Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

GEZİYORUM I

31 Temmuz 2012 - 19:08

 

GEZİYORUM  I

Yarım asrı geride bıraktığım hayat yolculuğunda ilk defa Anadolu coğrafyasının dışına çıkma kararı beni hayli canlandırmıştı hatta heyecanlandırmıştı. Bilmediğimiz diyarlara bildiğini zannedenlerin rehberliğinde gidecektik. Yeni yerler görmek yeni yüzlerle karşılaşmak hakikaten dikkatlerin yoğunlaşmasına ve vücut dinamizmimin artmasına vesile oldu.

Bir Temmuz gününün solgun yüzlü akşam serinliğinde Manisa Öğretmenler evi önünden başlayan yolculuğumuz, gecenin serinliğinde ve ilerleyen saatlerde Çanakkale rıhtımında ilk molasına kadar sürdü. Vapur saatinin gelmesiyle birlikte karşı tarafa hareket başladı. Gecenin karanlığı mı daha koyu yoksa Çanakkale boğazının suları mı sualinin cevabını bulmaya çalışırken karşıdan bize göz kırpmaya başlayan, adeta bana gel diyen deniz fenerinin göz alıcı ışığının büyüsü ve köpükler saçarak ilerleyen vapurun gürültüsü arasında gidip gelirken iskeleye yanaştık. Motorların birbirinden ayrı çalışma sesleri ile karaya ayak bastık.

İstikamet belli olunca hedefe koşarak gidiyor sanki insan. Saatler sonra aslında kendisinin de bir rehbere ihtiyacının olduğunu bize ispat etme yarışına giren rehberimizin pasaportlarınızı kontrol edin ve resimli sahifesi açık şekilde uzatın ikazı ile gümrük kapısında olduğumuzu fark ettik. Görevli tarafından toplanan pasaportlar, yapılan çıkış işlemleri, geçen kısa süre ve ilk defa yuvadan ayrılmanın buruk bir hüznü ile karışık yeni ayak basılan toprağın merakı yüzlere yansımıştı.

Giriş işlemleri kısa sürede bitirildi ve yad ellerde yolculuk gecenin sessizliğine muhalefet ederek devam edip kalacağımız otelde gece yarısını geçmiş bir saatte son buldu. AB destekli oto yollar hayli düzenli, güzel ve yeşillendirilmiş. Zakkumların küme küme, renk renk orta refüjde ve kenarlarda kullanılması ile hoş bir görüntü elde edilmiş. Sarı Şaban ovası görülmeye değer bir güzellikteydi. Resim çizercesine parsellenmiş arazinin bakımlı haline, teknik sulama yapılırken –yağmurlama- güneş ışıklarıyla suyun dansının ortaya koyduğu renk armonisine imrenmemek mümkün değildi. Bizde hem imrendik hem de resimledik. Filipin antik kentinin yerinde artık verimli bir ova hüküm sürüyor.

Sıra serviler misali yol boyunca servi ağaçlarının resitaline kümeler halinde zakkumlar eşlik etti. Zaman zaman kara bir delik gibi içine girenleri yutacağı vehmi veren tünellerin kara ağızlarının peş peşe gelmesi ve yol kenarlarında dikkatlerden uzak olmayacak kadar küçük Kiliseçiklerin çokluğu, yolların üzerinden aşamadığı tepelere dikilmiş haçların bolluğu, kimsesiz mekânlar olarak vergiden muaf olmak için yapılmış kilise binalarının fazlalığı merak duygusunu fazlaca körüklüyordu. Birilerine de bizi görmüyor musunuz göndermesi yaptırıyordu.

YENİ kelimesi ile karşılaşmadığımız yer yok denecek kadar az. Çünkü değişim yani mübadele ile yer değiştirenler kurdukları her yerleşim yerine Anadolu’daki isimleri getirip ismin başına da yeniyi ilave etmişler. Geçtiğimiz yolların kenarındaki tarlalarda yetiştirilen günebakanların boynu bükük hali insanı hüzünlendiriyor. İstemeden yurtlarından sökülüp atılmış insanların boynu bükük siluetlerinin meydana getirdiği kalabalıkları, yolda isteksiz giden kafileleri çağrıştırıyordu.

