Hakkı Suat YILMAZER

Hakkı Suat YILMAZER

[email protected]

ASKER HİKÂYESİ

18 Eylül 2019 - 20:27

                                                                             ASKER HİKÂYESİ

 

            Çocukluğumdan bu yana istediğim bir şey vardı; bir an evvel yaşım büyüsün ve askere gideyim. Nitekim yıllar çabuk geçti ve askerlik çağına geldim. Öncesini anlatmam gerekirse… Liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazanmak için çok uğraşmış fakat ilk iki sene hiçbir yeri tutturamamıştım. Üçüncü sene ise hiç de gönlümde olmayan bir bölüme kayıt oldum. Başka bir şehirde daha iyi bölüme puanım yetmesine rağmen ailemin beni orada okutacak ekonomik gücü olmadığından, şehrimizdeki üniversitenin vasat sayılabilecek bir bölümüydü. Bu arada hem okuyor hem çalışıyordum. Çevremde ekonomik imkânları daha iyi olan arkadaşlarım vardı. Hiçbir zaman onlara imrenerek bakmadım. Çünkü ekonomik durum, bugün böyle olurdu yarın başka. Dert edilecek bir şey değildi. Çok çalışarak iyi bir yerlere gelebileceğimi ve iyi bir maaş kazanabileceğime olan inancım tamdı.

            Mezun olduk.

            Artık bir üniversite mezunuyduk. Fakat bir gelecek planım yoktu. Aklımda sadece askere gitmek vardı. O üniformayı giymek ve oranın kendine has ortamında bulunmak, o disiplin ve katı hiyerarşi içeren cazibeli düzene kendimi kaptırmak istiyordum. Tam da o dönemde ülkenin gündeminde bedelli askerlik vardı. Devletin, askerlik çağına gelmiş belli yaş sınırı koyduğu tüm gençlerine tanıdığı bir haktı bu. Şartları ise makuldü. Belirlenen ücreti devlet bankasına yatırmak ve 21 gün silahaltına girmekti. Daha evvel ki bedelli askerliklerde sadece ücret yatırılıyorken, bu seferkinde silahaltına alınmak da vardı.  Üniversitede birlikte okuduğumuz arkadaşlarımın büyük bir bölümü bedelli askerlik yapmakta kararlı idi. Benim de yapmam yararıma olacaktı, çünkü iş yerimden aylarca uzak kalmam, işimi kaybetmeme sebep olabilirdi. İşverenim de bu durumu açıkça belirtmişti. Dört yıl boyunca biriktirdiğim parayla bedelli olarak askere gitme seçeneğim vardı fakat gönlüm buna el vermiyordu. Çocukluktan bu yana heveslendiğim üniformayı sadece 21 gün giymek yetmeyecekti, biliyordum. Aylarca omuz omuza, sırt sırta vereceğim silah arkadaşlarımın olmasını istiyordum. Vatanın lüzum gördüğü yerde neresi olursa olsun görev yapmak istiyordum. Sınırda ikişer saatlik nöbet tutmam dahi beni fazlasıyla mutlu edecekti.

            Uzun uzun düşündüm. Ailem, işverenim ve arkadaşlarım bedelli yapmam hususunda ısrarcıydı. Ama ben diretiyordum. Zorlukla bulduğum işimi kaybetme pahasına 6 ay gidecektim. Nitekim istediğim gibi oldu ve işimden ayrılıp birliğime teslim oldum. Arkadaşlarımın hemen hepsi, devletin tanıdığı haktan yararlanmış bedelli yapmıştı. Ve sanıldığı gibi hiçbiri de vatanını benden daha az sevmiyordu.

