Kadir KESKİN

Kadir KESKİN

[email protected]

HİÇ SONUNUZU DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

14 Temmuz 2013 - 16:38

HİÇ SONUNUZU DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

 

 İnsanın sıhhatı yerinde, makamı rütbesi  ve  cebinde de parası olduğunda kendini putlaştırıyor. Şirkin üç çeşidinden biri de Kur’an-ı kerime göre insanın kendi heva ve hevesini beğenmesi ve kendini put haline getirmesi. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle dolu. Örnek mi istiyorsunuz? Okadar çok ki hangi birini yazayım.

 Bu konuda uzak tarihten bir misali, yakın tarihte gördüklerimizle bağlayalım.  Örneğin Lidya kralı Kresüs ile çağdaşı filozof Solon aynı okulun aynı sınıfında okumuşlar. Biri tarihte ilk altın para basan Lidya’nın kıralı olmuş, diğeri de çağının derbeder filozofu olmuş. Lidya kıralı arkadaşına hava atmak amacıyla filozof Solon’u   şu yakınımızda bulunan Sart’taki sarayına çağırarak tam onbeş gün sarayında misafir etmiş. Kuş sütü hariç bütün imkânlarını seferber ederek eski okul arkadaşını sarayında misafir etmiş. Onbeşgün sonra Solon  müsaade isteyerek saraydan ayrılırken Kresüs: “ Nasıl buldun durumumu” diye Solon’a sorar. Solon ise “ Sonunu görmeden bir şey diyemem” demiş ve saraydan ayrılarak derbeder hayatına devam etmiş.

Gel zaman git zaman Lidya’lılar Kıral  Krasüs zamanında  Perslerle girdiği savaşta savaşı kaybetmiş.  Ağır vergilerden bunalan ve aşırı Lüks hayatına da alerji duyan Lidyalılar ayaklanır Kıresüs sarayı terk eder tebdili kıyafet yaparak  ege sahillerine kaçar.   Bugünkü Foça yakınlarında bir mağarada yakalanan  Kıresüs  bugünkü Sart’a getirilir ve  alevleri dalga dalga yükselen ateşin  içine atılırken bağırır ”SOLON SOLON! SEN BENİM SONUMU NERDEN BİLİYORDUN!” diye bağıra bağıra ateşın içine atılır ve yakılır.

Maraşal Tito  tam 50 yılını  ateist   ideoloji  yolunda harcar.  Tito’nun hayranı olan ülkemizden bir gurup son zamanlarda hasta yatağında yatan Tito’yu ziyaretlerinde o dev gibi cüsseyi ölüm döşeğnde bir avuç kemik yığını olarak görürler ve derler ki “ Efendim ölüm sizi korkutmasın. Belki maddeten aramızdan ayrılacaksınız. Ama yaptığınız inanılmaz devrimlerinizle ve hizmetlerinizle kalplerde ebediyen yaşacaksın” dediklerinde, Tito büyük bir pişmanlık içinde  şu itirafta bulunur.

Yoldaşlar bırakın bu boş lafları. Ben ölüyorum artık… Ölümün ne derece korkunç bir şey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile genç ve sağlıklı olan sizlerin anlattıklarımı anlamınız mümkün değil. Göz göre göre bu kuş tüyü yatak ve yorganlardan , muhteşem saraydan  sonra dönmemek üzere  kara toprağın altına giriş ve gidiş.. İşte bu çıldırtıyor beni. Dostlarımızdan, sevdiklerimizden ünvan ve makamlardan ayrılmak… Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek… Ne korkunç bir şey anlamıyor musunuz?

Gelelim bizzat yaşadıklarıma. Manisa’da çok ünlü bir bürokrat son günlerinde felçli ve ağır hasta olarak yatağa düştü. Ziyaret için arkadaşımla gittiğimde ziyaretimizden memnun olmadığını hissettik.  Burnundan kıl aldırmayan bir bürokrattı. Sonradan anladık ki sadece bizi diğer ziyaretçileri de kabul etmiyormuş. Durumunun öyle görülmesinden rahatsız oluyormuş.  Bu tür örneklere çokca rastladım. Bir makama gelince kendini kaybeden çevresine tepeden bakan ve o makamdan düşünce de sokağa çıkmaktan korkan bürokratlar gördüm.

Yine görev yaptığım bir ilde ilin en zengini ölüm döşeğinde çocuklarına  “ Beni Amerika’ya götürün ben bu malları niçin kazandım” diye bağırdığını bilmeyen, duymayan kalmadı. Yine aynı ilde köy yollarını yapan bir müteahhidi hasta yatağında ziyarete giden arkadaşım anlattı: Her tarafı yara bere içinde pamuk dede  gibi pamuklar arasında   yatarken şu itirafta bulunur. “ Hayatım boyunca paradan başka bir şey düşünmedim. Hergün nasıl daha çok para kazanırım diye düşündüm ve çok para kazandım.  Şu anda gayrimenkullerimin sayısını bilmiyorum. Yeteri kadar da param var. Ama hiçbir şeye yaramıyor. Oysa hayatımı  “PARA VAR ÇARE VAR”  diye programlamıştım. Ama paranın da hiçbir işe yaramadığını çok geç anladım. Ve bana hayatta çok acı veren bir olayı da asla unutamıyorum. Erzurumlu yiğit bir delikanlı yanımda Dozer operatörü olarak çalışıyordu.Bir Cuma günü köy yolunda çalışırken Cuma saati geldiğinde dozerin istop etti, fireni çekti ve dozerden inmeye başladı. Ben “ telaşla hayrolo bir arıza mı var?” dediğimde , “ patron bugün Cuma. Ccumaya gideceğim “ dediğinde , “Ben sana para veriyorum cuma mama anlamam,  ben sana para veriyorum çalışacaksın” dediğimde, Şoför “ Ben senin değil Allah’ın kuluyum, senin verdiğin paradan hayır gelmez” diyerek dozerin anahtarını kucağıma attı.  Bunu duyan diğer işçiler de şoförle beraber yevmiyelerini almadan işi bıraktılar ve şoför ellerini kaldırdı “ Allah’ım bu adamı sana havale ediyorum” dedi ve diğer işçilerle beraber işi terk ettiler. Keşke o şoförü ve işçileri görsem de  o günkü yevmiyelerini  kat be kat versem de  kendilerinden helalık dilesem. Vakit namazı değil ,cuma  bayramı da bilmeyen  para kazanmaktan başka bir düşüncem olmayan ben,  keşke   ayağa kalksam da şimdi  camiden çıkmasam. Çoluk çocuk rahat etsin diye gece gündüz çalıştım. Ama görüyorsun bu hasta yatağımda bile bana el bakıyor. Ama çok geç. Kimseye  diyecek bir şeyim yok . Şimdi  yüzüm olmayan Allah’tan af diliyorum. Ama ona da utancımdan dilim dönmüyor.

Ne diyelim. Allah hepimizin sonunu hayreylesin