlerini cemetmiş siyasi iktidarlarla, entelektüel çevrelerle mümkün olabileceğini anlayacaklardır.