İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

KENDİMDEYİM.

20 Nisan 2020 - 13:27 - Güncelleme: 20 Nisan 2020 - 23:21

"Kendimim peşindeyim.

Kendimin, yani hakikatin.

Hakikatimin.

Tam güçlü ve zayıf taraflarımla kendimin.

Yoldaşsız bir yolda. Tek kişilik bir yolda. Herkes gibi. Yalınız. ''

Dücane Cündioğlu

 

KENDİMDEYİM.

"Kendi" sözcüğüne bir dil bilgisi terimi olarak çok güzel bir adlandırma yapmışız : "Dönüşlülük zamiri". "Kendi" kelimesindeki ince manayı hususileştiren bu dönüşümü çok iyi yakalayabiliyorsunuz aslında."Kendinde misin?", "Kendimi dinlemekteyim.", "Kendine çeki düzen vermelisin.", "Kendini dinlemelisin biraz."

Son zamanların tabiriyle "içselleştirme durumu". Kendine dönüş, içe bakış. Aslında çok da zor insanın içe dönüşü, kendine bakışı.

İç hesaplaşmasını, kendi muhasebesini yapamayanlarla dolu insanlık. O kadar dışa dönüğüz ki. Hep başkalarının üzerine kurulu bir dünyamız var . Başkaları bizim yerimize karar verir, başkaları bizim yerimize bu hayatı yaşar, başkalarının beğenileri üzerine kurarız tüm beğenilerimizi. Dışa dönüşteki bu sürü psikolojisinden kurtulma o kadar da kolay değil aslında. Kolay olanı seçmek varken ne diye hayatımızı zor seçeneklere bırakalım. Kalabalıklar içerisinde "yalnızlaşma" korkusunu, stresini ne diye yaşayalım. Evet, bir korkaklık, bir kaçış var içimizde bir türlü dizginleyemediğimiz.

Siyasetten, sanattan, spordan, tarihten, bilimden "moda" yaklaşımlar içerisindeyiz. Çoğu kez de popülist yaklaşımlarımız yani kopyacılığımız "kendi adımıza" karar verişimizi "öteliyor!" Televizyonun önüne otur, bak ne diyorlar? Hiç süzgeçden geçirmeden aynen al, peşin peşin harca, tüket. Elinde kalan ne? Bir hiç. Bütün kaçışlarımızın kaynağı olan "hiçlik." Çoğu kez dinlediğim konuşmaların özünde daha önceden bir yerlerden duyduğum, okuduğum, izlediğim şeylerin tekrarını dinlediğim havasını alıyorum.

"Benim görüşüme göre " diye başlayan bütün dillendirmelerde ortaya konacak en küçük bir tartışmada iflas eden, sonu olmayan değerlendirmelerle karşılaşıyoruz. Ne kadarı benim düşüncem, ben bunun ne kadarının sağlamasını yaptım? Savunduğum düşüncede tartışmadan kavgaya dönüştürdüğüm yolda kendimi savunma içerisine girip ne kadar sahiplenebildim bu davayı. Dava kelimesi manaya kapsam olarak değer katsa da, ki, katmalı. Benim düşüncelerim değerli olmalı. Ama; ölçüsü bana ait kısmında saklı kalmalı.

Dedik ya, "düşünme"nin insanı kendinde kılmasının verdiği güzelliklere, hususiyetlere hasretiz. Ne kadar özgünleşirsek o kadar özgürleşiriz. Düşünen insanın paylaşımı konuşan insandan daha değerlidir. İşi "ağzı olan konuşuyora" götürmeden çözmek gerek. İnsan kendi kalesini kurmalı, özgürce savunmalı onu. Kendi adına ortaya koymalı bütün değerlerini. Asaletinin patentini vurmalı üstüne. Gelir geçer hırsları, istekleri ideallerinin önüne geçmeli. Mevkilerin, şöhretlerin, popülerliğin, gençliğin gelip geçiciliğini hiç unutmamalı.

