Dr. Faruk TÜRKÖZÜ

Dr. Faruk TÜRKÖZÜ

[email protected]

KÜRESEL AKTÖRLER VE SINIR ÖTESİ HAREKAT: II

17 Ekim 2016 - 22:58 - Güncelleme: 01 Kasım 2016 - 18:46

KÜRESEL AKTÖRLER VE SINIR ÖTESİ HAREKAT- II

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin sömürge kıskacından büyük ölçüde kurtulmayı başaran Çin’i bu sefer de doğuda büyük emperyal güç olarak ortaya çıkan Japonya uğraştırmaya başlamıştı. Japonya, hem Rusya’yı hem de Çin’i doğuda ürküten bir güçtü. Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki emperyalist hayalleri, 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarıyla hüsran ve felakete dönüştü. Büyük insan kayıplarına uğrayarak ağır bir mütareke antlaşması imzaladı ve nihayetinde ordusunu lağvetmeyi, askersizleştirmeyi kabul eden bir barış antlaşmasıyla uluslararası güçler arenasından çekilmek zorunda kaldı.
Çin ve Rusya artık doğuda Japonya baskısından kurtulmuştu. Amerika Güney Kore’de sıkışıp kalmıştı. Uzak doğudaki Japonya boşluğu, Hindistan’ın İngiliz sömürgesinden çıkması, Amerika’nın Vietnam’dan kovulması, Afganistan’ı tam hakimiyeti altına alamaması, Irak’ta hakimiyet kuramaması, Suriye’de çuvallaması, İran’a baş eğdiremeyerek anlaşma yoluna gitmesi, Gürcistan’da, Ukrayna’da elini yüzüne bulaştırması gibi çeşitli zamanlarda cereyan eden olaylar Doğu Blok’una cesaret vermiştir. Dolayısyla S.S.C.B.’nin 1990’lı yıllarda dağılmasının ardından Amerika’nın dünya hakimiyetini tek başına yürütemediği şeklinde yorumlayabiliriz. Bugün Dünya tekrar iki kutuplu çekişme ortamının içine girmiştir. Küreselleşme sona ermiştir. Medeniyetler arası diyaloğun bir oyalamacadan ibaret olduğu anlaşılmıştır.
Bir tarafta Amerika, İsrail, İngiltere ve Almanya’nın başını çektiği Batı, diğer tarafta Çin ve Rusya’nın başını çektiği doğu ülkeleri vardır. Bu kutuplar çoğu zaman anlaşmış gözükseler de çatışan emperyalist hedeflerinden dolayı sık sık sıcak savaşın eşiğine gelmektedir. Dünya, paylaşımlarda ve güçlerde denge oluşana kadar iki aykırı gücün açık ve örtülü çekişmesine sahne olmayı sürdürecektir.
İşte Türkiye, Batı’nın doğuyu çevreleme stratejisinde, Batı’nın alternatif projelerindeki beceriksizlikleri sonucu ve jeopolitik konumu ile tekrar önem kazanmıştır. 
Türkiye şimdi Batı’ya tam teslimiyet ve onun asker deposu özelliğini taşıyan bir üçüncü dünya ülkesi niteliğini terk etme eşiğinde olduğunu söyleyebiliriz. Hatta 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Rusya ile tekrar yakınlaşma ile bu kritik eşiği de aşmıştır diyebiliriz. Evet, Türkiye duygusal davranmamalıdır. Reel politiği, güçler dengesini göz ardı etmemelidir. AB müracaatını, NATO’daki konumunu terk etmemelidir. Ancak aynı zamanda bağımsız bir ülke ve özgüvenli bölgesel bir güç olarak Japonya, Rusya ve Çin ile de ilişkilerini geliştirmeli, Türk ve İslâm ülkeleriyle yakınlaşmalarını da pekiştirmelidir.
Tarihsel bir gerçekliktir ki; hükümetlerini Siyonizm’in teslim aldığı başat güçler uzun vadede hep yıpranmışlar ve kabuğuna çekilmişlerdir. Fransa ve İngiltere bunlardan ikisidir. Şimdi Amerika bu Siyonistlerin ve Neo Con’ların etkisinde yıpranmaya ve küçülmeye devam etmektedir. Çünkü bu ülke bu lobilerin etkisiyle bugün Amerikan vatandaşlarından çok İsrail’in güvenliği ve menfaatlerini önceler davranış tarzına bürünmüştür. Amerika’nın ısrarla Türkiye’nin güneyinde bir koridor oluşturmaya çalışması bu sebeptendir. Bu koridor hem petrol ve enerji koridoru olacak hem de İkinci İsrail coğrafyası olacaktır. Böylece Büyük İsrail’e bir adım daha yaklaşılmış olunacaktır. 
