Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU

Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU

[email protected]

TARİHSEL YAKLAŞIMDA AFAZİA ÇARPANI METODUNUN KULLANIMI

29 Aralık 2017 - 15:14

 TARİHSEL YAKLAŞIMDA AFAZİA ÇARPANI METODUNUN KULLANIMI

 

                                                                       Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU                                                                                                                              Makine Mühendisi

 

 

 

            GİRİŞ

            Doğal ve beşeri bilimlerin kullanageldiği bilimsel yaklaşımlar-metotlar (ya da var olduğu kanıksanmış klasik tanımlamalar) günümüzde daha detaylı veya keskin olmayan (alineer ve saçaklı mantık) yöne doğru evrilmeye  başlamış görünmektedir.

            Tartışma şuradan çıkmaktadır. Genel olarak bilgi kullanımı ya da kuramcılığı (epistemoloji) doğal ve toplum bilimlerinin ana başvuru konusudur. Üzerinde fikir çeşitliliğine yol açan tartışma; doğal bilimlerin kullandığı formüllerin sosyal bilimlerde neden bir yöntem olarak sık kullanılmadığı ya da kullanılamayacağı yönündeki algılama farklılığından  meydana gelmektedir.

            Bilinmektedir ki bilim “olan” ile ilgilenmekte “olması gerekeni” sahasına sokmamaktadır. Toplum bilimlerinde sanılanın aksine formül-metot kullanımının olamayacağı yanılgısı “değişken” sonsuzluğunun varlığı ve “olması gereken”in tanımlanması beklentisi (bu konudaki dar düşüncenin kırılması yönündeki beklentilerin henüz devam etmesinden ötürü) tartışmaları kısır döngüye sokabilmektedir.

            Doğal bilimlerde “olan”lar ile ilgili metod oluşturmak sebeb-sonuç (determinist) ilişkisi kurmanın zaten olmazsa olmazıdır. Bu “nicem” (kuantum) fiziği yöntemine doğru evrilen (Newtoncuların da can simidi haline gelen) yeni biliminde konusuna hemen denk düşen bir doğruluğu da kapsayabilir.  Daha sade bir deyimle sosyal bilimler, “olan” üzerine determinist olsun, kuantumcu olsun pek ala modelleme veya matematiksel formüllere  (değişim dinamikleri veya herhangi bir  toplumsal konuda) başvuru yoluna gidebilir. Bu güne değin bu yöntemlerin sosyal bilimciler tarafından sık tercih edilmemesinin sebeplerine dair (bir modelleme oluşturulabileceği yönünde) bu makalenin tetikleyici etkisinin olabileceği ümidini taşımaktayım.

            “OLMASI GEREKEN” DEĞİL “OLAN” İLE İLGİLENEN BİLİM

            Konuyu daha da basite indirgemek belki şu faydayı sağlayabilir: Basit bir soru, sade insana çoklu düşünme yeteneği sağlarken akademisyenlere bol pencereden bakma ve saçaklı düşünme yeteneği kazandırarak gerçeğe bir adım daha yaklaşma imkânı verebilir mi? Soru şudur. Matematikte iki kere iki dört ederken sosyal bilimlerde bu kalıp nereye konacak? Zaten cevap sorunun içinde yatmaktadır. Bilim “olması gerekene” değil “olana” açıklama getirmekle ilgilenmektedir. “Olması gereken” toplum bilimlerinin sırtına yüklenerek cevap beklenirse bu baştan bilime haksızlık olur. Kadim dönem felsefecileri bu ayrımı yapabildikleri için sahalarını bilime terketmemişler midir?

            Bilgi teorileri çok çeşitli olmasına karşın bilim “olanı” tarif ederek “olması gereken” sahasına hiç girmemiştir. Bir adım ötesine geçersek, doğal bilimler bu yüzden formül ve modelleme yöntemine tereddütsüz bir zorunlulukla girerken (sosyal bilimler de modelleme yöntemi aslında hep kullanılagelmişken) sayısal önermeler, rasyonalist ve pozitivist terimler  doğal bilimlere, isim babalığının getirdiği ilk olmanın avantajını keyifle sürmesine imkan tanımıştır.

