Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU

Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU

[email protected]

TÜRKİYE VE İSRAİL İLİŞKİLERİNİN STRATEJİK ÖNEMİ

17 Haziran 2018 - 20:23

TÜRKİYE VE İSRAİL İLİŞKİLERİNİN STRATEJİK ÖNEMİ

Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU

[email protected]

 

 

 

 

Öz: Türkiye, bölgede jeopolitik konumunun kendisine verdiği avantajların farkındadır. Bu jeopolitik konum, uluslararası arenada Türkiye’ye çok yönlü politikalar üretme olanağı sunmaktadır.

Güçlü Türkiye Ortadoğu ve Avrasya ekseninde rakiplerini tedirgin etmektedir.

 Türkiye büyük jeopolitik oyuncu olabilmek için, gayretlerini ve ittifak arayışlarını kararlılıkla sürdürmektedir.

Günümüzde İsrail bölgede jeopolitik yalnızlık hissetmektedir.

Türkiye ve İsrail siyasi ilişkilerinin kesintiye uğradığı dönemlerde, istihbarat ve ekonomik ilişkilerin ters ilişkili olarak yoğunluk kazandığı gözlenmektedir.

Türkiye, bağımsız politikalar üreterek geleceğini garanti altına alacak özgün İsrail politikalarına ihtiyaç duymaktadır.

Emperyalizm politikalarından arınmış bölgesel işbirlikleri bölge ülkelerinin meşruiyetine katkı sunacaktır.

İki ülkenin birlikte çözmek zorunda oldukları konular stratejik boyutta işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

 

Anahtar Kelimeler: Türkiye, İsrail, Ortadoğu, Emperyalizm.

 

 

 

STRATEGIC IMPORTANCE OF TURKEY AND ISRAEL RELATIONS

 

 

Abstract: In the region Turkey is aware of the advantages that geopolitical position provides her. This geopolitical position offers the opportunity to produce versatile policies to Turkey in the international arena.

Strong Turkey is uneasy their rivals in the Middle East and Eurasia axis.

Turkey to become major geopolitical players, it continues to resolutely efforts and the search for alliances.

Today, in the region Israel has felt geopolitical solitude

It was observed that intelligence and economic relations gained intensity reversely during the period when relations between Turkey and Israel are interrupted.

Turkey needs specific Israeli policies to ensure its future by producing independent policies.

Regional cooperation free of imperialism policies will contribute to the legitimacy of regional countries.

The issues that the two countries have to solve together require cooperation on a strategic dimension.

 

Keywords: Turkey, Israel, the Middle East, Imperialism.

 

Giriş

Türkiye ve İsrail bölgesel rollerde devam eden süreçlerde bağımsız politika üretmekte zorlanmışlardır.

Batı dünyası ve Osmanlı Devleti içerisinde diaspora sürdürmeyi başaran olan Yahudi sermayedarlar günümüzde bu konumlarını uluslar arası konuma evirerek çok güçlü duruma gelmişlerdir.

Bölgede yerleşme ve fetih hareketleri kadim dönemlere dayanmaktadır[1]. Buradan hareketle tarihsel disiplin ve felsefenin, Türkiye-İsrail ilişkileri bakımından çok yönlü bir bakış açısına ihtiya duyduğı kabul edilmelidir. Ancak bu disiplinler determinist ve durağan değil aksine çok yönlü, disiplinli ve saçaklı bilgilerin harmanına bağlı olmak durumundadır..

 

Yahudilerin Müslümanlarla İlk Temasları

Kuran’da İslam’ın ekmel olduğunu gösteren diğer bir husus da, İslam’ın kendinden önceki kitap ehlini kabul etmesi ve bunu emretmesinde yatmaktadır. Yahudiler, Arap Yarımadası'nda uzunca bir süre yaşadılar. Mahmut Kelpetin:

“Hicretten önce Medineʼde Evs ve Hazreclilerin dışında Yahudi kabilelerinden Benî Kaynukâ, Benî Nadîr ve Benî Kurayza mensupları yaşamaktaydı. Hz. Peygamber’in şehre gelişinin ardından ilk uygulamalarından biri, göçün ortaya çıkardığı sıkıntıları gidermeye çalışmak oldu. Yani kendi etrafında şehirdeki bütün unsurların katıldığı bir birliktelik oluşturmaya gayret etti. Bu sayede şehre dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı koymayı ve gayrimüslim unsurlar ile Kureyşʼin işbirliğini engellemek istedi. Böylece Hz. Peygamberʼin nihaî söz sahibi olduğu ve Medine toplumunun bütün unsurlarının katıldığı siyasî birlikteliğin temelini atan sözleşme metni hazırlanmış oldu. Tarihe “Medine Sözleşmesi” olarak da geçen bu anlaşmaya her üç Yahudî kabilesi de destek verdi ve Benî Kurayza, Evs kabilesinin müttefiki olarak anlaşmaya katıldı. Hicretin ilk yılında yürürlüğe konan bu anlaşmaya göre Medineʼnin iç güvenliği; Yahudilerin can, mal ve dinî hürriyetleri teminat altına alınmakta, Medineʼye dışarıdan herhangi bir saldırı söz konusu olduğunda şehri Müslümanlarla birlikte savunmaları istenmekte; başta Kureyş olmak üzere Müslümanların düşmanlarıyla anlaşma yapılması yasaklanmaktaydı” demektedir[2]. Süleyman Mabedi’nin yıkılmasıyla Yahudiler Heyber vahası ile Medine ve Mekke'ye göç ettiler. Burada ayrıca Necren'deki Hristiyanlardan söz etmek gerekmektedir Yahudi ve Hristiyanların buralardan sürülmesi 650 yılına kadar devam etmiştir.

 

Hristiyan Skolastizmine Karşı Yahudi-Müslüman İttifakı

Hristiyan dünyası başlangıçtan itibaren Yahudilere ve Müslümanlara nefret göstermekteydi[3].

1095’te Kudüs’te Müslüman-Yahudi karşıtlığı zorunlu olarak Müslüman- Yahudi ittifakına yol açmıştır.