            Acemi birliğinden sonra usta birliğine gittik. Tam da hayal ettiğim gibi bir ortamdı. Aslında itiraf etmem gerekirse daha zor koşullar mevcuttu. Uykusuz geçen ve ağır eğitime tabi tutulduğumuz dört ay geçti. Koğuşumuzdaki arkadaşlarımızla ilişkilerimizin boyutu değişmiş, herkes birbiriyle can dostu olmuştu. Birimize gelebilecek en ufak zarar için hepimiz öne atılıyorduk. Gerektiğinde birbirimizin botunu boyuyor, bağlıyorduk, hastalandığında başında bekliyorduk. Ailesini özleyen, zorlu şartlar karşısında psikolojik olarak yorgun düşen dostlarımıza destek oluyorduk. Sivilde, ancak aile üyelerinin birbirine yapacağı iyilik ve fedakârlıkları burada birbirimize yapıyorduk. Askerliğin görünmez yasalarından biri de buydu zaten. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için… Canını emanet ettiğin kişiye nasıl davranmak gerekiyorsa daha fazlasını yapıyorduk.

            Koğuşumuzda kısa süreli boş vakitlerimizde muhabbet ediyorduk. Ahmet’in gizemli hikâyeleri, Yaşar’ın komik anıları, Yasin’in taklitleri, Gökhan’ın sürekli “ulan az kaldı be!” diyerek askerlik süresinden şikâyet etmeleri, Fatih’in askerden sonra da görüşmeye devam edeceğiz şeklinde telkinleri ve tabii ki Korhan abimizin başımızdaki baba figürü… Herkesin yeri ayrıydı, istisnasız herkes birbirini çok seviyordu. Fakat Korhan abi bambaşkaydı. Yaş olarak bizden dört yaş büyüktü ama sanki kırk yaş fark var gibiydi. Hayatın erken olgunlaştırdıklarındandı. Samimi ve babacan tavrı, gerektiğinde komutan gibi sert tutumu, hastalandığımızda gecelerce uykusuz kalarak başımızda beklemesi ve daha neler neler… Saymakla bitmez onun meziyetleri. Tüm bölüğe ihtiyaç duydukları anda koşup yardım eden onun haricindeki zamanlarda yatağına uzanıp bizleri seyreden Korhan abi, çok az konuşurdu. Çok da dahil olmazdı muhabbete. Uzaktan dinler, bizim sessiz kahkaha krizlerimizin tuttuğu esprilerde sadece tebessüm ederdi. Yüzünde ne kadar tebessüm olsa da gözü her daim nemliydi. Çok kez ısrar ettik fakat hiç konuşmadı. İçinde gizlediği şeyler onu efkârlandırıyordu. Yaşar abi ile birçok kez yanına gidip, keyfini getirmeye çabalasak da kâr etmiyordu. En sonunda Yaşar abi, bana bırak ben hallederim, diyerek Korhan abiyle özel olarak ilgilenmeye başladı. Yaşar abiye güveniyordum. O sözüne güvenilir birisiydi. Korhan abi ile de hepimizden ayrı bir ilişkisi vardı. Birçok kez yan yana aynı yatağın üzerine oturup sohbet ettiklerine şahit olmuştuk.

            Yaşar abi, Korhan abinin son zamanlarda sessizleşmesinden ve mahzunlaşmasından bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Hissettirmeden Korhan abiye yakın duruyor ve dertleşmek için fırsatını kolluyordu. Günler günleri takip etti. Sınır görevlerimiz aynı yoğunlukta devam ediyordu. Fırsat buldukça da kendi aramızla sohbet ediyorduk. Korhan abi ile Yaşar abi birkaç gün baş başa sohbet ettiler. Ranzamın yakın olmasından dolayı kulak misafiri oluyordum. Yaşar abi, elinden geleni yapıyor fakat Korhan abi ser verip sır vermiyordu.

