Tamer BÜKÜLEN

Tamer BÜKÜLEN

[email protected]

SADAKAT ve İHANET

11 Mayıs 2019 - 19:19 - Güncelleme: 11 Mayıs 2019 - 19:34

SADAKAT ve İHANET

 

 

Karanlık gecesi aydınlık oldu.

Ay bu gece karanlığına mihman olunca karanlığın hükmü kalmadı.

Bu gece ay mürebbisiydi demlerinin.

Aralarında ki sessiz ama içerde çağlayanlar yaratan hasbihalleri geceye kendi içinde damgasını vuruyordu.

Ay verdi o aldı,

Ay verdi o teslim oldu,

Ay verdi dinledi sadece,

Ay verdi izin dedi konuştu yeri gelince,

Ay verdi huzurda kösler vuruldu içinde,

Ay ellerini uzattı, kenarında oturduğu nehrin sularında birlikte yıkarken ellerini babasının o gizemli sesi hâlini mühürledi.

 

 

-Ey ciğerparem ne düşünürsün?

Bu soruyu duyduğunda ayın aydınlattığı nehrin kenarında öylece dalmış oturuyordu. Babasıydı gelen, aynı zamanda yol büyüğüydü ayağa kalktı. Selamlaştılar ve yürümeye başladılar. Bu yürüyüşleri pek sık yapar olmuşlardı. Nehri sağ taraflarına almışlar, sol taraftaki ormanın gizemli seslerini dinleye dinleye ilerliyorlardı.

-Sadakat ve ihaneti düşünüyordum babam.

-Öyle mi, o en çok sadık olanlar kendilerine ihanet edilmesinden en çok korkanlardır bilir misin peki.

Bir kuş sesi gecenin sessizliğini yardı geçti.

-Ya dervişler için babam, diye sözü geceye sundu oğul.

-Ey meraklı gönül bilesin ki bu, insanlara dünyada dünya gözüyle böyledir, lâkin dervişin büyük hazinelerinden biri sultana sadakatıdır.

 

Aksakallı babasının koluna girerken derinden bir oh çekti, ona dokunmak rahatlatıverdi hâlini.

-Ciğerparem canım oğlum unutma, zahir için mühim olan batın için belki nefs olur, batın için hak olan her dem yol olur ruhuna, diyerek konuşmasına devam etti.

-Her cana ruhu üflenmiştir O’nun, O’nun ruhundan gün yüzüne böylece çıkar. Üfleyen O, bahseden O, bir ulu kişinin gölgesinde keşfettiren yine O, öyleyse senin dost gönlüne nasibi yaşamak düşer, bilesin ki bu dahi bir lütuftur can oğul. Arif kişi bilir ki sadıklar ihanetin tuzağına düşmezler, agâh olmak onların şanındandır.

 

Saadethanelerine vardıklarında avludaki tulumbadan abdestlerini tazelediler. Baba oğula yol oldu, oğul yolda yolcu.

Odasına çekildiği an babasının Hak Kelâmı eden güzel sesini dinlemeye koyuldu. Yatsı namazını babasının Kur’an-ı Kerim okumasını bitirdikten sonra eda etti.

Yatmadan evvel beraber yürüdükleri yolu düşündü nehri, ormanı, aniden kanatlanan kuş tekrar gözünün önüne geldi.

Yatağına uzandı, uyuyamadı.

 

İçinin coşkunluğu duygularına yol olup nehrin suları gibi menzile ilerlemek istiyor ve sonunda ruhuna buz gibi bir pınar suyu edasıyla akıyordu. Kalktı. Feneri uyandırdı. Eline kamış kalemi aldı ve kâğıda dökülen şu gönül nağmelerinden sonra yastığını ve yorganını öperek manâ âlemine daldı.

Heybet yere düşmüş

Acz arşa çıkmış

Gönül alçak olmuş yücelmiş,

kanatlanan kuşlar gibi akbulutlar arasında,

 

Hayat ruha susamış

Hâl gönle düşmüş

Ölmeden evvel ölmüş

tohum toprağa hasret iki rahmet arasında.

 

 ...ve sabah, nice muştular arasında babası ile sütlü ekmeğini aşk ile yerlerken gün doğmadan abdest almak için tulumbanın başında babasına peşkiri vermek için ayakta bekliyordu.

Seccade onları heyecanla beklerken onlar her dem namazda olmanın edasıyla tekbirlerini getirdiler.

 

Nice hikmetler hakîmlerin gönlünde, yeni bir günde, yine nehrin yanı başında ama bu kez güneşle birlikte tüm yaşam musikisini âleme salıyorlardı.

 

 

 

 

Emre Hanzade

[email protected]