Hazar Musevi Türk devleti yıkılınca Yahudi dinini değil ama Museviliği kabul eden olan Türkler Ukrayna, Azerbaycan, Kazakistan, Polonya gibi yerlere intikal etmişlerdir. Hazarların Kuman-Kıpçak olduğu konusunda bazı görüşler vardır[4].

                Britanya’nın sömürgelerini korumak maksadıyla aldığı bu kararı önemsiyoruz. Bize göre, bu yaklaşımın pratik ve somut yaklaşımı olan, Balfour bildirgesi geri plana düşmektedir. Esasen konuya eğilenler Balfour bildirgesi nin gücünü genel bir algı yönetimi kronolojisi içerisinde sözcükler içerisinde aramaktadırlar. Bu “bildirge”gücünü Kolonyal Konferansı’dan almaktadır. Örneğin günümüzde ABD Kıbrıs için “Kerry Bildirgesi” yayınlamış olsa bu nasıl bir geri plan antlaşmasının somut ve pratik etkisi olabilecek önlem taşıyabilir? O yüzden Kolonyal Konferansı o gün için sonuçları fark edilmeyen ama bizce sonuçları bu gün çok yüksek olan mahiyette bir konferans hükmündedir diye değerlendirmekteyiz.

                1856 Islâhat Fermânı ile Osmanlı Devleti Tanzimat uygulamaları sanılanın tersine bazı Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışması sonucuna yol açmıştır.

1856 Islahat Fermanı ile gayrimüslimler devlete memur olabilmekteydiler[5]. II. Abdülhamid zamanında Yahudiler bu durumdan yararlanmışlardır.

Özellikle İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde  belirgin sayıda Yahudi görev almıştır. 1865'te Tıbbiye'de Yahudi öğrenciler yetişmiştir[6].

Laisizme veya seküler yaşama geçiş sürecinde çok sıkıntılar ve zorluklarla boğuşmak zorunda kalan Mustafa Kemal, Hilafet ile ilgili Nutuk’ta: “Bu açıklamalardan sonra, genel görünümü, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabuk ve basitçe hep beraber gözden geçirelim: Düşman devletler Osmanlı devlet ve ülkesine nesnel ve tinsel yönlerden saldırı halinde; yok etmeye ve bölmeye karar vermişler. Padişah ve halife olan kişi, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor, hükûmeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde ne olacağını bekliyor. Felâketin korkunçluğunu ve ağırlığını kavramaya başlıyanlar, bulundukları çevre ve hissedebildikleri etkilere göre kurtuluş çaresi saydıkları önlemlere baş vuruyorlar.. Ordu, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savaş’ın bunca güçlük ve sıkıntılarından yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor, gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında kafaları çıkar yol, kurtuluş yolu aramakla meşgul.. Burada, pek önemli olan, bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, padişah ve halifenin hainliğinden haberi olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla uyumlu ve sâdık. Ulus ve ordu kurtuluş yolu düşünürken kuşaktan kuşağa geçen bu alışkanlıkla kendinden evvel yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtuluş ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halife ve padişahsız kurtulmanın anlamını kavrama yeteneği yok... Bu inanca aykırı, görüş ve düşünceleri açığa vuracakların vay haline. Derhal dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur” değerlendirmesini yapmıştır. Görüldüğü üzere memleketin içinde bulunduğu genel durumu değerlendirebilen aydın sayısı oldukça sınırlıdır.

Tuncer şöyle yazmaktadır: “Yahudi, Mason ve Fransız dostu olmakla ve onların çıkarlarına hizmet etmekle suçlanan Cavit Bey, Trablusgarp elden giderken, en fazla çırpınan ve mücadele edilmesi gerektiğini söyleyen İttihatçılardan biridir. Trablusgarb’ı hiçbir hak iddia etmeden verip barış yapma taraftarı olan Maarif Nazırı Abdurrahman Bey’le tartışır ve “Genç Türk hükümeti kimlerin eliyle idare ediliyor; görüp ağlamalı...” der. 23 Temmuz 1925’te Meşrutiyet Bayramının yıldönümü dolayısıyla oğlu Şiar için tuttuğu deftere şunları kaydeder: “... Bu bayrak (Türk Bayrağı) hayatta senin en yüksek mefkûren olsun... Onu yükseltmek için didin, çalış, çabala, Türk Milliyetini, Türk Mefkûresini, İttihat ve Terakkî doğurdu. Geçmişe baktığımızda hareketimizde namustan, vatan sevgisinden başka bir saik görmemekle iftihar ediyoruz.”

Hilafet kozu elbette o günün şartları içinde değerlendirilmesi gereken önemli bir siyasi manevra niteliği taşımaktadır. Bu yüzden günün şartlarını iyice tahlil etmeden sonuca varmamak gerektiği şüphesizdir.

 

Türkiye-İsrail Siyasi İlişkilerinin Stratejik Kırılma Noktaları

Şimdilik kavramların oturmuş olanlarını kullanmak durumundayız. En azından güçlü oluncaya kadar kendi terimlerimizi kullanacak bir dış politika periferisi ve reel politik kurumsal yapısı olan bir geçmişimiz var.

Öte yandan İslam’ın primer yapısı esasen içerisine maturidi bir  “Kuzey Müslümanlığını” taşırken, “Güney Müslümanlığını” benimseyen Güney Müslüman ülkeler sanılanın aksine “Batı algı yönetiminin” manipülasyonuna daha açık bir halde bulunmaktadırlar. Toynbee: “Güney Müslümanlığı, Eşarilik (Fas’tan Arabistan’a) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir Şeyh satın alır hepsini yönetirsiniz.  Bizim için Kuzey Müslümanlığı, Maturudilik  (İstanbul’dan Buhara’ya Türk bölgesi) tehlikelidir. Bunlar bilimle barışıktır. O nedenle her zaman Atatürk gibi bir asi çıkarabilir. Önlemi şimdiden alınmalıdır” demektedir.

Müslüman İsrail eşittir Kürdistan’dır” denilmektedir[7].

