Ergül ALTAŞ

Ergül ALTAŞ

[email protected]

NEDEN?

02 Şubat 2020 - 11:03

NEDEN?

            Kış akşamları hep böyle. Tepeden inme bir zorbalıkla abanıyor şehrin üstüne. Caddeleri, sokakları; cadde ve sokaklarda bitip tükenmeyen bir gürültüyle akışıp duran taşıt kalabalığını, derken koca apartman ormanını bir nefeste yutuveriyor. Bu nefesi öyle derinden alıyor ki geriye bir nefeslik hava kalmıyor. İçimi güz yaprakları örtüyor, ölgün bir sessizlik sarıyor benliğimi, boğuluyorum. Bir şeyler anlatmak, paylaşmak istiyorum. Boğazım düğüm düğüm. Ikınıyorum sıkınıyorum, gözlerimi önce sımsıkı yumuyorum sonra kocaman kocaman açıyorum, bütün çabama rağmen gıkım çıkmıyor. Gıkım çıkmayınca duvarlar üstüme üstüme geliyor, ardı arkası kesilmeyen artçı depremlere tutulmuş gibi sarsılıyorum, bakışlarım bulanıyor. Bulanan bakışlarla etrafımda karıncalanan nesnelerin görüntülerini seçmeye çalışıyorum. İçine düştü düşecek dipsiz bir girdabın kıyısında ne yapacağını şaşırmış buğulu gözlerle sisli bir perdenin ardından belli belirsiz seçilen dünyaya bakıyorum elimi tutacak bir gözükara var mı diye.

            “Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,/Gecenin ardında yine gece var;”

            Kimsesizlere el uzatan gani gönüllü yüce ruhlar çoktan toprak olmuş. Herkes menfaatinin kulu kölesi; tribünde seyirci olmayı marifet sanan kalabalıktan alkış toplama dışında bir derdimiz yok. Mülkün temeli olan adalet her yerde güçlülerle el ele.

            Neden dökülen hep bizim kanımız? Evinden, yurdundan edilen neden hep biziz? Hafif bir sarsıntıyla evsiz kalıyoruz, belli belirsiz bir esintiyle nezle oluyoruz. Havadan sudan iki günlük ömrü olan kahramanlar yaratıyoruz. Neden?

            Henüz dört yaşında, dünyanın vahşetine maruz kalan Srebrenitsalı çocuğun sorusu kıymık gibi batıyor yüreğime: “Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”

            Bu sorunun cevabı yok bende. Olsa, zalimlere boyun eymiş bu duyarsız dünyadan ufkumu çepeçevre kaplayan karanlık geceleri aydınlatacak bir umut ışığı bekleyebilirdim belki.

            Bugün Filistinli çocuklar evlerinin neden yıkıldığını, Doğu Türkistanlı çocuklar babalarının akşam olduğunda eve niçin dönmediğini soruyorlar annelerine.

            İçimize bomba gibi düşen, yüreğimizi paramparça eden bu sorulara cevap verebildiğimiz gün eşref-i mahlûkat olan insan sınıfına dâhil olacağız.

            Filistin yıllardır kanayan bir yara, yok bizde merhemi. Suriye’yi zalimlerle el ele ateşe verdik. Şimdi feryat figan ağlıyoruz. Doğu Türkistan’a ağlayamıyoruz bile. Lal olmuş diller. Neymiş iki milyon turist geliyormuş yıllık; en çok gezen, ençok harcayan milletmiş; bilmem kaç milyon dolarlık dış ticaret hacmimiz varmış. Bunlar, kardeşlerimizin bir damla kanının bedeli olamaz. Yere batsın hepsi.

            Filistin’de, Suriye’de, Libya’da yapılan zulümlere aslan gibi kükrerken Doğu Türkistan’a susmak neden? Sormak hakkımız değil mi ta ciğerlerimizi parçalayan, yeri göğü inleten bir kurt ulumasıyla? Soru sorabildiğimiz kadar diriyiz. Neden, nasıl, niçin? Yanıyor içimiz için için.

            ABD büyük şeytan, İsrail sabıkalı çocuğu yeryüzünün, Sırplar sırtlan sürüsü, ya kızıl Çin… Sus pus olmak yakışıyor mu bizi?

            Kor-ona. İlahi adalet. Kedi, köpek, fare, yarasa, yılan çıyan; ne halt yediği belli olmayan milletin başına çöreklenen bela. Kardeşlerimizi toplama kaplarına kapatan zalimlerin kendi şehirlerine, ülkelerine hapsolması soğuttu mu içimizin ateşini? Salyalarını gizlemek için ağızlarına taktıkları maskelerle ne çok benziyorlar kuduz köpeklere.

            Küresel bir köye dönen dünyayı koronavirüsünün dehşeti bir haftada sararken, köklerinden kopmak istemedikleri için insanlık dışı işkencelere maruz kalan kardeşlerimizin feryadını neden kimseler duymuyor? Dili, dini, kanı bir öz kardeşleri tarafından sahip çıkılmayan kardeşe el sahip çıkar mı?

            İçimin zehrini kâğıtlara akıttım. Aydınlanmadı yüreğime çöreklenen harami kılıklı zifiri karanlık gece bir dirhem.

            Yine yalnız ve aciz, körkuyularda boğuluyorum.

            Soru sormak sorgulamaktır. Kıyama kalkmaktır. Önce kendimize sonra Filistin’e, Suriye’ye, Doğu Türkistan’a, bütün mazlum milletlere umut olmaktır. Soru sormak dünyaya yüz aydınlığıdır.

            Soru sormayı bırakırsak yarın çocuklarımızın sorularına verecek bir cevabımız olmayacak.