Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

GEZİYORUM II

06 Ağustos 2012 - 13:52

 

GEZİYORUM II

Ohri’de güne erkenden kahvaltı ile başladık. Göl manzaralı odanın rehavetini tava ve çırpılmış yoğurt çeşitlemesi ile devam ettirdik. Otel çıkışında tezgâhını açmış uyanık bir işportacının hanımlar tarafından uğradığı hücum, ortaya çıkan curcuna seyredilmeyi hak etti.

Ohri kalesine yapılan yolculuk meşakkatli ama zevkli idi. Kula veya Safranbolu evlerinin benzerleri cumbalı evler, daracık fakat taş döşemeli sokaklar, bakımlı ve alımlı küçük bahçeler, renk cümbüşü içindeki çiçeklerle süslenmiş pencere önleri ve balkonlar hiç yabancı olmadığımız bir manzaranın tekrarı gibiydi. Belki de rahatlığımızın kaynağı bunlardı. İnci pazarında dükkândan dükkâna koşturan hanımların görüntüleri, pazarlık yapma şevkleri buna karşılık bey efendilerin tahammüllerini zorlayan bu durum ile başa çıkma mücadeleleri dikkatli gözlerden kaçmadı.

Hevesleri kursaklarda bırakan Ohri gölünü kayıkla gezme serencamının sebebini zikretmeden geçmeyeceğim. Gezi için anlaşma yapılan ve birazdan hareket edeceğiz diye tembihte bulunan kaptanın üç beş dakika içinde kafasına taş düşmüş gibi havsalanın almayacağı bir cevap, bir bahane üretmesi komplo teorisi üretilecek kadar manidar idi. Bu muhteşem cevabı oluşturan kelimeler gurubu şöyleydi: ‘İşim var daha sonra gezdirebilirim’????

Ohri’den Kiçeva kasabasına kadar geçtiğimiz yol boyunca meşe ormanları haki rengi insana unutturacak kadar sıklık ve gürlek bir görsel ziyafet sunuyor. Yolların keskin ve çok bükümlü, dönemeçli olması tedirginliği arttırsa da trafik yoğunluğunun azlığı bu kötü düşünceleri bertaraf ediyor, rahatlamayı sağlıyor. Yol boyunca sıkça rastlanan satıcı tezgâhları, üzerlerinde satışa sunulmuş kavanozlarda ballar, ev yapımı çeşit reçeller, diğer amatör ürünler alıcılarını cezbediyor bize de Anadolu coğrafyasından anlıklar  (enstantaneler) sunuyor.

Şehre girerken saatin on bir yönünde Mayadağ ( Şar dağ ) karşımıza bütün heybetiyle dikilirken biz kasetçalardan yükselen ses ile birlikte Mayadağ’dan kalkan kazlar, al topuklu beyaz kızlar türküsünü şevkle ve birlikte sevki tabiye uyarak söyledik. Bölgeye Tekirdağ yöresinden getirilip yerleştirilen ahalinin geldikleri yerdeki Maha tepesinin adını söylerken ortasındaki (h) harfini söylememeleri ile  ma a> maya şekline geldiği söylencesi kulağımıza kadar geldi. İslam ülkelerinin bölgeye yardım elini uzattığını camilerin ve minarelerin şeklinden anlamak mümkün?

Bizler soru işaretlerimizin peşinden giderken Maya dağından kalkan kaz görmedik fakat dağdan inişe geçtiğimizde sol tarafımızda Vardar ovası bütün endamıyla göründü. Görünen yalnız Vardar Ovası değil, ona salına salına arkadaşlık eden Vardar nehri de. Bu iki alımlı güzelin arkadaşlığı nehrin ovayı terk ettiği yere kadar devam ediyor. Bu birlikteliğin büyüsüne kapılmış gibi bir süre bizde onlara eşlik ettik, kendini taştan taşa vurarak coşkun akan Vardar nehrinin üzerinden istemeyerek geçip istikamet değiştirince ayrılmak zorunda kaldık. Vardar nehrinin soğuk sularında karpuz çatlatmak isterdik ama mümkün olmadı bir hayıf olarak sinemizde taşıyacağız.