Zihinlerimizi şöyle bir kurcalarsak, İsrail’in mayınları temizleme bahanesiyle Güneydoğu Anadolu’da Suriye sınırı boyunca oldukça uzun bir şeridin temizlenme işine talip olduğunu hatırlarız. Ayrıca bazı İsrail vatandaşlarının Güneydoğu illerinden toprak satın alması, Şanlı Urfa ve Kilis gibi sınır illerinde çocuklarını doğurmaya gelmesi de ilginç bir gerçektir.
Türkiye, bu iki kutuplu güç dengesini kullanarak kendi bölgesinde her istediğini yapamasa da istemediklerini de yaptırtmayan bir ülke konumuna gelmiştir. İçeride bütün terör örgütlerinin yoğun saldırıları altında olmasına, ekonomik ve siber saldırılara maruz kalmasına rağmen; Türkiye milli mücadelesini inatla sürdürmeye ve hedeflerini yükseltmeye çalışmaktadır.
Türkiye içeride ve dışarıda Kıbrıs’ta Enosis’in hortlaması, Helen yayılmacılığı, Ermeni İddiaları ve Ekümenlik sorunları, devlet adamlarına yapılacak siyasi suikastlar, ekonomik kırılmalar, mezhepsel kıpırdanmalar gibi yakın dönemlerde dış güçlerce kaşınan sorunlar; dozajını arttırarak devam edecek gibi gözüküyor. Bu nedenle Hükümet’in öncelikle içeride tedbirlerini arttırması gerekmektedir. Uygulamalarında OHAL’den tam yetki alsa bile, radikal karar ve tedbirlerin ileride içinden çıkılamayacak daha büyük sorunlara meydan vermemesi ve meşruiyetinin en azından kamuoyu nezdinde zedelenmemesi için; muhalefetin görüşlerinin de dikkate alınması gerekir. Çünkü iç politikadaki beraberlik, dış politikadaki etkimizin katlanarak artmasına sebep olacaktır.
Sınır ötesi harekâtta Türkiye, Fırat’ın doğusuna geçmelidir. İsviçre’nin Lozan kentindeki toplantıdan karar ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin Musul harekâtına tek başına katılamayacağı, küresel aktörlerin ve buradaki koalisyon güçlerinin buna izin vermeyeceği açıktır. Türkiye harekâtın içinde bir şekilde olmalıdır. Ancak böyle; PKK ve YPG’nin legalleşmesini engelleyecektir. Mütakiben Kandil’e harekât söz konusu olabilecektir. İran ile PKK’nın ortaklaşmasını azaltacaktır. Meşru güçlerle terör örgütlerinin irtibatını bozacaktır. O bölgedeki ve Ortadoğu’daki Türk kökenli kardeşlerimize direniş ruhu ve özgüven aşılayacaktır. Kitlesel tehcir ve nüfus hareketlerini önleyecektir. Suriye’nin Türkiye’ye yanaşmasını sağlayacaktır. Ayrıca bu bölgede bir şekilde etkili olmak, hem Kandil’in hem de emperyalistlerin lojistik kayıplara uğramasına yol açar ve Türkiye’nin bölgede sözü geçen bir devlet olmasını sağlar. Suudi Arabistan’da, Körfez ülkelerinde, Mısır’da hatta Mağrip ülkelerinde domino etkisi ile bir prestij yayılmasını tetikler. Görüldüğü üzere Türkiye’nin bu operasyonda proaktif hareket etmesi için duygusal değil, çok önemli bir dizi hayati ve reel gerekçeler vardır.
Bu saha faaliyetlerini yapar ve kendi politikalarını dikte ettirirken Çin ve Rusya’nın kerhen bir desteğini almak bile Türkiye için yeterli olur. Türkiye batı ve İsrail için stratejik bir ortak olarak görülmese bile stratejik önemde bir coğrafyada konumlanmakta ve yine stratejik bir pazar ve güzergâh özelliğini zaten taşımaktadır. Bize göre Türkiye’nin özgün politikalarından dolayı Batı’nın açık bir askeri saldırısına maruz kalabileceği pek ihtimal dahilinde değildir.
Daha öncede belirttiğimiz gibi Batılılar, aynı kampta yer aldığı Türkiye’ye açıktan cephe açmayacaklardır. Ancak tekrar belirtmekte yarar var ki terör faaliyetlerinin yayılması, ekonomik yaptırımlar, sözde Ermeni soykırımı iddialarına parlementer destek, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın şımartılması, AB ile ilişkilerde sıkıntılar çıkarma gibi faaliyetlere hız verecekler, iç fay hatlarımızı hareketlendirecekler ve psikoljik harekât faaliyetlerine ivme kazandıracaklardır. Her zamanki gibi Türkiye’nin aklını ve enerjisini kendi iç sorunlarına vermesi ve kafasını kaldırıp etrafını görememesi için gayret sarf edeceklerdir.