Tarihçi analiz-sentez yaparken kendi bilgi ve sistematiğini özgün olarak kullanır. Madem tarihçidir. Jeopolitik analizleme biçimi artık ona yapışık ikiz gibidir. Jeopolitik olmadan yapılacak değerlendirme kadük kalacaktır. Buna ilaveten tüm bu ilişkiler daha günümüzdeki değişkenlerle inceleneceğinden, jeopolitik unsurlara başvurmadan değişiklikler anlaşılamayacaktır.

Örneğin Osmanlı Devleti içerisindeki toprak ve vergileme sistemi nüfusu oluşturan bir aradaki, Türk, Arap, Slavların, yani, Müslüman, Ortodoks Hristiyanlar, Maruniler ve Katolikler açısından sürdürülebilir bir jeopolitik olarak adil ve ayanlara karşı eşitlikçi miydi? Üstelik bu yapıdaki toplumsal siyasal ve psikolojik unsurlar “aydınlanma” ya dayanabilecek miydi? Çünkü aydınlanma, bilim, doğa, mutluluk, akıl, erdem ve faydacılık üzerine kurulmuştu. Bu mozaik çoğunluğu bir arada tutan eski unsurlar aynı ülküde neden bu güne kadar gelememiştir? Sorun, bu unsurları istismar eden başka güçlerde olsa bile, bunu değiştiremeyenlerin hiç mi suçu yoktu? Başka amaçlar için kasıtlı olarak devlet yapıları ile oynanılmak istendiği bu gün daha açık olarak anlaşılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin bölge halklarını bir arada tutan harç niteliği günümüzde daha da önem kazanmaktadır.

Bu başka bir incelemenin konusu olabilecek kadar ilgi çekicidir[8].

Ortadoğu’da olanlara ABD veya Batı’nın gözdağı vermesi olarak bakan görüşler de vardır. Ortadoğu bölgesinin mallarının büyük kısmının müşterisi olan Batı bu borcu “cash” olarak değil ama kâğıt üzerinden borçlanarak yapmaktadır[9]. Ancak aynı oyun bir de Büyük Ortadoğu denilen Avrasya’da sürdürülmek istenmektedir. Bu paylaşım bitmeden Ortadoğu durulmayacaktır. İsteniyor ki Avrasya’da Batı’ya mal satsın enerji üretsin. Dünya nüfusunun en zengin ile en yoksul yüzde yirmisi arasındaki küresel gelir farkı ortaya konduğunda, 1960 yılından 2000 yılına kadar gelir pay oranı 30 kattan 70 kata fırlamıştır. Bu önemli bir göstergedir[10].  Cari açık ve banka operasyonları uluslararası sisteme bağlı olduğu için başka yapılanma fikirleri de zaten konuşulmaz bile. O zaman buralar hep kaos içinde olmaya devam edecektir diye düşünmek yanlış olmaz. Güç dengesi arayışları bu çıkarlara göre kuramsallaştırılmaktadır[11].

Bu kadar karmaşa ancak istihbaratçıların, entelejansiyanın maharetli temsilcileri olan diplomatlar ve görevlilerce üst-alt, merkezi, ademi-merkezi olarak her düzeyde yürütülmekteydi. Ancak bu grupları cemiyet ve onları da salkım taneleri şeklinde masonik gruplara bağlamak ve sürdürmek üstün bir organizasyon gerektiriyordu. Denilebilir ki 20. yüzyılın başında bunlarla ilgili teorik alt yapı çoktan tamamlanmıştı. Örneğin İttihat Terakki elemanlarını loca tayinleri ile taltif ederek bu ilişkileri ve haber toplama vasıtalarını canlı tutabiliyordu. Emmanuel Karasso (Emin Karasu) o dönemler bu irtibat elemanları içerisinde önemli şahsiyetlerdendi[12].

Oyun içinde oyun Ortadoğu’da başka bir oyunun oyununa gebedir. Tarih her ülkeye bu türden “yükleri” taşımaya ayrıca mecbur eder. Türkiye bu tarihi yükü bazen unutsa bile her zaman omuzlarında hissetmiştir.

Türkiye ve İsrail ilişkisine gelince bu yapıda sorulmayan bir soru olduğunu düşünmekteyiz. Birbirleri ile kara sınırı olmayan iki ülke nasıl oluyor da bu kadar iç içe politika üreterek karşı karşıya ve yan yana gelebilmektedir? Bilindiği gibi Türkiye, Osmanlı Devleti’nin 22 milyon km. ye yakın sınırlarının bakiyesi olan 789.000. km sinin üzerinde Misak-ı milli hedeflerini tam gerçekleştirememiş bir vaziyette dünya politikalarında eski emperyal gücü olmadan ulus devlet olarak yeni bir sayfa açmıştır[13]. Ancak karşısına Batı tarafından değişik Sevr tuzakları çıkarılmaktadır. Türkiye adeta baldıran şerbeti içmeye zorlanmaktadır. İç toplumsal yapısını homojen bir şekilde tutmaya çalışarak yaralarını sarmaya çalışan Türkiye’nin bu kıymetli coğrafi yapısının kefaretini her daim kendisine hatırlatılmasından rahatsız olduğu aşikârdır. 1980’li yıllardan günümüze hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden iç-dış terör-çatışma ve huzursuzluk ortamı, hâkim güçlerin bölge coğrafyası üzerindeki planlarını işaret etmektedir.

Ramazan Özey: “Yeryüzünün çok yönlü araştırılması demek olan jeopolitik, aynı zamanda Siyasi Coğrafya ile büyük ölçüde benzerlik gösterir. Zaten jeopolitiğin kurucusu sayılan Profesör Friedrich Ratzel (1844 - 1904), Münih ve Leipzig üniversitelerinde Siyasi Coğrafya hocalığı yapmış bir Alman bilim adamıdır. Ratzel diyor ki; “Devlet, bir hücreden meydana gelen bir organizmadır. Devlet, gelişme ve yayılmayı arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük devletlere dışarıdan istilâ yoluyla mümkün olur.”

