Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

KOMŞULAR

10 Ekim 2012 - 11:31

 

KOMŞULAR

Çok mu gerilerde kaldı yaşadığımız dünler, yoksa biz mi unuttuk yaşadıklarımız içinde yaptığımız güzellikleri, halen yapmamız gereken güzellikleri, nerede o eski günler derken, nerede o eski komşuluklar diyenlerimizin sayısı parmak hesabına bile gelmiyor diye fark ediverdim birden.

Yaşadığımız mahaldeki yoku yoksulu biliyor muyuz diye takılı verdi birden sipsivri bir soru aklıma, lakin daha da kötüsü arkasından sökün edip geldi peşi sıra. Ne mahalli sor caddeyi, ne caddesi sor sokağı, ne sokağı sor apartmanı diye öyle bir hücum ile baş başa kaldım ki kurtar yakanı kurtarabilirsen. Oysa herkesin utancı olmalıydı, herkesi kahretmeliydi, herkes çare olmak için beyin sancıları çekmeliydi, herkes dertlenmeliydi, herkesin derdi olmalıydı. Yaşadığımız günlerin hızlı akan ırmağında bunları görmek biraz mümkün olmuyor amma durgun bir ırmağın bıraktığı terkini içinde bunları tek tek görebiliyor insan, hem de hayıflanarak hem de kahırlanarak.

Nerde bir sefalet varsa, nerde bir yoksul varsa, nerde bir tas aşa ihtiyaç duyan varsa, bulunurdu. Duyulurdu, aklı namazda olanın kulağı da ezanda olur kavlince. Doyurulurdu, atamız Bilge Kağanın çıplakları donattım, açları doyurdum hesabını verişindeki gibi. Kimseyi incitmeden, onurunu zedelemeden, mahcubiyet iklimlerine gark etmeden, yapılırdı bunlar. Komşuluk adına bir tas çorba elçi olurdu bazen, bazen bir tabak sıcak yemek, bazen fazla almışız bozulmasın bahanesi, adını ne koyarsanız koyun ama bahanenin şahanesi elimizden tutardı. Mehmet amcaya verip gel. Ayşe teyzeye annem gönderdi de, tembihleri fazla karıştırma, fazla dolaştırma ama acele şekilde yerine getir anlamını da içinde barındırarak kaldı mazide.

Bütün yüzler birbirine aşinaydı ne aşinası herkes herkesi tanır, tanıyamazsa terbiyesinden yüzler narçiçeği rengine bürünür eller terler bu zor durumdan kurtulmak için olmadık suallerin arkasına sığınılırdı. Fakir ile zengin çoğunlukla ayırt edilmezdi. Hemen hemen hepsi birbirine benzerdi. Benzemeye çalışılırdı. İnsanımız gösterişten oldukça uzak, mütevazılık libasının altında neredeyse görünmez olmaya çalışırdı. Yarış yok muydu diye soracak olanlara kocaman bir evet demek boynumuzun borcu ama bu yarışın gösteriş, alayiş, nümayiş, debdebe, şaşaa adına değil, cömertlik adına, iyilik adına, yardımseverlik adına olduğunu belirterek. İsraf toplumu olmamak adına ne varsa yapılır ve kültürel anlamda öğretilir ve gelecek nesillere aktarılırdı.

Bu mutlu zamanlar yavaş yavaş terk i diyar ettiler ufuklarımızdan, bireyi öne çıkaralım derken, toplumu feda eylediğimizi fark ettik ama nafile, ne yapsak artık geri gelmez o güzelim dünler. Yeni oyuncaklarımız bizi işgal etti. Biz kahraman edasıyla ne kadar başarılar elde ettiğimizi böbürlenerek anlattık etrafımıza, yutkunanlar oldu, susanlar oldu, fakat gerçeği söyleyenlerimiz yerine gerçeği yapmayanlarımız daha çok oldu.

Komşuları bilmez olduk ne bilmesi tanımaz olduk, bırak hal hatır sormayı, dert ortağı olmayı, derde çare olmayı, aç bi ilaç olsa bile altında- üstünde sere serpe uyur olduk. Aç gezerim kuyruğu dik gezerim sözünü gafletin belgesi yaptık her yerimizi kibir ve gurur boyasına batırdık. İrtifadan dolayı yükseklere çıkmadık, hakkı olanların hakkını çiğneyerek, haklarını esirgeyerek yüceldiğimizi, yükseldiğimizi zannettik, daha da zannediyoruz.

Bir lokma bir hırka eski bir marka olarak anılarda kaldı. Doyumsuz açlık denizine düştük, çıkamıyoruz, çıkmayı bırak çırpındıkça sahilden uzaklaşıyoruz. Devamlı ihtiyaç üretiyoruz, hem de ne ihtiyaç. Bir lira kazanmadan bin lira tüketiyoruz. İki kişi oturuyoruz kaç yüz metre evlerde, ilaveten diğerlerinde, yaz evlerinde, termal evlerde, dağ evlerinde yoksula inat, yoksula nispet edercesine.

Ekonomik kaygılarımız, yatırımlarımız, gelecek hesabımız, büyük-küçük laflarımız, dört çarpı dörtlerimiz, marka hayranlığımız, kâr gütmelerimiz, ne edep ne erkân ne saygı ne de hamiyet bıraktı ortalıkta. Trafik kuralları bile daha revaçta, kuralsızlık olsa amenna dersin eğersin başını, ne kuralsızlığı hepsi bir başka hava, hepsi bir başka biçimde komşuluk haklarının üzerinde.

Özümüzdeki güzellikleri terk ettik, yanlış örneklerden örnek işler olduk. Tüketimimize hız veriyoruz, hız kestiremiyoruz, arttıkça artıyor hiç durmadan, bütçe açık veriyor, kapatamıyoruz dengeleri yok etmeden, gözümüzü dikiyoruz yoksulun vermemiz gereken hakkına, ama onların beklemeleri de nafile çünkü artık diyoruz önce can sonra canan. Başlangıcı hoş geliyor lakin sonu felakete gidiyor. Zengin ile fakir ayrımı gittikçe fark ediliyor. Saadeti kaybettiğimizi, felaketi çağırdığımızı görmemiz gerek.

Komşuluk uçurumun kenarına dayanmış ha gitti ha gidecek. Sevgi ile saygı yürekleri kuşatmadıkça, üzerine maddenin gölgesi düşmedikçe, hal hatır sormadıkça, görünür- görünmez ayıpları örtmedikçe, eski güzellikler bulunmadıkça gidişimiz hayra olmayacak. Cevabını veremeyeceğimiz sorular artacak hatta hiç bitmeyecek. Peşine endişeler takılacak kol kola girmişçesine kaygılar kervanı uzayıp gidecek bilinmezler diyarına. Bu insanoğlu, bu Âdemoğlu, bu İslam oğlu nereye gidiyor? Neden kendi kendilerine ihanet ediyorlar? Mermer yığınlarından yapılan mezarlarda komşuluk daha mı âlâ? Reklamlar mı kandırıyor onları? Yoksa yeni kefenlerin cepleri mi var?

Bilenler beri gelsin, akıl- fikir versin, yol göstersin, örnek olsun. Bilmeyenler öğüt alsın, sır tutsun, gafletten uyansın. Son sözlerimiz bunlar, dündeki güzellikler yeniden yeşersin ise duamız olsun. Muammer AZMAK 09/10/2012