Ergül ALTAŞ

Ergül ALTAŞ

[email protected]

“SEN SANA NE SANIRSAN, AYRUĞA DA ONU SAN”

12 Kasım 2019 - 22:28

“SEN SANA NE SANIRSAN, AYRUĞA DA ONU SAN”

            İnsan beşerdir, şaşar. Sever, sevilir. Yanılır, yanlış yapar. Gaflet basar, günahı boyunu aşar. Pişman olur, döner tövbe kabısını çalar. Bin kere tövbesini bozmuş olsa da boynu bükük, yüzü yerde, kalbi mahzun, gönlü mahcup binpişman….  O kapı, ümitsizlik kapısı değildir.

            Hayat yolu, inişli çıkışlı zor bir parkurdur. Düşe kalka yürünür. “Hayat bir gemi, yürüt onu göreyim seni” demek kolay. Her kişinin değil er kişinin işidir bu. Gün olur karlı dağlar aşılır, gün olur düz yolda düşülür. Düşenin öldü diye kaydı düşülmez. El uzatılır. Kol kanat gerilir. Düşeni yerden kaldırmadadır bütün hüner. Bunu söyler, bunu över mensup olduğumuz din, tarih, millet.

            Hiçbirimiz ak sütten çıkmış ak kaşık değiliz. Gem dizgin bilmeyen kör nefsimizin elinde oyuncağız ancak. Başı göğe değen evliya yok aramızda. Çoban, rençber, zanaatkâr ve günahkârız Âdem’den beri. Kul hakkı Kafdağı sırtımızda. Dönüp aynaya bakan yok aramızda. Kanatsız melek sanıyor kendini, ömrünü ötekinin kusurlarını arayıp bulmayı, saya saya Çin’den Maçin’e yol yapmayı, davul zurna ile sağır sultana duyurmayı iş edinen müptezel.

            Elimiz kadehe gider, gözümüz harama kayar, hakkımız olmayanda hak iddia ederiz. Cana kıyacak cüretimiz var. Cüretimiz cehaletimizden. “İlk taşı, günahsız olan atsın.” Ezelden ebede uzayan sessizlik. Düşmez kalkmaz bir Allah! Bunu biri bize hatırlatsın Allah aşkına.

            Burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Gözünün üstünde kaşın var denilmiyor kimseye. Tahammülümüz yok saçlarımızı dağıtan rüzgâra. Yunus’un, Mevlana’nın hoşgörüsünden bihaber yuvarlanıp gidiyoruz ezelden ebede.

            İnsanız, kuluz, acisiz. Hal böyleyken kime bu afra tafra. Altı üstü bir nefeslik canımız var emanet. Dön emrine amede oyalanıyoruz Sultan Süleyman’a kalmayan, dünya denen bu iki kapılı handa. Ali kıran baş kesen gibi davranarak neyi saklamaya çalışıyoruz? Sesi çok çıkan haklı mı oluyor? Güneşi balçıkla sıvamayı başarırsak ilahi adaletin terazisi de şaşacak mı? Göz var, izan var. Ölüm var, mizan var.

            Elimizde bir sihiri ayna var. Gözlerimizi ondan alamıyoruz. Biz iyi, güzel, hoşuz. Günahsız ve kusursuz. Öteki kötü, kirli ve günahkâr. Zihnine yuva yapmış eciş bücüş. Sallandırmalı ibreti âlem için meydanda.  Ancak teneşir paklar bunları. Vur deyince öldüren fedailerden geçilmiyor dünya. Aklıselimi Fizan’a sürdük de haberimiz mi yok?

            “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi helâk eder ve yerinize, günah işleyecek, fakat tövbeleri sebebiyle mağfiret edeceği kimseler yaratırdı.” hadisini hatırlayalım.

            Affetmek büyüklüğün şanındandır. Affet ki affedilesin.

            “Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul edeyim.” hadisinin müjdelediği tövbe kapısı dururken ayağı sürçen atı vurmak mıdır ölçü?

            Ölçü arıyorsan kimin deli, kimin veli olduğunu ancak Yaratan bilir. Sana bana düşen her geceyi Kadir, her geleni Hızır bilmektir.

            “Sen sana ne sanırsan, ayruğa da onu san.”