İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

ÖMÜR DEDİĞİN

05 Mayıs 2020 - 10:42 - Güncelleme: 05 Mayıs 2020 - 15:12

“Bir insan ömrünü neye vermeli

Tükenip gidiyor ömür dediğin

Yolda kalan da bir yürüyen de bir

Harcanıp gidiyor ömür dediğin

 Yüreğin ürperir kapı çalınsa ” 

Zülfü Livaneli 

ÖMÜR DEDİĞİN

Yine uykusuz gecelere talim ediyoruz. Birbirini tamamlamayan, her tarafını bir noksanın sardığı kırk yamaya bir bohça çıkarma telaşı içerisinde sabahı buluyoruz. Dostların en hakikatlisi kitaplarımda, babamdan yadigar radyomda teselli bulmanın güçleştiği zamanlarda kaldır atıma çaresiz başvuruyorum. Bin kapılı tuş koridorunda içerisine daldığım her mekanda nefesim darlanıyor.

Saçma sapan, ipe sapa gelmez tartışmalar, çöplük haline gelmiş diziler, filmler; adına yarışma denen tamam dejenere edilmiş mikrobik showlar arasında TRT’de nefes alıyorum. Zaten arayışım bir program üzerine..Nedense sabaha yakın vakitlerde tekrarına ancak yetişebiliyorum. O da periyodik bir zamanda değil. Türk Halk Müziği’nin eşsiz yorumcusu Emel Taşçıoğlu’nun sesinden fonda Zülfü Livaneli bestesi fonda ve başlıyor bir ibretname : “Ömür Dediğin!..”

Evet, nefes aldığımı buram buram hayatın gerçekleri bütün yoğunluğuyla yaşıyorsunuz. Ne ekersen onu biçersin hayat harmanında bir araya gelmiş insanlar. Yaşın demini almış hayatın son demini geçiren insanlar. Memleketimin insanları. Köylüsü, şehirlisi, tahsillisi, ümmisi “Biz”de harmanlanmış insanlar.. Yaşadıkları renkli, çileli, hareketli, durgun hayatlarının sonuna doğru elden ayaktan çekilmişler yaşam hikâyelerini anlatırken bize sesleniyorlar adeta: Neydim, ne oldum, ne olacağım? İşte benden sana nasihat!

“Yüreğin ürperir kapı çalınsa

Esmeyen yelinden hile sezerler

Künyeler kazınır demir sandıkta

Tükenip gidiyor ömür dediğin”

Kimileri eş, çocuk, toruna boğulmuş bir sevgi şelalesinde huzur içerisinde; kimileri hayat arkadaşını kaybetmiş kanadı kırık bir kuş misali her daim hasret içinde; kimi bu dünyaya geldiği andaki gibi yapayalnız hatta terk edilmiş kaderine terk edilmiş durumda ibretlik insan manzaraları. Herbiri hayatlarını son deminde sevgiye, korunmaya, bakıma, şefkate muhtaçlar.. Tek ihtiyaçları bir nefes, bir selam, aranma , sorulma. Yalnızlığın içerisinde kimilerinde teslimiyetin “Bir”de tamamlanmanın huzurunu yaşıyorsunuz birebir. Kimilerinde onca yaşanmışlığın sonunda bir çile, bir ızdırap içinizi acının tarifi imkansız çaresizliği kaplıyor.

Ömür dediğin çileli yolculukta gah ağlaya gah güle ilerlerken zamanın farkına varmadan yola revan olan yolcu bir bakıyor ki gören gözler görmez, işiten kulaklar duymaz, her şeyi tadan beden tad almaz hatta yiyemez , her türlü cevvalliğiyle hareket eden beden elden ayaktan düşmüş naçar durumda. Artık hiçbir şeye yetişemez olmuş. Sana bakanlar sende kendi geleceklerini gördüklerinden senden kaçar olmuşlar. İnsan dediğin yükü ağır olur misali fazlalık haline gelmiş. Kimi zaman gözünün içine bakar olmuşlar ne zaman ölecek diye.. Ya da terk edivermişler adı “huzur” aslı yalnızlar evine..

Bir zamanlar atayken, anayken aile çadırının temel direğiyken, onların gölgesinde diri dururken, talihin şerrinden, nizasından onların tecrübe ufkunda korunurken ne oldu yaşlılarımıza ihtiyaren duyduğumuz hürmete, saygıya.. Aile genlerimize kadar giren suni çekirdeğin bencilliğinde, girdabında savrulduk. Tek başımıza bir sivri soğan gibi kaldık. Soyulduk, yolunduk, savrulduk. Ulu çınarın yerinde yeller esiyor. Artık dallara su yürümediğinden yeni filizler maraza durmuş. Dışı eli yakar, içi seni.

“Dışı eli yakar içi de seni

Sona eklenmeli sözün öncesi

Ayrılık gününün kör dereleri

Bölünüp gidiyor nehir dediğin”

Hayat, sen ne muhteşemsin. Her bir insanın hikâyesinde, her bir insanın yaşanmışlığının izinde bize kendimize gelmemiz o kadar fırsat tanıyorsun ki ne mutlu farkına varana, ne mutlu görüp de kendine gelene.. Programın bölümleri yüzleri aşmış. Bana kalsa okullarda verilecek değerler eğitiminde insan hikâyelerini romanların, hikâyelerin, şiirlerin yanında böyle programlarla tamamlardım. Evet, evraklarda proje olarak adı geçse de yaşama geçirilmesi, uygulanması hayatî durumda olan bu konu üzerinde ağırlıkla dururdum.

Çünkü evimizdeki, aile ocağımızdaki yaşlılarımızın ulu çınarlar gibi bizi gölgesinde barındırırlar, serinletirler. Hayat kavgamızda yol gösterirler. Vicdanımız olurlar, merhametimiz olurlar, sevgimiz olurlar, kimliğimiz olurlar. Geçmişten geleceğe bellek köprümüz olurlar. İnsanlık ummanının yaşayan damlaları olurlar hayat iksiri timsali. Çocuklarımıza bellek olurlar.

Onların masalları, onların nasihatleri, onların görgüleriyle büyüyen çocuklar “insan” olurlar. İlim de onlarındır, irfan da.. Bakıcılara emanet edilmiş, kreşlerde oyun kuran çocuklar evdeki, ocaktaki dedenin, ninenin elinde, dizinde tamamlanırlar. Masalların, deyimlerin, Türkçenin köprüsüdür yaşlılarımız. Anne baba sevgisi ki günümüzde saygı ile tamamlanamıyor. Aile büyükleri ile gerçek göz yaşına, gerçek gülücüğe, gerçek sevgiye dayar temelini..

Her şeyden evveli de onların duası ile yolumuzu bulur, hayattaki bereketimizi buluruz.

“Bir insan ömrünü neye vermeli

Para mı onur mu taş diken bir yol

Ağacın köküne inmek mi yoksa

Savrulup gidiyor yaprak dediğin

                                                                                                                                                 İsmail ZORBA

([email protected])