Vurotov’da nehrin kaynağını göremedik bari alabalık yiyelim diye yönlendirilen ekibimiz, yediği alabalıktan ziyade, yanındaki ekmeği daha çok konuşmak zorunda kaldı. Balığın lezzeti azlığını örttü örtmesine ama avuç içi kadar olan pide tarzı ekmeğe ödemek zorunda kaldığı bedeli hazmetmekte çok zorlandı bazılarımız, sodadan yardım almak zorunda kaldı. Üstüne otobüsle devamlı gitmek, uzaktan görmek, yanından geçmek, eklenince canlar daha fazla sıkıldı. Neyse ki Gostıvar’da Yahya Kemal Beyatlı ismini görmek mevzunun değişmesini sağlarken aynı zamanda hoş muhabbet konusu açılmasına vesile oldu, biraz da olsa kara bulutlar dağıldı.

Tetevo’da Pena nehri kıyısında günlerden sonra küçük cam bardakta, poşette olmayan demlenmiş çay içmek iyi geldi. Hele namaz vaktini bekleyen yaşı geçmiş delikanlıların muhabbeti efkârın umumisini olmasa da bir kısmını öteledi. Tadilatta olan Alaca Paşa camini yarım yamalak ziyaret etmek mümkün oldu. İçi ve dışı kök boya ile bezenmiş olan camide hayli tahribat oluşmuş, durdurmak ve aslına uygun hale getirmek için çalışmalar devam ediyor. Serseri Ali baba tekkesi görülmeye değer, iç savaşın izlerini üzerinden atmaya hayata daha sıkı bağlanmaya çalışıyor. Haydarabat babanın sevk ve idaresinde Bektaşi geleneğine bağlı olarak gönüller kazanmaya devam ediyor.

Kosova sınırından geçtikten sonra karşılama olarak da algılayabileceğimiz düğün merasimi ile karşılaştık. Davul ve klarnet ikilisinin nağmelerine ibadet şevki ile eşlik eden dedenin yaptığı figürler seyrine doyum olmayan dakikalar olarak hafızalara kazındı. Vaktin darlığı yüzünden merasimin kalan kısmını seyredememek üzücü oldu.

Yunanistan, Makedonya’dan sonra Kosova’da da dikkatimizi çeken bir hususu tekrar etmeden geçemeyeceğim. Evlerin, bahçelerin, tertip ve düzenleri özen ile itina ile yapılmış. Hemen hemen hiç metruk yer görmedim desem yalan olmaz. Biz bunu neden yapamıyoruz? Problem bizde mi? Yoksa yapılanmada takip edilen yolda mı bir yanlışlık var? Bunlar ve benzeri suallerle boğuşurken ova, dağ, bayır, köy, kasaba, şehir fark etmiyor, tertip ve düzen her yere hâkim olmuş kanaati ağırlığını arttırıyor.

Üsküp şehrinde Balkanların en büyük Amerikan konsolosluğunun olması gözlerden kaçmadı. Adeta Amerika’nın bölgede hâkimiyetinin bir nişanesi gibi duruyor. İki medrese bir hamam ve camileri ile beş yüz bin nüfuzlu bu şehirde sizi evinizde hissetmekten alıkoyan en mücbir sebep kiliseleri, Amerikan okulu olsa gerek. Güvenlik bakımından problemli bir şehir olarak adlandırılıyor. Birleşmiş milletlerin müdahalesini başlatan İngiliz Blair yerine Amerikan Clinton’ın resminin asılması, heykelinin dikilmesi garipsenecek bir durum olarak gözüküyor.