Ratzel’in fikirleri, kendisinden sonra gelenleri büyük ölçüde etkilemiş ve çeşitli jeopolitik görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların başında Münih Üniversitesinde Siyasi Coğrafya ve Askeri Tarih dersleri okutan Karl Haushofer (1869 - 1946) gelir. 1924'de “Zeitscrift Für Geopolitik” dergisini çıkaran Haushofer; Devletin konum alanını, en önemli güç unsuru olarak görür. Görüşleri 2. Dünya savaşında, Hitler’in politikasında etkili olmuştur.

Haushofer’in çağdaşı Halford Mackinder (1861-1947), Londra Üniversitesinde Coğrafya profesörlüğü ile İngiliz Kraliyet Coğrafya Cemiyeti İkinci Başkanlığı’nı yürütürken, dünya savaşlarının çıkışına yol açan ve yaklaşık 12 milyondan fazla insanın öldürülmesine sebep olan “Kara Hâkimiyet Teorisi”ni ortaya atmıştır. Doğu Avrupa’ya hükmeden bir devlet Hearland’a hâkim olur. Hearland’a hükmeden ise öncelikle İç-Kenar Hilâl’e ya da Rimland’a hükmeder. Sonra da Dış-kenar Hilâl’e yani bütün dünyaya hâkim olur.”

“Kara Hâkimiyet Teorisi” olarak bilinen bu görüşte, Müslüman Türk Dünyası’nın yeri “İç veya Kenar Hilâl” kuşağı içindedir. Haushofer ve Mackinder’in görüşleri, özellikle Hitler tarafından kabul görmüş ve 2. Dünya Savaşı ile uygulama aşamasına geçirilmiştir. Daha sonra, Sovyet Rusya, bu görüşü gerçekleştirmek için, 70 yıl boyunca, Avrasya’yı kan gölüne çevirmiştir.

Mackinder’in bu görüşüne karşıt görüşler geliştirilmiş ve bu konuda Amerika Birleşik Devletleri (ABD), özellikle; “Kenar Kuşak Teorisi”ni, “Deniz Hâkimiyet Teorisi”ni ve “Hava Hâkimiyet Teorisi”ni ortaya atmıştır. ABD Yale Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler Profesörü Nicholas J. Spykman (1893 - 1943), Mackinder’in görüşlerine karşı bir başka görüş geliştirmiş ve “Kenar Kuşak Teorisi”ni ileri sürmüştür. Bu görüşle, hâkim güç Heartland değil, Dış-Kenar Hilâl üzerindeki ülkelerdir. Bunların başında ABD gelir. Ancak Heartland’a ulaşmak için, İç-Kenar Hilâl’in yani Müslüman Türk Dünyası’nın ele geçirilmesi şarttır.

Spykman’dan başka, ABD’de yaşayan Amiral Alfred Mahan (1840 - 1914) tarafından, “Deniz Hâkimiyet Teorisi”ni, yine Albay Hausy Scitaklian ve birçok ABD’li havacı tarafından ileri sürülen “Hava Hâkimiyet Teorisi” geliştirilmiştir. Şüphesiz, dünyaya hâkim olmak için, önce Müslüman Türk Dünyası’nı (İç-Kenar Hilâl’i) işgâl etmek gerekmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’ndan sonra, Türk Dünyasına olan saldırılar ve işgâller de, sanırız bu görüşlerin etkisi büyüktür.

 2. Merkezi Türk Hâkimiyet Teorisi

Oysa bu görüşler, temelde tutarsızdır. Çünkü Doğu Avrupa da Sibirya Heartland (Dünyanın kalbi) olamaz. Her şeyden evvel kalp, merkezde ve çevresi bütün tehlikelere karşı korunmuş bir konumda olmalıdır. Hâlbuki bu bölge, Kuzey Kutba oldukça yakın, iklim şartları bakımından insan yaşamasına müsait olmayan bir bölgedir. İnsansız bir kale elbette hiç bir anlam ifade etmez.

O halde, yeryüzünde coğrafyanın ve jeopolitiğin çizdiği kavram ve ölçüler çerçevesinde sağlam bir kale yani dünyanın kalbini aramak gerekir. Konu bütünüyle ele alınıp incelendiğinde, “Anadolu Yarımadası” bütün ölçülere uygun düşmektedir. Çünkü Anadolu, Asya, Avrupa ve Afrika eski kara kütlelerinin bitişme noktasında yer almaktadır. Yarımadanın üç tarafı denizlerle çevrilidir. Yükselti bakımından kıtanın en yücesi olan Asya’dan (ortalama 1010 m.) bile hayli yüksek (Türkiye Ortalama yükseltisi 1132 m.) bir kara parçasını teşkil etmektedir. Asya ve Afrika’ya bitişik olduğu kesimlerde aşılması zor sıradağlar yer almaktadır.

Bütün bu genel özellikleriyle, Anadolu; tam bir kaleyi andırmaktadır. Kalenin Asya’ya açılan burcu Malazgirt, Avrupa’ya açılan burcu ise İstanbul’dur. “Merkezi Hâkimiyet Teorisi” adını verebileceğimiz bu görüşe göre; “Anadolu Yarımadası Heartland, Heartland’ı çevreleyen Balkan yarımadası, Kafkaslar, İran, Arabistan ve Kuzeydoğu Afrika; kısacası Balkanlar ve Ortadoğu, dünya kalesini çevreleyen iç çemberi meydana getirir. Bunun dışındaki kara parçaları ise, dış çemberi ya da dünya adasını oluşturmaktadır.” Bu görüş çerçevesinde şöyle bir sonuca varabiliriz; “Dünya Kalesi’ni (Anadolu’yu) elinde bulunduran bir millet, iç çembere hükmeder. İç çembere hükmeden bir millet ise, dış çembere yani dünyaya hâkim olur.”