Daldığınız tarih derinliğinden yukarı çıkınca karşınızda yeşilin açığından kapalısına her tonunu bulabileceğiniz üzüm bağlarını, zeytinlikleri, mısır tarlalarını, ayçiçeği sıralarını buluyorsunuz ve gözlerinizi bu enginliklerde ziyadesiyle dinlendiriyorsunuz. Bağların üzerine boydan boya kaplayacak şekilde gerilmiş koruma fileleri ve bir asker intizamı içinde dimdik duran bademlikler daldığınız hülyadan sizi bir ürperti ile uyandırıyor. Biteviye karşılaştığınız minyatür kiliseler ruhani bir hava ile birlikte yolda ölenlerin hatırasını canlı tutarken sürücülerin de daha dikkatli olmasını temin ediyor, adeta bir uyarı levhası görevi görüyor. Çakıl taşlarını tel örgülere hapis etmişler ama kendi haline bırakmamışlar. Onlardan yol kenarlarına, akmayı önleyen, futbol tribünlerine benzeyen, basamak şeklinde istinat duvarları oluşturmuşlar.

İkizinin bizde olduğu söylenen şehirde ışıklı uyarı sisteminin yok denecek kadar az olması, arabalardaki düdük dediğimiz aracı hemen hemen hiç kullanmıyor olmaları, yayaya karşı takınılan hassasiyet, işgal edilmemiş kaldırımlar, karşılıklı hoşgörü, zikretmeden geçemeyeceğim özellikler. Şehrin planlamasındaki geometrik, simetrik, oran gözetimi, tamirat, tadilat, inşaat işleminin görünmezliği, kordonun insana terk edilmişliği imrenilecek durumlar olarak hafızalara yazıldı. Ne alaka kurdum bilmiyorum ama Ramo türküsünün sözleri geliverdi aklıma. Ay filizi filizi kim bilir kalbimizi / Esti bir acı rüzgâr ayırdı ikimizi.

 

Selanik’ten Kalambaka’ya giderken göz alabildiğine uzanan çeltik tarlaları üretim adına sevindirici gözükse de Sivrisinek zenginliği sebebiyle hayli düşündürücü bir durum oluşturuyor. Vardar nehrinin taşıdığı zengin alüvyonlardan oluşmuş göz alıcı bir ova haline dönüşmüş deniz Vardar Ovasında. Ovadan ayrılıp dağ yollarına sapınca AB desteksiz yollar sıkıntıları da zaman israfını da peşine takıp beraberinde getiriyor. İyi düşünelim iyi görelim kavlince bizde meşe ormanlarının biteviye uzayıp giden gümrah büyüsüne kaptırıyoruz kendimizi. Fakat geleceğin enerjisi güneş panellerinin bazı bölümlerde kolonileşmiş hallerini gözden kaçırmadan. İlk reklamcı denilse yeridir denilen İskender’in her cebe giren resmini bastırdığı paraların efkârıyla yolumuza devam ediyoruz.

Uzaktan görkemli Kalambaka kayaları seçildi gözler tarafından ama üzerindeki insan marifeti kiliseler nice sonra görüldü. Geride kalan altı kilisenin yerleri ayrı bir görkem, ayrı bir emek, ayrı bir ihtişam, ayrı bir güzellik, ayrı bir inanç abidesi olarak karşımıza çıkıverdi. Geliş yolunun sağına ve soluna bir tak oluşturacak şekilde kurulmuş olan meşe ağaçları adeta bir takım ruhu ile hareket ediyor intibaı uyandırıyor insanda. Yükseklerden ovaya inince insan bir şaşkınlık yaşıyor ama onu atlatmadan karşısına çıkan manzarayla donup kalıyor. Etrafı boşaltılmış sanki bileşik kaplar modeline benzeyen yüksek, hacimli kayaç kütleleri ile karşılaşınca şaşkınlığını gizleyemiyor. Bir kartal yuvasını andıran kiliseler ve müştemilatları. Görenleri büyüleyen bir manzara oluşturuyor. Kasabanın turizmden geçinen bir özellik kazanmasında paylarını inkâr etmek mümkün değil. İçerlerindeki resimler, minyatürler, gravürler, bütün canlılığı ile gelen ziyaretçilere kendilerini göstermek için birbiriyle yarışıyormuş hissi veriyor. Hepsi bakımlı, temiz, düzenli gibi vasıflarını söylemeye gerek bile duymuyor insan. Görevlilerin işlerini tam bir ciddiyet havasında yapmaları, bazılarının zorlayıcı tavır takınmalarını da hatırlamadan geçemiyorum. Zorlu bir yolculuk ile geliş zorlu bir yolculuk ile dönüş için değer mi sorusunu soracak olanlara inancın gücünü görmek ve insana neler yaptırdığına şahitlik etmek adına değer derim.