Bugüne sıkıştırmamalı hayat planlarını. Kendi içinde olmalı önce, kendi hususiyetinde yaşamalı. Hayat karşısında en azından kendine "bir dudak payı" sınır çizebilmeli. İşte o sınır boşu boşuna yanmasını, tükenmesini, kaybolmasını önler. Bir sigortadır kendisi için, attığı anda uyarı gelir. Kendine döner, kendine bakar; aynasından yansıyanlar onun bir yansıma olmadığını gösterir. Artık kaç kere düşerse düşsün yere, daha sağlam kalkacaktır ayağa.

Mücadele yolu zordur, çetrefillidir, engellerle doludur. Çekilecek çileleri göze almak gerekir, bu insanı daha güçlü kılar, özgüven sağlar. Kararlı olmasını gerektirir. Artık "hiç"lik onun gözünde kaçısın sözcüğü değil, mücadelenin simgesidir. Hiçteki bütün sırlar ya da bilinmeyenler yeni keşif kapıları açar insana. Her keşifte, her buluşta kendindeki bilinmeyenleri ortaya çıkarırsın. Bugünkü ben ile yarın ki ben ilke düzeyinde aynı olsa da, yeni kavrayışlar adına ufku daha genişlemiştir.

"Kendi" kelimesini anahtar yaptık bir manada o zaman kendimize dönelim. Geçen perşembe ikindi vakti namaz kılmaktayım, secdedeyim. Rahmet nasıl da yağıyor. Kokusundan sesine rahmetin bütün ruhuma yansımaları beni başka alemlere taşıdı. Gah gözyaşlarım sel oldu aktı gitti, gah gözyaşlarımda boğuldum. Yağmurun o anki hikmetince bir anda darlandım, bir anda huzurun verdiği genişliği yaşadım. Kendime döndüm, varlık aleminde yağmur beni nerelere götürdü. Öncelikle acziyetim, faniliğim beni sarmaladı. Ama "Hakk'ın huzurunda" teslimiyeti de bir anda yaşadım. Damladan okyanusa varlık sebebim hepten hiçe yönelişimin seferiydi bir an için.

Dünyanın en güzel yerinde huzur içinde, hiçbir sıkıntım, kaygım, tasam olmadan sağlıklı yaşıyordum ya!. Daha ne isterdim. O anda yağmurun altındaki diğer insanlar aklıma geldi. Zulüm altında insanlar, acının ve ıstırabın pençesinde insanlar, aç ve korumasız insanlar. Nerede oldukları, kim oldukları önemli değil;  bütün sıfatları koyup bir kenara "insan"da buluştuğumuzda acziyetimiz ortaya çıkıyor. Onların gözyaşlarından, onların kederlerinden bizler de insanca nasiplenmeliyiz aslında. Kendimize gelmeliyiz. Kendimizi unuttuğumuzda birileri bize bunu hatırlatma gereği duymadan benliğimizi elimizden alabilir. O gözyaşlarını akıtan, kederi yaşayan, çileyi çeken bizler de olabiliriz.

“Herkes oradaydı ama özlem yoktu

Özlemin yokluğunun bir ben farkındaydım

Bir ben değildim insanlar vardı

İnsanlar vardı

İçlerine insan gizlenmiş insanlar vardı.

Her şey bir sırdı, sırda da insanlar vardı.

Bitkinin böceğin evrenin sırrı yoktu da

İnsanın bitkiye böceğe evrene bir sırrı vardı.

Onun özleme sırrı vardı.

İnsanın insana bir sırrı vardı.

Sırların içinde gerçekler vardı.

İnsana dair gerçekler vardı.

Ama sevmezdi gerçeği insan, sırra özlemi vardı.

İnsanın hiç bilmediği insana özlemi vardı.

Sırlar özlemler gerçekler derken bir insan vardı.

Kendisini bile fark edemeyen bir insan.

Herkes oradaydı her şey yerindeydi ama İNSAN yoktu.”

İsmail ZORBA

([email protected])