Kuşkusuz bir teorinin doğruluğu, ispatlanmasıyla mümkündür. İşte bu teori, tarih boyunca üç kez ispatlanmıştır. Batıya açılan burcu İstanbul ile birlikte Anadolu; M.Ö. 2. yüzyılın ortalarından M.S. 395'e kadar Roma, 395 - 1453 arası Doğu Roma ve 1453 - 1923 devresinde de Osmanlı İmparatorluklarının (Gerçi Anadolu’da Türk hâkimiyeti 1071 Malazgirt Zaferi ile başlar) hakimiyetlerinde temel çekirdeği oluşturmuş ve kale görevini görmüştür. Söz konusu bu kale, 1923'den bugüne (1995) kadar da Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer almaktadır”demektedir[14].

Seküler yaşam biçimini deklare eden Türkiye geçmiş mirası dolayısı ile diğer dini merkezlerle ve İslam ile temasını kesmiş durumda değildir. Algı yönetimlerinin hedefinde olan Türkiye bu konumunu geliştirmek ve toplumsal bütünlüğünü korumak istemektedir. Tam bir karşıtlıklar içerisindeki sosyal yapısındaki homojenliği artırma gayretindedir. Bu sancılı bir deneyim olmaktadır.

 

Türkiye-İsrail İlişkileri Üzerine Farklı Yaklaşımlar

Türkiye ve İsrail egemen elitleri ve karar vericilerinin yukarıda bahsedilen saçaklı yapının temelinde ilişkide bulunmaları elzemdir[15].

Esasen sanılanın aksine her iki ülkenin kriz dönemlerinde ekonomik, siyasal, istihbarat noktasında artan bir trend yakaladıkları bilinmektedir.

İsrail’in bölgede belirmesiyle sorunlar başlamıştır. Türkiye ile İsrail Batı kampının dayatmaları sonucu ilişkilerini açıktan sürdüremedikleri durumlarda “örtülü” faaliyet yürütmek durumunda kalmışlardır.

İngiltere sonrası Osmanlı bakiyesi topraklarda çatışma çıkaracak sınırların tanzim edilmesine dikkat edildiği açıktır.

İsrail ve Türkiye arasında  “one minute ve Mavi Marmara Olayı, Kudüs, Filistin konuları” ilişkilerin adeta test edildiği alanlar olarak belirmektedir.

Türkiye’nin salt örtülü İsrail ilişkisi ile, Arapların da bulunduğu bir coğrafyada taraf olmadan jeopolitik oyuncu olma olasılığı düşük görünmektedir. Yine de küresel oyuncular ile işbirliği de sırada durmaktadır[16].

Diğer bir yaklaşım ise, İsrail’in “uzlaşmasız” tavırlarının kendi bilerek ve isteyerek tercihi olmadığı yönündedir. Ülke yönetiminde dışişlerinin etkin olamaması ve dış bağıtları onun bu destekli gücünü “özgüvenini” yansıtmaktadır. Fakat günün birinde bu seçeneği de tükenebilir.

Ayrıca İsrail’in “uzlaşmaz” tavırları onun küresel dayanağını tarif etmektedir. Ancak bu tutumunda bir sonunun olacağı beklenmektedir.

İsrail’in bölgede kalıcı ve meşru bir barışı gerçekleştirmesi varlığını tartışılmasına yol açacağı endişeleri Yahudi toplumuna hâkimdir. Öte yandan Siyonistler bunun İsrail emperyalizmine ters olduğu kanıksamışlardır.

 

Filistin Konusu

Filistin konusu tek bilinmeyenli denklem olmaktan çok uzaktır. Bu konu dipsiz kuyuya atılmış bir mesele haline dönüşmüştür.

Yine bu konuda iki ülkenin bağımsız politika üretebilecekleri saha olmaktan çok uzaktır.

Filistin Devleti müzakere yapmaya ve İsrail’in lehine ilişki kurmaya zorlanmaktadır[17]. ABD, Batı ve etkili İsrail lobileri ağırlığını bu yöne evirmektedir.

FKÖ Batı Şeria’da, Hamas ise Gazze’de kontrolü elde tutmaktadırlar. İsrail ise bundan istifade etmektedir. Ancak yeni bir intifada yakın durmaktadır.

İsrail’in bazı akil kanatları henüz bir etkinlik gösterememektedirler.

Önümüzdeki dönemler Türkiye İsrail ilişkilerinin test edildiği ana konuların “kırılma” yaşanacağı şekle dönüştüğü bir şekle geleceği ayrışmaların dönemi olarak görülmelidir.

 

ABD ve Batı Dünyasının Bakışı

İsrail’in yeni yerleşimler ile tutumları endişe vericidir[18].

Son olarak “Kudüs İsrail’in başkentidir” kararına karşı; BM üyesi devletlerin aksi yönde aldığı karar gelinen karşıtlığın bir ölçüsü olarak önümüzde durmaktadır.

ABD ne zamana kadar bu tavrını sürdürebilecek merak konusudur.

İsrail’in bu kadar sorun arasında teknolojik ve personel niteliğinin ilerlemesi ise bir dikkat çekicidir [19].

İsrail tarım ve sanayileşme meselelerini diaspora bilgisi ile hızlıca çözmüştür.

Mescid-i Aksa’da yaptıkları kazı çalışmaları İsrail’in tetiklediği diğer sorunların en başında gelmektedir.

İsrail içerisinde kim gruplar Siyonizm ülküsünü sürdüreceklerini kanıtlamaktadırlar. Siyonist karşıtlığı Anti-Semitemizm ile karıştıran bazı Siyonistler İsrail’in jeopolitik geleceğine darbe vurmaktadırlar.

 

Türkiye’nin Bakışı

Türkiye’nin jeopolitik büyüme hedeflerinin karşısına yeni “Sevr uygulamaları” çeşitli şekillerde sürülmektedir[20].

Türkiye, en son noktada büyük bir işgal ve kan gölüne dönüşse de küllerinden dönüşebilecek yeteneği haiz görünmektedir.

Aynı durum İsrail için Beka sorununa dönüşebilecek kadar önemlidir.

Türkiye buna rağmen bölgedeki arabulucu konumunu sürdürmekten vazgeçmeyecektir.

Ancak şimdilik çok yakın bir dönemde barış artık sağduyudan çok uzaktır..