            Tekrar ifade etmek gerekirse sosyal bilimler modelleme yöntemi ve formüllerini “olanlar” üzerinde önermeye devam edecek görünmekle birlikte; şimdi (bu makale yoluyla belki) tartışmalar (modellemenin olamayacağına dair değil ama) formulasyon çeşitliliğinin aynı konu üzerinde başka modellemelerin zenginleşmesine sebep olan olumlu bir anlam katabilecektir.

            Başka bir paradoks ta toplum bilimlerinin uğradığı haksızlığı ispatlar nitelikte karşımıza çıkmaktadır. Sosyal alanlarda modellemeyi etkileyen “değişkenler” konusu ilk anda “soruna” dönüşmüş görünmektedir. Aslında aynı sorun hem de kocaman bir şekilde “bilinmezlik”[1] oranında doğal bilimlerin kafasını kurcalamakta ve cevap bekler halde durmaktaydı. Bu bu gün bile tanımlanır ama çözüm bekler mahiyettedir. Başlangıçta bir binanın üzerinden atılan taşın aldığı yol, determinist fizik ve matematik ile formüle edilirken bu gün değişkenler yüzünden (sürtünme-atmosferik şartların tanımlanamazlığı-zamanın genişlemesi ve mekan koşulları vb.) tüm formüller (doğal bilimler açısından) “nicem”[2] koşullarında revizyona gereksinim duyar hale gelmiş ve modellemeler değişkenlerin adeta hışmına uğrar görünmektedir. İşte sosyal bilimler de henüz determinist modellemelerini “olanlar”a değin çoğaltamamış ve isim yapamamışken şimdi kuantum yaklaşımını da bünyesine ithal etmek gibi bir durumla karşı karşıyadır.

            Ama bu çok sorun olmamalıdır. Konumuzun özüne değin bir değişim yoktur. Önceleri; doğal bilimciler modellemelerini uzun süren bir zaman içerisinde temel çalışmalarını tamamlaması sebebiyle, şimdilerde makale ve incelemelerini daha kısa zaman dilimlerine sığdırabilir hale gelmişlerdir.

 

            BİR MODELLEME ÖRNEĞİ

            İşte sosyal bilimcilerin; temel modellemelerinin ne oranda tamamlanma aşamasında olduğunu görmek için hemen yeri gelmişken bunu bir formülle gösterelim. Temel modelleme çalışmalarına x, detay modelleme çalışmalarına z, modelleme çalışması sonuçlarına ise k denirse; x ve z arasında “değişken ters orantı”dan söz edilebilir. Bu da x.z=k veya x=k/z şeklinde modellenebilir. Yani temel modelleme çalışmalarının tamamlanması sona yaklaştığında “değişken ters orantılı” formül gereği detay modelleme çalışmalarının artması beklenecektir.  Tabii ki doğal bilimler de olduğu gibi, “nicem” değişkenleri ileride buraya dahil edilebilecektir.

 

            SOSYAL BİLİMLERİ BEKLEYEN MODELLEME PRATİKLERİ

            Aslında dikkat edilirse doğal bilimler formülleme çalışmalarında farklı disiplinlerden istifade ederek sonuca-gerçeğe ulaşmaya önem vermiştir. Örneğin termodinamik veya akışkanlar mekaniğinde kimya, fizik, su bilimi, enerji, dinamik kanunların sonuca birlikte tesir ettiğini görürüz. Tıpkı doğal bilimlerde olduğu gibi; tarih disiplini de coğrafya, sosyoloji, arkeoloji, haritacılık vb. gibi çok disiplini bünyesinde bulundurur (görünen ama ilk başta bizi yanıltan bir fikre yöneltir). Durum bundan daha kompleks ve değişkeni bünyesinde barındırır. Hatta Tarih disiplinine tesir etmeyen bilim dalı var mıdır? Veya birbirinden etkilenmeyen bir disiplin var mıdır? Aslında her disiplin diğer disiplinden etkilenir. Ya da bu hangi oranda olur? Görülüyor ki bilim iç içedir aslında. Kim daha fazla disiplini bünyesine (daha doğrusu modelleme tezinin içerisine) katabilirse o oranda gerçeğe diğerinden biraz daha yakın olabilecektir.

