Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

AYRIK OTU

12 Ocak 2017 - 20:14 - Güncelleme: 12 Ocak 2017 - 21:30

AYRIK OTU

Rivayet bu ya doğru mudur bilinmez amma anlatıla gelir evvelden beri. Yedi yıl deve üzerinde çöllerde aç susuz dolaştıktan sonra mümbit bir toprak parçasına kavuşunca ‘ az daha bayılacaktım’ diye tepki veren ayrık otunun macerası. Hele azıcık nemi görmeye dursun, öyle bir tutunur ki camda yürüyen kedi misali hayretler içerisinde kala kalırsın.

Pençelerindeki kuvvet ve kudret karşısında direnecek değil toprak, kaya bile zor bulunur. Su ile öyle figürler gerçekleştirir ki görenlerin hayal iklimlerinde tufanlar oluşturur. Ne tarafa dönseniz, ne yana baksanız filiz vermiş yeşilbaşlarını karşınızda görüverirsiniz. Sesinizin ekosunda bile bittiğini zannedecek kadar ser hoş olursunuz.

Talan eylemek kastı var mıdır bilinmezliği içinde geçtiği diyarları kendinden başkalarına yurt olmaktan men eder. Bakışlarının melül mahzun tavırlarına aldananlar gaflete düşmelerinin ceremesini öyle bir öderler ki adeta kevgire döner bağırları; daima ileri, daima ileri diye atılan yaysız, gergisiz filiz oklarından. Nefes aldırmaz solundaki, sağındaki, önündeki, ardındaki bütün nebatata. Hatta kapitalist bir yaklaşım içerisinde mücadele ve rekabet geliştiremeyenlere bir gözyaşı damlası bile heba etmez.

Hedef tahtası mı zannediyor nedir karşısına çıkan paydaşlarını, anlaşılması zor lakin toprakla olan gönül bağlarını onların haberi olmadan sonlandırma becerisini gerçekleştiriveriyor. Yoldaşlarının dizlerinde derman bırakmıyor, sonra yavaşça gözlerindeki feri de alıveriyor. Merhamet iklimlerinde dokunacak bir bezi yokmuşçasına rahat bir tavır takınması, kulak ver feryadımıza, ‘bu topraklar bizim, her şeyde bizim de hakkımız var’ seslenişlerinin sömürü severlerde bulduğu aksülamel kadar kıymeti harbisi yoktur.

Kökleri, say ki sülük. Say ki ahtapot. Say ki boa yılanı. Evvela var gücü ile hayat iksirini bi tamam kendisi emiyor. Arkasından ne bulursa acımasız kolları ile sarıp sarmalıyor, nefes alamayacak bir duruma getiriyor ve ardından final, bir daha asla kendine gelemeyecek şekilde, kaburgası veya omurgası her neyi var ise çiğnenmiş sakız misali hamurlaştırıp hayatını sonlandırıyor. Gören gözlerin hayret nazarları hiç eksilmiyor, nerde o renkler, nerde renk cümbüşleri diye diye yığılıp kalıyorlar.

Sanki cüzzamlı, onu görmeyenler bir pişman ama görenler binler pişman. Hatır gönül işlerinden hiç mi hiç anlamıyor, paylaşım nedir, yardımlaşma ne, birinin elinden tutmak ne, fedakârlık nasıl bir duygu, konu-komşu, hısım-akraba, mahalleli, köylüm, hemşerim, kavramları uzay ötesinden gelen sesler kadar etkili değil bünyesinde. Varsa yoksa yaşamak, yalnız başına, kimseye aldırmadan ve acımadan kendine benzeyenleri çoğaltarak ya da üreterek yaşamak.

Bana ne diyor pirinçten, pamuktan, bamyadan, buğdaydan, susamdan, mısırdan. Kişi kendinden bilir işi kavlince ‘onların eline fırsat geçse benden farklı mı davranacaklar’ diye batıl bir suizan sahibi aynı zamanda. Ben yeşermez isem onlar yeşerirler, benimkinden daha acımasız olurlar, canıma kast ederler, böyle doğuyor içime, nafile çaba sarf etmeyin, ben bu endişeyle yaşayamam. Hemcinslerime de hayat hakkı tanıyıp kendi canıma kast edemem.

Hayatıma kast etmelerine bir anlam veremiyorum, değerlerimi ayakları altlarında çiğnediler, başlarını genç filizlerimin ezdiler, vatan dediğim topraktan söküp attılar, köklerimi kızgın güneşin insafına terk ettiler, kavruldum, yandım, öldüm, kabahatim nedir bilmeden.

İnsanoğlunun gayretlerinin yetmezliğine mi yoksa çaba harcıyorlarmış gibi davranmalarına mı yanayım? Özüme bağlılığım, köklerimden gelen yaşam gücüm, sonsuz kudrete olan inancım, renklerimin ahengiyle ben bu topraklarda yaşayacağım, beni kötü göstermeye çalışan bütün otlara inat egemenliğimi sonsuza dek sürdüreceğim. 05.01.2017 Muammer AZMAK