Ortadoğu’da siyasi çözüm için terörün[21] seçenek olarak elde tutulması alışkanlığı hala sürmektedir.

Siyonist emperyalizm büyük oranda Arap milliyetçiliğini istemeden ayağa kaldırmıştır[22].  

Türkiye mevcut dinamizmi sayesinde bölgedeki eski/doğal kaynaklanan fırsatları kaçırmayacağını yüksek sesle dillendirmektedir.

İsrail Türkiye’nin bu avantajını emperyal ve küresel destekle boşa çıkarmaya çalışmaktadır. Bu mücadele ilerde oluşacak çatışmaların habercisi olarak algılanmalıdır. Öte yandan her iki ülke de iç mekanizmalarının onarımı ile hızla mücadele vermektedir.

Bu son sıkışmışlık İsrail açısından son derece vahim sonuçlara yol açabilecek yöne doğru ilerlemektedir.

Bu yüzden Türkiye ve İsrail bölgedeki jeopolitik iki rakiptir.

ABD ve küresel aktörler eliyle bölge üzerinde sahaya sürülen yeni sorunlar artık engellenemez konumdadır[23].

 

İsrail’in Jeopolitik Geleceği

ABD’nin Avrasya ekonomik çıkarları üzerine yönelmesi ile ortaya çıkan yeni gelişmeler Ortadoğu bağlamında değişik ve hazırda bekleyen sorunları serbest bırakmıştır. Böylece Rusya, İran, Türkiye saflarını belirlemeye başlamıştır[24].

Bu durum İsrail’in bölgeye yönelik niyetlerini ortaya koyacak ölçekte bir resmi açığa düşürmüştür. Türkiye, bir yandan İran’ın Doğu Akdeniz’e çıkmasına karşıdır[25].

Suriye ve Irak suni sınırlarının yeniden dizayn edileceğini net olarak kanıksamışlardır.

 Türkiye kendi sınırlarının tartışılır hale dönüştürülmesinden öte bölgede eski konumunu sürdürecek tüm avantajlarını kullanmaya kararlı görünmektedir.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin bundan sonra yukarıda ana eksenleri açıklanmış parametreler üzerinden sürdürüleceği ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki iki ülke ilişkilerinin ise “açıktan” yürütüleceği kesinleşmiştir.

İsrail Devleti’nin kuruluşundan günümüze edindiği toprak kazanımlarının ileride tartışılır hale geleceği ümidini taşıyanlar artık yüksek sesle bu konuyu tartışmaktadırlar.

Günümüzde Batı’nın İsrail’e olan desteğinin iç kamuoyunda tartışılı hale dönüşmüştür. Bazı aydınlar Batı’nın İsrail’i ateşe attığını dillenmektedirler.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin stratejik önemi önceki dönemlerdeki güdümlü dış politikalarının görüntüsünden çok uzaktır. Bu stratejik önem müttefiklik ilişkisinden ziyade karşıt kamplarda gelişen bir stratejinin öneminden kaynaklanmaktadır.

Son gelinen durumda; Türkiye’nin tarihsel, dinsel ve etnik bağları anlamında bölgedeki hamiliğinin önemini bir kez daha ispatlanmış görünmektedir.

Yahudiler bölgede yüz yıla dayanacak bir varlık sürdürüp sürdüremeyecekleri noktasında emin olamamaktadırlar.

Araplar, homojen bir politika üretmekten çok uzak görünmektedirler.

Filistin konusu, sınırlar, mülteciler, Yahudi yerleşimciler, Kudüs’ün statüsü, Mescid-i Aksa konuları sırada bekleyen mayınlı sahalardandır.

Şu günlerde ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in Başkenti olduğu yönündeki kararı ileride büyük kırılma noktası olarak anılacaktır.

Türkiye dış politikasının İsrail dış politikasına denk düşmediğinde bu durumun dış karar vericiler eliyle eş güdümlü hale getirildiği çoğunlukla gözlenmiştir.  Bu gün bu durum çok farklı ve değişik stratejiler ile önemini yitirmeye yüz tutmuş görünmektedir.

Türkiye-İsrail diplomasisinin günümüzdeki kopuşu küresel güçlerin kontrolünü kaybettiğinin başka bir göstergesi olara ayrıca incelenmelidir.

Bölgedeki varlığını çatışmalar ile dikte ettiren İsrail elitleri yayılmacı konumlarını uzlaşmaz tutumları ile garantilemişlerdir.

Başlangıçta elde edilen küresel destek artık onları beka sorunlarına yol açacak küresel bir maceraya itmektedir. Bu bilinmezlik İsrail aydınları tarafından dile getirilse de siyasal Siyonizm önünde güçsüz kalmaktadırlar.

Batı politikaları yoluyla; kendi çıkarları yönündeki politikaları ile İsrail’i bölgede yalnızlığa itmekten çekinmeyeceklerini ispatlamaktadırlar.

 

Sonuç

Avrupa, Amerika ve Uzakdoğu, Ortadoğu doğal kaynakları üzerinde artan bir yoğunlukta sancılı politikaları sürdürmeye kararlı görünmektedirler.

Bu durumda Ortadoğu’da barış çok uzak bir gelecekte bile mümkün görünmemektedir.

Yeni hazırlanıp kurgulanan çatışmalar bölge haritalarının görünmez sınırlarının hazırlanmakta olduğunun başka bir işareti sayılmalıdır.

Türkiye’nin yok sayılacağı harita denklemlerin başka sorunları tetikleyeceği unutulmamalıdır.

Bunu sahaya sürülen oyuncuların sıklıkla değişen isimlerinden anlıyoruz.

Bölgedeki sakinlerin hangi ortak pota altında yaşam sürdürebildiğini anlamak için Türkiye önemli bir örnek olarak önümüzde durmaktadır.

Ayrıca bölgenin dinamiklerinin uzun süre istismar edilemeyeceğinin dış güçlerce anlaşılmak istenmediğine şahit olmaktayız.