            Bizi bekleyen çok önemli sayıda tarihsel olay, modelleme çeşitliliği içerisinde yeniden ele alınmayı beklemektedir. Bir örnek olarak Atatürk-İsmet İnönü döneminin iç dinamiklerini ele alırsak; Fuat Köprülü’nün edebi usullerde başvurduğu bir yöntem olan “kıyas”[3] modellemesinin çalışmamızın ortaya koymak istediği determinist yöntemlerden farklı bir yaklaşım arayışımızın amacına denk düşmeyeceği için “nicem” modelleme usulüne yönelmemizin sebebi olmuştur.

            Ancak determinist çalışmalar iyice özümsenmeden (“ya ya da” lineer mantığından “hem hem de”  alineer çizgilere geçiş); cesaret kırıcı ve henüz eksikleri belli olan doktora öğrencilerinin kompleks konulara girme de ancak bilgi eksikliğinden kaynaklanan cesaretle yorumlanabilecek olması yine de bilgi teorisine inananların hoşgörüsünü içimizde yoğun bir şekilde hissetmemizden kaynaklanmaktadır.

            Aslında bu konuda çok da yalnız sayılmayız. Kongar’a göre:

            Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği adlı, Sedat Simavi Vakfı Sosyal Bilimler Ödülü’nü aldığım kitapta, azgelişmiş ülkelerdeki değişme dinamikleri açısından bir “ideolojik değişme modeli” oluşturma ve bunu Türkiye’ye uygulama çabasına girişmiştim.

           

            Buna göre azgelişmiş ülkelerde ve elbette Türkiye’de değişmenin dinamiği,“kuruluş” ve “değişme” adını verdiğim, birbirine bağlı, birbirini üreten “ikiz ideolojik” dönemlerle açıklanabilir.

            Her “kuruluş dönemi”, kendinden önceki döneme göre “değişme dönemi”, her “değişme dönemi” ise kendinden sonraki döneme göre “kuruluş dönemi”niteliği kazanarak, sürekli bir diyalektik değişme sarmalı meydana getirir.

            Daha yalın bir ifadeyle söylemek gerekirse, her değişme modeli, kendinden önceki yapıyı değiştirir, bir süre sonra kurumsallaşır ve “kuruluş dönemi”özelliği kazanır ve ona karşı oluşan tepkiler yeni bir “değişme modelini”ortaya koyar[4].

            Bu süreç, azgelişmiş ülkelerdeki ve Türkiye’deki kısa dönemli iktidar değişikliği dinamiklerini açıklamakta kullanılabilir. Demektedir.

            Kongar bu çalışmasında farklı iktidar dönemlerine dair determinist olan olan modelleme örneği vermiştir.

            “Diyalektik değişme sarmalı” modellemesini çok önemsemekle beraber “nicem” zorunluluklar bizi sadece bu modele cevap niteliği olmayan ama dinamik süreçlerde “hem hem de” alineer olmayan mantığı içerisinde barındıran çözümlemelere yararı olacağı düşünülen “afazia çarpanı” modellemesini de seçenek olarak ortaya koymamıza yol açmıştır.

 

            Tüm bu meydana gelen beşeri olaylar seküler ortamda ele alınsa bile, “Tanrı Parçacığı” arayışlarının hız kazandığı, zamanın genişlediği ve hiçbir şeyin “Big Bang” anındaki gibi gerçek olamayacağına göre bilimin yeni önermelere olan gittikçe artan oranda yer vermesi, modellemelere çalışmalarına neden hız vermemiz gerektiğini hatta bir zaman sonra bunları “update” etmemiz konusundaki zorunluluk bizi heyecanlandırmakta ve teşvik etmektedir[5].  Öyleki yalnızca “primer” pencereden bakmayı kökler-rönesans-aydınlanma ve modernite ile aşmayı başarabilen Batı şimdilerde Grace Davie’nin anlatımlarında da görüleceği üzere Avrupa’da din faktörünün modellemelerde göz ardı edilmeyeceği yönünde gelişmelerle işaret etmektedir.

 

            Bu başka hassas bir konu olmasına karşın günümüzde yine sarmal ve sarkacın iki yönünde duran “din”-“ilim” gerçekliğinin değişkenler içerisinde pozisyonlarını önemi artan oranda sıkı sıkıya koruduğuna tanık olmaktayız. Öyleyse büyük resimden bakılırsa her şeyin büyük planın bir parçası olması yada karar vericiler veya secüler tüm değişkenler tarih biliminin modelleme çalışmalarına aynı yerden (“afazia çarpanı” oranında alineer, yani saçaklı düşünme modeline katkı sayarak)  devam etmesine yardımcı olur.

