İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

YİNE YEPYENİ BİR MERHABA!

11 Kasım 2019 - 12:04

Merhaba ilk zilin sesi 
ve birazdan tebeşir tozuna bulanacak eller.
Merhaba İstiklal Marşı
Merhaba üç merhaba öncesinde
yazılan mektup ve merhaba zili çalan postacı...
Merhaba ayağında sevgiler taşıyan güvercinler.
Merhaba belirlenmiş hedefler;
Merhaba ısrar...
Merhaba inat...
Başarılar; Merhaba.
Merhaba toprak...
Merhaba bayrak.
Merhaba vatan,
Merhaba millet...
Merhaba ezan ,
Merhaba ölüm;
Söylenmiş ve söylenecek bütün merhabalara;
                                            Merhaba.                   Nâgihan KAÇAR

 

İsmail ZORBA

([email protected])

 

YİNE YEPYENİ BİR MERHABA!      

 

                        “Her dem yeni doğarız bizden kim usanası“ demiş Koca Yunus!. Dilimizin, gönlümüzün tercümanı olmuş yine. Okulların, yuvalarımızın açılış anlarında yaşadığımız heyecanı ölçecek, ruhlarımızı yenileyen, ona şevk veren başka bir duygu yoktur herhalde. Çocukluk ve gençliğin dünyadaki şuurlanma basamaklarına an be an şahitlik ettiğimiz bu dönemlerde yaşadıklarımızın yerine geçecek hiçbir şey yoktur. Her adımında bir değişim ve bu değişimin güzelliklerle donandığını gördüğümüz her an öğretmen olmanın dayanılmaz hafifliğini hissederiz. Beraberinde umutlar, heyecanlar, dünyayı yeniden keşfetmenin verdiği sınırsız özgüven!. Siz, yeter ki gençlere teslim etmeye görün kendinizi; onlar sizi tasavvur bile edemeyeceğiniz güzelliklere taşırlar. Hızlarının sonu yoktur. Nûra sevdalı pervane gibi hedeflerine korkusuz uçarlar.

                        Aradan yıllar geçtikçe daha da sevdalandığım mesleğimin mayasında başarılardan çok  inançların ve sevgilerin yeri daha ağır basar. Onlar size inandı mı, güvendi mi bir kere peşinizden hiç ayrılmazlar. Körpecik kanatlarıyla uçarken yeni menzillere, gözünüz arkada kalmaz. Koca bir çınarın koyu gölgesinde dinlenen insanların güvenini yaşarsınız.

                    Kutadgu Bilig’de şöyle bir mısra okursunuz: “İnsanın süsü yüzdür, yüzün süsü göz.” Doğrudur. O gözler sizi alır götürür, kendinizden geçirir. Dersiniz : “Ah, o gözler yok mu? Işıl ışıl, canlı yakıcı, sevgi dolu, inanç dolu o gözler!”  İşte o gözler bütün hayatınızı çepeçevre kuşatır. Attığınız her adımda size bakan bir çift göz  ışıtır, ısıtır gönlünüzü. En zor, en sıkıntılı, en duygusal anlarınızda gönlünüze merhem olur. Her şeyi unutursunuz, yepyeni başlangıçlara merhaba dersiniz. Dünyada bunun karşılığını verecek başka bir meslek yoktur. Mesleğinizin her anında, her dönemecinde yaşayacağınız bir sürpriz sizi baştan kodlayacaktır. Yeni şifreler, yeni açılımlar. Her öğrenci keşfedilmeyi bekleyen bir evrendir, keşfettikçe yeni benleriniz ortaya çıkar.

                     Her öğretmen bir öğrencide kendini görür, kendini bulur. Her öğretmen bir rehberdir rehber olmasına ama; o bir öğrenci sizi değiştirir, yeniler.

Bundan dolayı bizler hep öğrencilerimizin yaşlarındayızdır, yaşımız hiç otuz, kırk, elli, atmış olmaz. Birlikte olduğumuz öğrencilerimizle yedili, sekizli, onlu yaşları süreriz hep. Ruhumuz her daim genç kalır. Onlar yaşam sebebimiz olur. Onlarla ağlar, onlarla güleriz. Bazen sever, bazen kızarız. İrfan ve ilim çemberinde onlarla aldığımız yolda bizler yeni kitaplar yazarız. “Ben” olmaktan çıkar, “biz” de yükseliriz.

                    Her öğretmenin yıllar geçtikçe anlatacak o kadar çok anısı olur ki, her biri birer roman olur çıkar. Ve anılarınızı paylaştıkça görürsünüz ki en arka sırada oturan öğrenciye yeni bir model olmuştur anlattığınız anılar. Kimler geldi, kimler geçti. Siyah-beyaz, renkli fotoğraflar; klasik, modern, postmodern hikâyeler. Her birisi bir tomurcuktu, bir fidana hayat verdi; her fidan gölgesinde oturacağınız birer ağaç oldu. Yaşadım evet, hayatı özümseyerek tadına vara vara yaşadım. Ardıma baktığımda peşim sıra gelen adımlar bana gelecek yolumda büyük güven verdi, huzur verdi.

                      Bir öğretmen olarak hiç mi isyan etmedim, hiç mi haykırmak istemedim? Yeri geldi, şikayetlerim, hayâl kırıklıklarım, endişelerim, üzüntülerim dağları aştı. Yaşadığımız şartlar içinde zorlandığım, dapdaracık dehlizlerde sıkıştığım, ümidimi kaybettiğim, heyecanımı yitirdiğim anlar olmuyor mu? Oluyor. Ah, gönül bir dile gelse  sırça sarayını kırar, karanlıklara göçer. Kayboluşa hazırdır ama; kayboluşun çemberinde peşi sıra yeni ruhlar da kaybolur. Bu gelir geçer durumların  beni kayboluşun karanlığına itmesine izin vermeye hakkım yok. Vebali sadece bende başlasa, bende bitse sorun yok!. Ama vebalini taşıdığım, körpe kanatlarıyla uçmaya hazırlanan ve gözlerimin içine bakan öğrencilerim! Onlar insanlığa inanmam gerektiğini fısıldıyor kulağıma. “Her dem yeni doğarız bizden kim usanası” diyor Koca Yunus. Kendime geliyorum. Anlık, karanlık, kirli görüntülerin beni etkilemesine izin vermemeliyim.

                   Dağlar aşmalıyım gerekirse, sürünmeliyim. Aydınlık yarınlara bizi ulaştıracak gençler için aşım sabır, umudum sabır, işim sabır, eşim sabır, evladım sabır olmalı. Sabırla diktiğim fidanların boy vermesini beklemeliyim. Sizler var oldukça evlatlarım daha yürünecek, aşılacak daha çok yolumuz var.

                   Hayatıma, hoş geldiniz, hoşluklar getirdiniz, hoşluklar bulasınız.