Türkiye; Rusya, İran ekseninden ters bir konuma düşüp yeniden ABD ve İsrail ile birlikte hareket ettiği takdirde İran ve Rusya’nın işgaline uğrayabilir. Eğer Rusya Batı’da Almanya’yı da işgale yönelirse Yunanistan da Ege bölgesi ile ilgili emellerini yürürlüğe koyabilir. Bu sarmal ABD ve Rusya rekabeti gibi görünse de zımnen bir anlaşmanın sonucu olarak değerlendirilmelidir.

ABD’nin Rusya ve İran’ı Türkiye üzerinden çıkarması kendisinin bölgeye yerleşmesi ile sonuçlanabilir. Bu küresel başka Savaşların sadece habercisi olabilecek ölçekte görülmelidir.

Modern Türkiye gelenekleri çağdaş ilkeleri ile buluşturup toplumsal yapısını geliştirebilirse çevre ülkeler için özgün bir model oluşturabilir. Bu olgu cazibe yaratacak türden önemli bir anlam taşımaktadır.

Bu yaklaşım çerçevesinde Türkiye-İsrail ilişkileri yine de İsrail’in beka sorunu ile açıklanabilir. Türkiye hali hazırdaki konumu ile

Ortadoğu’da Amerikan–İngiliz politikacılılarının planlarının akamete ulaştırabilecek güce ulaşmıştır.

Günümüzde Türkiye-İsrail ilişkilerini “gizlilikten” “açık” konuma kaydığı dönemlerine şahit olmaktayız.

Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bu yeni pozisyon dikkat çekici bir hale dönüşmüştür.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin stratejik öneminin, bağımsız politika üreticilerinin özgün yaklaşımları bağlamında değişkenlik göstermeye devam edeceği anlaşılmaktadır.

Kaynaklar

      Aksu, Fuat. Türk-Yunan İlişkileri: İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi Yayınları, Ankara, 2001.

Arı, Tayyar Uluslararası İlişkiler, Alfa Basım Yayın Dağıtım, İstanbul, 1997.

Bacık, G ve Fahrettin Canbaş, “Kimlik-Din-Tarih ve Dış Politika Tartışmaları Işığında Rusya”, Avrasya Dosyası, Grafiker Ltd. Şti, ASAM Yayını, Cilt:5, Sayı: 2,  Ankara 2000, ss. 313-328.

Ben-Haim, Ruth. İsrail Hakkında Gerçekler, İsrail Enformasyon Merkezi, Keter Pres, Kudüs, 2008.

Coşkun, Mustafa, “Ortadoğu Araştırmaları-Camp David Görüşmeleri ve Sonuçları” Stratejik Analiz, Grafiker Ltd. Şti, Eylül, Cilt:1, Sayı: 5, ss. 35-41.Ankara, 2000.

Dilan, Hasan Berke Türkiye’nin Dış Politikası (1923-1939), Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 1998.Finkelstein, Norman G. “Wye River Anlaşmasının Genel Anlamı”, Avrasya Dosyası, ASAM Yayını, Cilt: 5, Sayı: 1, Ankara, 1999, ss. 330-338.

Gülmez, Nurettin Ceyhun Demirkollu, “Manisa’da Manevi Bir Pınar Aynı-Ali, Erciyes Dergisi, Mart, Yıl:37, Sayı: 435, Kayseri, 2014.

Kaynak Mahir, Emin Gürses, Büyük Ortadoğu Projesi, İlk Yayınları, İstanbul, 2004.

Kaynak, Mahir Emin Gürses, Yeni Ortadoğu Haritası, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2007.

Kelpetin, Mahmut “Beni Kureyza Gazvesi İle İlgili Rivayetlerin Değerlendirilmesi; İbn Hişam Örneği”, Tarih Dergisi, Sayı: 53, 2011 / 1, İstanbul 2012.

Koestler, Arthur Onüçüncü Kabile, (çev: Belkıs Dişbudak), Say Yayınları, İstanbul, 1999.

Özcan, Nihat, Ali. “Terör ve Çatışma Araştırmaları-İran’ın Türkiye Algılaması ve Politik Araç Olarak Terör”, Stratejik Analiz, Dergisi, ASAM Grafiker Ltd. Şti. ASAM Dergisi, Haziran, Cilt: 1, Sayı: 2, ss. 49-55, Ankara, 2000.

Özey, Ramazan “Türk Dünyası’nın Jeopolitik Önemi ve Başlıca Sorunları.” T.C. Başbakanlık TİKA, Avrasya Etüdleri, Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 20. Ankara, 2001.

Peterson, Lee. “Başkan Putin ve İcraatları Rusya’da Eskiye Dönüş Olarak Kabul Edilebilir mi?” Avrasya Dosyası, Ekip Grafik, Uluslararası ilişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Kış, Cilt: 6, Sayı: 4, ss. 16-24, Ankara, 2001

Rivlin, Paul. ”Arap Dünyasında Liderlik ve Ekonomi”, Avrasya Dosyası, ASAM Yayını, İlkbahar, Cilt: 6, Sayı: 1, ss. 267-283, Ankara, 2000.

Sander, Oral Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, 1998,  İmge Kitapevi, 7. Baskı, İstanbul, 2004.Sander, Oral. “Türkiye’nin Batı Bağlantısı -1- A.B.D. ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı: 1-4 Cilt: 35, ss. 63-86, Ankara, 1980.

Ulusan, Şayan. “Şark Meselesi’nden Sevr’e Türkiye” ÇTTAD, VIII/18-19, /Bahar-Güz, ss. 229-256, İzmir, 2009.

Uz, Mehmet Ali “Vefat yıldönümünde II. ABDÜLHAMİD HAN”, Merhaba, Akademik Sayfalar, Şubat 2009 Cilt: 9 Sayı: 4 11, Konya, 2009.

Wells, H. G. Kısa Dünya Tarihi, (Çev., Ziya İshan), Varlık Yayınevi, İstanbul, 1972.

Winstone, H.V.F Ortadoğu Serüveni, (çev: Fuat Davutoğlu), Risale Basın Yayın, İstanbul, 1999.