 

 

            AFAZİA ÇARPANI MODELİ NEDİR?

            Modele kısaca göz atalım:

            Afazi, dile getirememe olgusu olarak tanımlanabileceği gibi, toplumsal ölçekte kavram yitimi olarak ta kullanılabilir.[6]

            Psikolojik harp temaları, toplum mühendisliği çalışmalarının bir alt yordamı olarak ele alınmalıdır. Bir yandan iç dinamikleri de özetler.

            Modelin kurgusu şu temele dayanmaktadır; İktidar değişimlerinde egemen elitler yani hükümet edenler toplumun jeopolitik ögeleri[7] üzerinde istendik yönde davranış biçimi oluşturma erkini elden bırakmak istemezler. O yüzden afazia çarpanı her iktidar döneminde dozajı toplumsal tepkilere göre otomasyona ayarlı olduğundan değişkenler yani toplumsal talepler bir sonraki döneme sarkıtılarak etkisiz kılınır düşüncesi üzerine bina edilmektedir. Mekanizma üzerinde erki ve talebi oluşturan örgüt ve aygıtlar devamlı bir mücadelenin tarafıdırlar. Ne zamanki siyasal özgürlük ve sermaye birikimi üzerinde toplumsal mutabakatta oydaşma olur, o zaman anayasal teminat afazia çarpanı görevini yine çelişkili biçimde hem etkili hem etkisiz kılar. Formül şu matematiksel temele dayanır.

            Afazia çarpanı, a ile iç dinamikler, p ile tanımlanır. Buradan hareketle kuram; a= (a+p)+(a-p)/2 şeklinde basitçe ifade edilir. Yani her halukarda erk ve toplumsal talepler kazanım ve kayıplar yaşayarak bunları(kazanım ve kayıplarını) oydaşıp ikiye bölünerek mutabakata varır veya varmazlar. Böylece kayıp ve kazanımın da ölçülmesi konusunda ise gözlem ve deney iç içe girdiğinden “afazia çarpanı” dediğimiz olgu sarmalı kendini tekrarlar. Mücadele etkili olur ama oydaşma zorunluluğu onu aynı zamanda etkisiz kılar. Ön görülen beklenen determinist beklenti dışında tanımlanamayan değişken yasalar devreye girmiş oydaşma sonucu kayıp ve kazanımlar başka büyük resmin değişkenlerinden (küresel etkiler, vesayet tartışmaları, ideolojiler, mezhepsel etkiler, kişisel travmalar vb.) etkilenerek yeni bir korelasyona tabii olmuştur. Biraz daha açalım; Jeopolitik ögelerin alt yordamları olan; nüfusun kalite ve kantitesi, teknoloji ve sanayi, toplumsal siyasi ve psikolojik ögeler Atatürk ve İsmet İnönü dönemlerinde de dönemin şartlarına göre orantısal olarak vardı. Ama gelişmeler değişim sarmalı olarak mı tanımlanmalıydı?

            Zaten Kongar bu hususa işaret etmektedir[8]. O’na göre kuruluş ve gelişme dönemleri birbirini tekrar eden  sarmallardır. Bu kaçınılmaz bir olgudur ve formülü aşağıdaki gibi modellemek mümkündür.

           

            Hoca diyor ki;

            Her “kuruluş dönemi”, kendinden önceki döneme göre “değişme dönemi”, her “değişme dönemi” ise kendinden sonraki döneme göre “kuruluş dönemi”niteliği kazanarak, sürekli bir diyalektik değişme sarmalı meydana getirir.

            Daha yalın bir ifadeyle söylemek gerekirse, her değişme modeli, kendinden önceki yapıyı değiştirir, bir süre sonra kurumsallaşır ve “kuruluş dönemi”özelliği kazanır ve ona karşı oluşan tepkiler yeni bir “değişme modelini”ortaya koyar.