Hepsini rahmetle ve şükranla anıyoruz diye not düştüğümüz ceddimiz birinci Murat’ın makamından ayrılırken hayli hüzünlendik, kederlendik. Türbedar ailesinin sıcak samimi davranışlarının yanında adaşım Muammer’in teferruatlı bilgilendirme çabaları, etrafın bakımlı, düzenli, tertipli, temiz olması bu duygu yoğunluğunu biraz hafifletti. Mekânın ayrıntılar dikkat edilerek tanzim edilmiş olması, gelen- giden ziyaretçilerin eksik olmaması ayrılık yarasının çabuk kabuk bağlamasının sebeplerinden sayılabilir. Yüz sürdük aziz şehidin makamına/  Fatihalar,  âminler yolladık ruhaniyetine/  İftiharla, takdirle, rahmetle andık birlikte /  Bir yaz günü ziyaret ettik birinci Murat’ı kafileyle.

Görülecek pek bir şey yok diyen yol göstericiye inat Prizren bizlere çok cömert davrandı. Muhafaza ettikleri, günümüze taşıdıkları kıymetleri, birer birer önümüze çıkardı. Görülecek bir şey yok o halde neden geldik demeye fırsat bulamadan Şadırvan bölgesini bulduk. Mostar köprüsünün minyatürü köprü, düşünceleri bırak, bana bak, der gibi az uzağımızda duruyordu. Sessiz çağrıya uyduk. Köprünün başında Lumbarlı deresinin akayım mı akmayayım mı nazına ortak olduk bir süre. Dere boyunca konuşlanmış iş yerlerinin çokluğu, insanlarının sıcak ilgisi, hayat devam ediyor dercesine yaşanılan canlılık olumsuz düşüncelerin toplanan bulutlarını dağıttı.

Ünlülerin – ünsüzlerin köftecisi Alhamra’da acılı turşu salatası, çoban salatası, dilimlenmiş soğan eşliğinde midelerin bayram etmesini sağlayan köfte karışımını, ayranı tas tamam eyleyince keyfimiz yerine geldi. Lumbarlı deresinin kısık şırıltısı eşliğinde demli çaylarımızı da yudumlayınca daha bir dinç daha bir keyifli olduk. Köftenin lezzetini tarif etmem mümkün değil lakin yolu düşenlere tavsiyemiz şiddetlidir.

Bu andan sonra Prizren kazan biz kepçe misali kalesinden başlayarak Sinan Paşa Camii, Sinan paşa hamamı, Ortodoks kilisesi, Taş köprü, Saraçhane tekkesi, çarşısı demeden hayli taban teptik. Bu noktada imdadımıza Faytoncu Hüseyin amca yetişti. Laftan anlayan atı Rasputin ile bize güzel bir şehir turu ziyafeti çekti. Mahalle aralarından geçerken anlattıkları ve hayıflanmaları kıymetli birer hatıra olarak zihinlerde yer etti. Saraçhane tekkesinde Halveti tarikatının baskın özelliklerini gözlemlerken gösterilen sıcak ilgi, akşam yapılacak olan zikir meclisine aldığımız nazik davet, bilgilendirme yarışı hoş vakitlerin sayısını arttırdı. Halveti tarikatının Karahisarî silsilesinden, Alâeddin medresesinden yetişmiş pir Hüseyin efendinin kurduğu mekân beş yüz kırk senedir Balkanlarda inancımızın yaşamasına verdiği katkı ile hatırlanacak. İlk Türk öğretmen Süleyman amcanın dar zamana sığdırdığı onca bilgi, öğretme şevk ve heyecanı, sahip olduğumuz mesleğin fedakârlık ve kazanılmış iyi davranış boyutunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Dinlenme tesislerinde günün yorgunluğunu atmak için yerlerimizi alırken gün içinde yaşadıklarımızı birbirimize anlatırken mutluluk işaretlerini, zararı kara dönüştürme becerilerini görmemek mümkün değil. Olumsuzlukların hepsi Prizren’in her sokak başında karşılaştığımız çeşmelerinin temiz, katışıksız sularının talep kârlarına akışı gibi akıp gitti.