Yağış, Muhammet Murat. İsrail Ülke Raporu, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi, Aralık, 2010, Ankara, 2010.

Zengin Gönül, Oğul Küreselleşme, Adres Yayınları, Ankara, 2004.

 

 

[1] H.G. Wells, Kısa Dünya Tarihi, (Çev., Ziya İshan), Varlık Yayınları, İstanbul, 1972,  ss. 86-89.

[2] Mahmut Kelpetin, “Beni Kureyza Gazvesi İle İlgili Rivayetlerin Değerlendirilmesi; İbn Hişam Örneği”, Tarih Dergisi, İstanbul 2012, Sayı: 53, 2011 / 1, s. 1-18.

[3] Nurettin Gülmez, Ceyhun Demirkollu, “Manisa’da Manevi Bir Pınar Aynı-Ali,” Kayseri, 2014, Erciyes Dergisi, Mart, Yıl:37, Sayı: 435, s. 19.; Kelpetin, age, 2.

[4] Arthur Koestler, Onüçüncü Kabile, (çev: Belkıs Dişbudak), İstanbul, 1999, Say Yayınları, s. 115-119.

[5]Islahat Fermanı sonrası Meclis-i Vâlâ’ya  içlerinde Halim adında bir Yahudi sarrafın da bulunduğu dört gayrimüslim üye olarak atandı. 1867’de Lübnan Mutasarrıflığı’na atanan Ermeni Katolik Davud Karabet, paşalığa yükselen ilk gayrimüslimdir. Bir yıl sonra Meclis-i Vâlâ’nın lağvedilmesiyle yerine Şûrâ-yı Devlet ve Divân-ı Ahkâm-ı Adliye adıyla kurulan yeni meclislerde gayrimüslim üyelerin sayısı arttırıldı. Aynı yıl, Kirkor Agaton isimli bir Ermeni, Nafia Nezâreti’nin başına tayin edildi. Böylece ilk defa bir gayrimüslim, nazır olarak Osmanlı hükümetinde yer aldı”.

[6] Mehmet Ali Uz, “Vefat yıldönümünde II. ABDÜLHAMİD HAN”, Merhaba, Akademik Sayfalar, Konya, 2009, Şubat 2009 Cilt: 9 Sayı: 4 11. S. 52.

[7] Mahir Kaynak, Emin Gürses, Yeni Ortadoğu Haritası, İstanbul, 2007, Profil Yayıncılık, s. 41.

[8] Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, 1998,  İmge Kitapevi, 7. Baskı, s. 481-483.

[9] Mahir Kaynak Emin Gürses, Büyük Ortadoğu Projesi, İstanbul, 2004, İlk Yayınları, s. 11-17.

[10] Oğul Zengin Gönül, Küreselleşme, Ankara, 2004, Adres Yayınları, s. 155-157.

[11] Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler, İstanbul, 1997, Alfa Basım Yayın Dağıtım, s. 101-103.

[12] H.V.F Winstone, Ortadoğu Serüveni, (çev: Fuat Davutoğlu), İstanbul, 1999, Risale Basın Yayın, s. 19-21.

[13] Hasan Berke Dilan, Türkiye’nin Dış Politikası (1923-1939), İstanbul, 1998, Alfa Basım Yayım Dağıtım, s. 27-29.

[14] Ramazan Özey, “Türk Dünyası’nın Jeopolitik Önemi ve Başlıca Sorunları.” T.C. Başbakanlık TİKA, Avrasya Etüdleri, Türk Dünyası Özel Sayısı, Ankara, 2001, Sayı: 20. s. 1.

[15] Fuat Aksu, Türk-Yunan İlişkileri: İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi Yayınları, Ankara, 2001, ss. 13-16.

[16] Oral, Sander, “Türkiye’nin Batı Bağlantısı -1- A.B.D. ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı: 1-4 Cilt: 35, Ankara, 1980, ss. 63-76.

[17] Mustafa Coşkun, “Ortadoğu Araştırmaları-Camp David Görüşmeleri ve Sonuçları” Stratejik Analiz, ASAM Dergisi, Grafiker Ltd. Şti, Eylül, Cilt:1, Sayı: 5, Ankara, 2000, ss. 37-40.

[18] Ruth Ben-Haim, İsrail Hakkında Gerçekler, İsrail Enformasyon Merkezi, Keter Pres, Kudüs, 2008, s. 64.

[19] Muhammet Murat Yağış, “İsrail Ülke Raporu”, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi, Ankara, 2010, ss. 7-8.

[20] Şayan Ulusan, “Şark Meselesi’nden Sevr’e Türkiye” ÇTTAD, VIII/18-19, /Bahar-Güz, İzmir, 2009, ss. 230-255.

[21] Nihat Ali Özcan, “Terör ve Çatışma Araştırmaları-İran’ın Türkiye Algılaması ve Politik Araç Olarak Terör” Stratejik Analiz, ASAM Dergisi, Grafiker Ltd. Şti, Haziran, Cilt: 1, Sayı: 2, Ankara, 2000, ss. 50-53.

[22] Norman G. Finkelstein, , “Wye River Anlaşmasının Genel Anlamı”, Avrasya Dosyası, ASAM Yayını, Cilt:5, Sayı: 1, Ankara, 1999, ss. 333-335.   

[23] Paul Rivlin,”Arap Dünyasında Liderlik ve Ekonomi”, Avrasya Dosyası, Grafiker Ltd. Şti,  ASAM Yayını, İlkbahar, Cilt: 6, Sayı: 1, Ankara, 2000, s. 267.

[24] G. Bacık-F. Canbaş,”Kimlik-Din-Tarih ve Rusya”, Avrasya Dosyası, Grafiker Ltd. Şti, ASAM Yayını, Cilt:5, Sayı:2, Ankara, 2000, s. 318.

[25] Lee Peterson, “Başkan Putin ve İcraatları Rusya’da Eskiye Dönüş Olarak Kabul Edilebilir mi?” Avrasya Dosyası, Ekip Grafik, Uluslararası ilişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Kış, Cilt: 6, Sayı: 4,  Ankara, 2001, ss. 18-23.