Manastır’dan Ohri’ye doğru rampalara sarınca otobüs, sanki yeşil bir deniz içinde kayboluyor hissine kapılıyor insan. Yeşilin tonunu ayırt etmek zor olduğu gibi ağaçların türünü belirlemekte de bayağı mahir olmak gerekir. Yüksekler, alçaklar, çukurlar, tümsekler velhasıl her yer ve yön yeşil. Yeşil hep yeşil, yemyeşil. Balkan kelimesinin bu kadar yakıştığını, müsemma teşkil ettiğini hiç düşünmemiştim fakat yakıştığını gözlerimle gördüm. Elma bahçelerinin yoğunluğu, tertibi, bakımlılığı ile yeşil deryaya ayrı bir güzellik, ayrı bir renk katıyor. Resne’yi uzaktan fark etmek bu yeşil enginlikte bayağı gayret sarf etmeyi gerekli kılıyor. Resne’nin içinden geçen yolun sağında ve solunda tanzim edilmiş bahçeli evler imrenilecek bir görkem içinde kurulmuşlar yerlerine gelene geçene tazim ve hürmette kusur etmemeye özen gösteriyorlar. İçimizden bir fısıltı Elma bahçelerini bir de çiçek açtığında gör diyor. İç çekerek hayıflanıyoruz.

Bizdeki yol kenarlarındaki istinat duvarları ağırlıklı olarak taştan veya beton bloklardan yapılmaktadır. Resne’den sonraki yollarda karşımıza çıkan istinatlar tabiatın bahşettiği yeşil duvarlar. Yeşilliklerden örülmüş sıkı, sımsıkı, uzun, upuzun güzeller olarak yol kenarlarında yerlerini almış yolcularını uğurlayan misafirperverler gibi. Yeşile boğulmak ifadesini burası için söylememde hiçbir mahsur görmüyorum. Dik kesimli yerlerde yola düşmeleri engellemek için gerilen tel dokuma ağlar tedbir olarak iyi olduğu kadar hoş bir görüntü de oluşturuyor.

Büyük, derin, eski, bakımlı, alımlı, berrak bir göl ve etrafına dağılmış ya da etrafını çevrelemiş yerleşim merkezleri ama beton yığınları değil. Ben yeşilimden ve diğer renklerden ayrılmam diyen bir beyaz hâkimiyet göze batan ilk görüntü olarak hafızalarda yerini aldı. Yalan olmasın hemen hemen evlerin tamamı beyaz fakat bahçelerdeki, balkonlardaki renk cümbüşü ışık tayfını kıskandıracak kadar güzel. Lavantalar, karanfiller, kasımpatılar, ortancalar, camgüzelleri, begonyalar,  mavişler, bazılarını ilk kez gördüğüm çiçekler birbiriyle yarış içindeler hem koku hem güzellikleriyle. Burun farkıyla kaçırdığımız festivalin kalıntısı olarak otobüsümüze aldığımız Kıbrıslı genç kızımızın keman ziyafeti adeta teselli ikramiyesi gibi geldi. Günün yorgunluğunu atmak adına saydığımız Ohri gölü kenarında yaptığımız mecburi yolculuk dinlenme makamında, duş koyunda, rehavet kodunda, yatağın temiz kollarında sonlandı. Seher vaktinde gölden gelen serin havanın peşine takıp getirdiği koku çeşitlemesi, kuş sesleri ile birlikte bizi dingin bir halde uyandırdı. Dalgaların sesi sanki gün aydın, gün aydın kelamını akortlu bir şekilde kulaklarımıza haykırıyordu. 06/07/2012  Muammer AZMAK