Ergül ALTAŞ

Ergül ALTAŞ

[email protected]

KAÇIŞ

01 Şubat 2019 - 12:47

KAÇIŞ

Bugün diğer birçok canlı gibi insanoğlu da doğal yaşam alanından kopmuş yapay bir çevrede yaşıyor. Çelik ve betonla inşa edilmiş şehirlerde, işyerlerinde ve evlerde geçiyor ömrü. Ayağı toprağa değmiyor, gözü yeşili görmüyor, kulağı kuş cıvıltısına sağır. Daha iyi bir yaşam için inşa ettiğimiz şehirlerden sürüp çıkardık onları.

Isı ve ses yalıtımlı binalar yaptık havadan nem kapmamak için. Motor ve korna sesleri, egzoz ve lağım kokularıyla birlikte dışarıda kaldı yağmurun şakırtısı, kuşların cıvıltısı. Kedi miyavlamalarına, köpek havlamalarına sağır duvarlarımız. Kendimizden başkasını görmüyor gözümüz.

Şimdi iyi bir yaşam için inşa ettiğimiz şehirlerde nefes alamıyoruz. Düşlerimiz, hayallerimiz şehirlere sığmıyor haliyle. Gözümüz dışarıda, fırsat kolluyoruz. Fırsatını bulduğumuzda kuş olup uçuyoruz.

Kimimiz yürüyüş (Traking) grubuna katılmış. Her haftasonu ver elini dağlar. Kimi denize kaçıyor, kimi balık avına, kimi köye. Herkes ayağı toprağa, gözü yeşile değsin istiyor. Kendi ellerimizle inşa ettiğimiz konforlu ve güvenli kozamızdan çiçekli kırlara, dalgalı denizlere, rüzgârlı dağlara kaçıyoruz.

Şehirden, insanlardan, sorunlardan kaçıyoruz. Nefes almak, yaşamak, yaşadığımızın farkına varmak için kaçıyoruz. Kafa dinlemek, okumak, hayat muhasebesi yapmak, hayatımıza renk katmak için kaçıyoruz. Gurbetten sılaya kaçıyoruz sılanın da gurbet olduğunu unutarak. Kendimizden, hayattan, hayatın sırtımıza yığdığı yükten kaçıyoruz.

Sonra nefes almak için kaçtığımız yerleri de bitiriyoruz. Yürüyüş gruplarının güzargahları yol oluyor. Ne dersen de, çer çöp peşinden geliyor. Köylere dönenler kaşla göz arasında apartman dikiyor güzelliğin orta yerine çıban gibi. Sahillerin durumu ortada. Yayla evleri diye bir furya almış başını gidiyor. Adım başı çarpıklık. Kaçtığımız yere kendimizi, yoldan çıkmış zihnimizi götürmemek mümkün olsa keşke.

Çıtayı yükseğe koyduk. Elindekiyle yetinilecek zaman değil. Büyük balığın peşindeyiz. Peşinden koştuğumuz balığı elde edince bir de bakıyoruz aradığımız o değilmiş. Yeni bir koşu tutturuyoruz.  Dizginler haz ve hızın elinde. Ne aradığımızı bilmediğimiz gibi neden kaçtığımızın da farkında değiliz çoğu zaman. Oysa “Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görülüyor.”

Kış yağışlı geçiyor bu yıl. Sevinemiyoruz. Nehirler, dereler taşıyor; ekili dikili alanları, ovaya kurulan mahalleleri su basıyor. Rahmet zahmet oluyor.

Bu haftasonu köye kaçayım dedim. Sılayı rahim, en sevdiğim kaçış rotası. Hiç olmazsa kiremit çatıyı döven, saçaklarda şakır şakır şarkılar söyleyerek salınıp toprağı öpen yağmuru dinlerim, topraktan yükselen vuslatın rayihasını içime çeker deliksiz uykulara dalarım umuduyla haydi bismillah dedim.

            Yolda olmak iyidir. Faniliğini aklında tutar insan. İşte geldik gidiyoruz. Yol hali hep bunu söyler bana.

Sabuncubeli’ni tünelle aşınca on beş dakikada Bornova yokuşundan İzmir’e salınırken buldum kendimi. Hava puslu. Uzakta sanki tül bir perde arkasından hayal meyal seçilen körfez, onun berisinde çifter çifter cam plazalar. İçini göstermeyen cam hiç tekin değil.

TRT Türkü her zamanki gibi yol arkadaşım. Biri bitiyor biri başlıyor türkülerin. Hepsi hüzünlü, efkârlı, hasret dolu. “Bu dağlar kömürdendir/ Geçen gün ömürdendir.”

Türkü, kaçış rampasını haber veren tabelayı görür görmez başladı. Bilenler bilir. Aynı anda yolun diğer yanında mezarlık uzanır kaçış rampasına denk. Yan yana iki arkadaş. Hayat ve memat. Kaçmak. Kimden? Nereye? Nasıl? Zihnimde soruların bağı çözüldü.

İnsan kendinden kaçabilir mi?

Kaçmak çözüm değil. Çözüm iyinin, güzelin, doğrunun yanında yer almak. Yaşadığımız yerleri yaşanılır kılmak.