Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

RAMAZAN ESİNTİSİ

06 Ağustos 2011 - 04:42 - Güncelleme: 02 Nisan 2022 - 12:23

Geçmişte yaşadığımız Ramazan aylarını, bu ay içerisinde gerçekleştirilen etkinlikleri zaman zaman aklına getirip hatırlamayanımız yoktur herhalde. Dışımızda ortaya konulan faaliyetlerin tesirinin yıllar sonra farkına varıldığının da bizim bir gerçekliğimiz olduğunu inkâr edecek kimseler olmadığı kanaatindeyim. Hatta zaman içerisinde benzeri bir lezzet veya durum ile karşılaşıldığında birden uzaklara çok uzaklara giderek bir şuur bölünmesi ile geçmişte yaşadığımız o anı çok kereler tekrar yaşarız. Etrafımızdakilerin bu kopuşu yakalamalarını geçiştirmek için ‘birden aklıma ….. Geldi’ der ya geleni anlatır onları da ardımızdan sürükleriz, ya da boş ver der kaldığımız yerden hali yaşamaya devam ederiz. Fakat aklımızın bir kısmı uzun vakitler gelenleri ağırlamak ile meşgul olur.

 

Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş söyleyişi ne kadar derin, ne kadar zengin, ne kadar ucu bucağı çizilemeyecek bir mana ile yüklü, latif bir kelime takımı olarak karşımıza çıkıveriyor. Arkada bıraktığımız bildiğimiz- bilmediğimiz vakitlerimizin içerisinde, düşününce ne çok hoş seda seslerini duyar kulaklarımız, beni de hatırla yalvarışlarının eşliğinde. Bazen zihnimizi çatlatırcasına yorsak bile, bir zerre aklımıza gelmezken, bazen testiden boşalırcasına bir yağmur sağanağı gibi dökülür dilimizden, kendiliğinden bu hoş seslenişler. Kuyruğundan tuttuğum ilk oruç aklıma geldikçe ben çocukluk günlerime coşarak- koşarak giderim. Safiyetimi kaybedişimin başlangıç noktası gibi hala karşımda durur. Hele paranın para olduğu demlerde iftar saatini iple çekişimizi, taş duvar üzerinde top sesini duyma, akabinde çıkan dumanı görme maceramızı, koşarak evlere dağılışımızı, açlığımızı- susuzluğumuzu bir kenara iterek tuttuğumuz orucu hane halkından en fazla harçlık verecek olana pazarlama mücadelemizi andıkça içim bir hoş olur. Derinlerden çıkıp gelen bu hoşluğu tarif etmek pek mümkün değil ancak benzerlerini yaşayanlar halden anlar.

 

Mahalle camimizin imamı ve müezzininin bize gösterdiği sabrı ve âlicenaplığı bu gün hatırladıkça şükran duygularımı sonsuza kadar ifade etsem yetersiz olacağını düşünüyorum. Hele sosyal hayatın bir parçası, cem olma, ibadet, Allaha yakınlaşma, tanışma, emin olma vesilesi olan namaza yönelişin ilk adımlarını dengeli veya dengesiz atan çocuklara karşı sabrımı bir kat daha artırma sebebi oluyor. Masumiyetlerin arkasından ortaya çıkan küçük olumsuzlukların ikazdan öteye varmayacak bir yol ile çözümlenmesinin daha doğru olduğuna inancımı kuvvetlendiriyor. Hele hele küçük ama cazibe merkezi oluşturacak ödüllendirmelerin mutlaka yapılması, mümkünse değiştirilerek ve süreklilik kazandırılarak yapılmasının gerekliliğine işaret etmemi adeta emrediyor. Yapılan ufak haylazlıkların soğukluk getiren rüzgâr olması yerine, içimizi ısıtan sıcak meltem dalgaları olmasına fırsat verilmeli.

 

İlk Okulda sayı saymayı taze Hayıt dallarından kesilmiş, yaklaşık on santim uzunluğundaki çubuklar ile kavramıştık. Düzineyi, Desteyi, toplamayı, çıkarmayı onlarla öğrenmiştik. Ama Hayıt çubuklarını hafızamda unutulmaz yapan bunların hiç birisi. Üzerine, yeni bir tornavida ile yerlerinden adeta söke söke, parça parça çıkartılıp dolanan; her biri renk cümbüşü olan, sarı, yeşil, kırmızı, kavuniçi, beyaz ve adlandıramadığım tonlardaki macunlarla sarmalanmış hayıt çubukları. Hala senede bir kere olsa da macun satanları görünce çocuksu bir delişmenlikle macun sardırıp yalana yalana, şekilden şekile sokarak sokaklarda dolanmak isteğini bastırmakta zorlanıyorum.

 

Mahallenin boş arsalarında kurulan Direkler arasını, telde yürüyen Boncuk İbo’yu, Senin en güzel yerin Kahverengi gözlerin türküsünü tekraren söyleyen ve söyleten gençleri, Karagöz ve Hacivat tiplemesini, Hedefteki mantarı göbeğinden vuran atıcıları, Kurulan panayırları, Salepçileri, Mısır patlatıcıları, Bozacıları, Şiracıları, Limonatacıları, Susamlı- susamsız pideyi, Nohut mayalı simit ekmeği, Dolmalık ekmeği, Üç tekerlekli tur bisikletlerini, Atlı karıncaları, Dönme dolapları, Birdir biri, Güvercin taklasını, Uzun eşeği, Söbeyi, Kaydırağı, Mukoyu, Postacıyı, Kaybetmeceyi, Arife günü pişi üleştirmeyi, İftar sofrasında yer paylaşmasını, Komşulara iftarlık ikram etmeyi, Çocuklara iftarlık dağıtmayı, bunlara dalıp kurduğum hayalleri, düş kırıklıklarımı ve hatırıma gelmeyenleri şu an akıl ettikçe geçmişin enginliklerine bir kısmını terk ettiğimizi, bir kısmını unuttuğumuzu, bir kısmını değiştirdiğimizi, fark ediyorum. Her halde sizlerde aynı hayıflanmayı yaşıyorsunuzdur.

 

Geçmişte takılıp kalmadan, geçmişi unutmadan, lezzetleri taşıyan, yenileyen, geleceği kuranlardan olabilmek ümidiyle… Hoş sedamız eksilmesin. Bıraktığımız hoşluk, her günümüz Ramazan günü olsun. 05/08/2011