Arnavut, Türk, Sırp, Hırvat, Çingene nüfuzun bir arada yaşadığı küçük ama mutlu kasabadan ahalinin birlikteliklerinin bozulmaması dilek ve temennisiyle ayrılıp Üsküp’e doğru yola koyulduk.

Rahibe Teresa’nın ( Gonca Boyacı) memleketi ikinci Murat zamanında imar edilmeye başlanmış, devamlı bakımlı olmuş bir şehir. Murat paşa hamamı, İshak paşa hamamı, türbeler ve camiler azımsanmayacak kadar var. Sulu hamam şimdilerde resim galerisi olarak kullanılıyor, çok bakımlı olduğunu söylemeye dilim varmıyor. Üsküp’te göze takılan bir durum meydan düzenlemeleri, bu düzenlemelerde Makedon kültürün ağırlığı oldukça fazla hissediliyor. Nehrin karşı yakası adeta ötekileştirilmiş. Kral kapısı, İskender’in babası Filip’in devasa heykeli, Çar Samuel’in heykeli ve onları tamamlayan diğer çalışmalar bir köprü aralığında devam ettirilirken Türklerin yaşadığı bölgede dişe dokunur bir yenileme gözümüze takılmadı. Yirmiye yakın caminin varlığından söz edildi ancak birisinin Türk cemaatin, diğerlerinin Arnavut cemaatin devam ettiği camiler olduğu belirtildi. Hamamlardan birisi kapalı diğerinde ise Kuran kursu düzenlenmektedir. 

Makta gölünü görmek gerekli midir derseniz yolunuz düşerse mutlaka görün. Sadece serinliğinde dinlenmek için bile görülmeye değer. Yükseklik, derinlik, sessizlik, su sesi, mavi ile yeşilin muhabbeti, uyumu, tabiatın bakir hali, gölün kenarını yürüyerek dolaşma imkânı, sandalla göl gezisi, tatlı su balığı yeme keyfi, hepsini bir arada bulabileceğiniz tabiatın koynunda saklı bir köşe olarak ziyaretçilerini bekliyor. Makta kanyonun hayli uzun olduğu doğuşa kadar gidilmesinin yaklaşık bir saati bulduğu bilgisini de vermeyi unutmayalım.

Vodna dağına biz gidemedik ama giden arkadaşlarımızın anlattıklarından görülmesi gereken bir yer olduğunu söyleyebiliriz.  Teleferik marifetiyle şehri panoramik olarak görmek mümkün oluyormuş ve görselliğin çok güzel olduğu belirtildi. Ayrıca geleneksel yemekler ve diğer damak tatlarını bulabileceğiniz otantik bir yerleşim olduğu da söylendi. En önemlisi de yaz günü kıyafetiniz müsait değilse üşüyeceğinizi unutmayınız.

GEZİ

Bir yaz akşamı karar kıldık gitmeye,

Ata toprakları Balkanları görmeye,

Aceleci tavırlarımız vardı.

Belki de yerlerin belirsizliği sardı,

Yeni tanışmanın heyecanıyla,

Eller titredi, yüzler kızardı.

Her şeye rağmen yolculuk başladı.

Dinginliğin gücü Çanakkale’yi buldurdu.

Zaman zaman yol gösterici saç baş yoldurdu.

Hatır girdi araya ortalığı yatıştırdı.

Be mübarek çırpıcı gibi karıştırdı ha karıştırdı.

Kayıkçıyı seferden caydırdı,

Kaptanlara dahi her fırsatta sırtardı.

Aklı esti programı kaydırdı,

Göz gördü patronu bile yıldırdı.

Bütün olanlar gülen yüzleri soldurmadı.

Gezginler boş zamanları kendi doldurdu.

Vakit saat geldi evin yolu tutuldu.

Kalın sağlıcakla, varın sağlıcakla.

06/07/2012 Muammer AZMAK