            Ta ki o geceye kadar…

            Nöbetteki arkadaşlarımız hariç herkes koğuşta, komutanımızın emri ile istirahate çekilmişti. Yarın bir operasyona çıkacaktık. Hazırlıklarımız tamamlanmıştı. Günlerdir yorgun düşen bedenimizin bir nebze olsun dinlenmesinde fayda gören komutanımız, günü erken sonlandırmış ve uyu emri vermişti. Hemen her arkadaşımız uyumuştu. Üç kişi hariç… Ben, Yaşar abi ve Korhan abi uyuyamamıştık. Yaşar abi bana göz kırptı. Yakalandığı takdirde komutanın kızma ihtimaline rağmen Korhan abinin yanına gidip dertleşecekti. Çünkü bugün Korhan abi, hiç olmadığı kadar dalgın ve üzgündü. Her zaman güçlü, dirayetli olan kişi gitmiş yerine sessiz, bir yere pusup oturan, hiç konuşmayan, gülmeyen biri gelmişti. Anormal derece dalgındı. Komutanın emirlerini dahi duymuyor, algılayamıyordu. Sürekli bir yere geçip saklanmak derdindeydi. Tavırlarından bu anlaşılıyordu. Bu düşüncemizde haklı da çıkmıştık. O gece olan oldu. Herkes yatmış, koğuş karanlığa bürünmüşken, küçük bir kıpırdanma sesi geldi. Hışırtı Korhan abinin ranzasından geliyordu. Sessizce Yaşar abi ile oraya baktık. Bir süre sessizlik oldu. Sonra üst üste derin nefes çekişleri duyuldu. Ses yine Korhan abinin ranzadan geliyordu. Bekledik, anlamaya çalıştık. Bir süre sonra hıçkırarak ağlama sesi geldi. Ama çok kısa sürdü. Sesin duyulduğunu anlamış olacak ki, ağzını sıkıca kapayıvermişti.

Daha fazla dayanamadık.

Yaşar abi ile yerimizden kalkıp Korhan abinin ranzasının başına gittik. Karanlıkta tam görülemiyordu ama Korhan abinin avucunda renkli bir şeyler vardı. Bir adım daha yaklaştık. Korhan abi fark etmedi. Yaşar abi başını uzattığında ne gördüyse, gözleri dolmuştu. Bana döndü. Gözlerini gördüğümde kötü bir şey olduğunu anladım. Yavaşça başımı uzatıp ben de baktım.

Ve gördüm…

Korhan abinin elinde tuttuğu şey bir bebek çorabıydı.

Elindeki çorabı burnunun ucundan ayırmıyor, derin bir nefes çekiyor ve sonra hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. O an dünya müthiş bir hızla döndü. Ben Komutanımıza gidip olağanüstü bir durum olduğunu haber vermek istedim ama Yaşar abi engel oldu. Beni ranzama yatmam için gönderdi. Zorlukla ikna oldum. Kendisi ise Korhan abinin omuzlarına dokundu. Korhan abi, aniden yerinden sıçradı. Elindeki çorabı gizleyip, oturur vaziyeti aldı. Gözlerindeki yaşı silememişti. Karşısında Yaşar abiyi görünce hiçbir şey demedi. Bir süre hiçbir şey demeden bakıştılar. Yaşar abi, Korhan abinin omzunu sıkıyordu. Birlikte geçirdiğimiz onca süre, konuşmadan anlaşabilme yeteneğimizi geliştirmişti. Yaşar abi, ses çıkarmadan Korhan abinin ranzasına oturdu.

Ranzamda uzanmış, göz ucumla takip ederken de kulağımı dört açmıştım. Fakat bir tek kelime dahi konuşmuyorlardı. Net görebilmek ve fark edilmemek için başımı yavaşça çevirdim. Yaşar abinin eli, Korhan abinin omuzundayken, Korhan abinin eli Yaşar abinin dizinin üzerindeydi. Bir süre hiçbir şey konuşmadan durdular. Sessizliği Korhan abi bozdu:

“ Fotoğrafına aylarca cesaretle baktım ama gönderdikleri çorabı koklayınca… Ne bileyim, sanki tüm savunma sistemlerim çöktü. Kendimi o kadar korunaksız hissettim ki, ikinci kez koklayamadım.”

Kendisinden duymaya hiç alışkın olmadığımız bu sözler, yatağımda beni dahi etkilemişti. Başımı eğdim ve ağzımı kapattım. Sesimin duyulmasını istemiyordum ki kulağıma sesler gelmeye başladı. Benden duyulmuyordu o ses. Başımı yavaşça çevirdiğimde Yaşar abi ile Korhan abinin ağladıklarını gördüm.

O herkesin derdine derman olan, komutan gibi tecrübeli, koca yürekli Korhan abinin gözünden döktüğü yaş, düpedüz hasretin simgesiydi.

Bebeğinin minik turuncu çorabı, hasret gözyaşlarıyla ıslanmıştı.