            Bize göre iktidar değişimlerinde görülen bu değişim sarmalı biraz daha tanıma ihtiyaç duymaktadır.  Bu kuram doğru görünmekle birlikte determinist ve klasik kalmakta ve kuramın kendisi diyalektik bir değişime ihtiyaç duyar görünmektedir. Gerekli dinamik kuram “nicem” türünde vücud bulan “afazia çarpanı” ile doğru tanımına kavuşmuş görünmektedir. Ancak Hoca’nın temel fikir bakımından katkısını da övmeliyiz. Çünkü başta söylediğimiz gibi bu tür klasik yargılar bizleri daha fazla değişkenlerin olduğu kuantum yaklaşımına götüren ilk basamaklar olarak görülüp kutsanmalıdır.

            Evet iktidar değişimleri olmuştur. Ama kısa sürmemiştir. İsmet İnönü dönemi 1938-1950 dönemlerine damgasını vurmuş ama Atatürk dönemi iç dinamikleri üzerindeki kontrolünü; çok partili hayata geçiş sürecini zamana yayarak bazen kendi insiyatifi, dış şartlar, toplumsal tepkiler ile  değişkenlere direnerek bazen taviz vererek yönetmiş, öte yandan laik rejim ve bölünme sendromlarını ince ayarlarla yakından takip etmiş, SSCB tehditlerini bertaraf edebilmiş, İkinci Dünya Savaşında aktif tarafsızlığını ilan etmiş ve süreci yönetmiştir.[9] Atatürk dönemi için iç ve dış dinamik analizleri; saltanat, hilafet, cumhuriyet, laisizim, kalkınma, barışı tesis etme en önemlisi Lozan ile aldığımız kimliğimizin bilime evrilen boyutunun tesis ve kabul ettirilmesine değin özel kuruluş şartlarını taşıdığından bu dönemin “mukayese usulü” ile anlatımı eşit ve doğru bir yaklaşım olmayabilir.

            Afazia çarpanı modellemesinde ileri sürdüğümüz önerme; sınıf mücadelesi ve partisi görülmeyen Türkiye şartlarında iktidar değişimlerinin sonucundaki kazanımların, zaten sistemin doğasının bir ürünü olduğu ama özellikle bunun  kendini tekrarlayan sarmalın değil; erk-sosyal gruplar arasındaki çekişmenin sonucu doğan kazanım veya kayıp olarak tanımlanamayacak (afazia çarpanı etkisiyle) gelişmelerden ibaret olduğunu söylemek istiyoruz. O zaman değişimlere hep afazia çarpanını uygularsak ve ortaya çıkana bir tanım getiremiyorsak bu model ne işe yarıyor? İşte tam burada afazia çarpanı önermesi ile söylemek istediğimiz ortaya çıkıyor. Modelleme ihtiyacı hep olacaktır ama eski klasik ve determinist yöntemler eksik kalabilmektedir. Dolayısıyla yeni bilim önermeleri başlangıçta bir miktar anlamsız görünebilmekle beraber, değişkenleri dahada içine alabilecek önerme modelleri ortaya çıkıncaya kadar şimdilik en iyisi olarak karşımızda duracaktır.

            Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki şartlara bakılınca Atatürk dönemi ile, İnönü döneminde bu kazanımların muhafazası ve sürdürülmesi yoluyla demokrasi kazası olmadan çok partili sisteme geçiş, Demokrat Parti ile çok partili hayata toplumun uyumu ve içselleştirilmesi-tepkiler, parlamenter sistemin kesintilere uğraması, dış etkiler, bağımsız kalabilme çabaları, afazia çarpanı oranında kayıp ve kazançların ölçülmesi sonucu verilerin büyük resimde ne anlama geldiğinin; deterministik yaklaşımda vehamet ile değerlendirilebileceği gibi afazia çarpanı modellemesinde paradoksal olarak bunun kazanım olabilme olasılığından söz edebiliriz. Örneğin 2001 ekonomik krizi deterministik olarak vehamet ve değişken sarmal olarak tanımlanabilirken, afazia çarpanı modellemesinde bu gelişme bankaların reorganizasyonu bakımından önce vehamet sonra kazanım olarak karşımıza çıkabilir. Görülüyor ki Afazia çarpanı ile deterministik veya değişken sarmal modellemesini reddetmezken ona daha fazla değişken katarak gerçeğe bir adım daha yaklaşabilmeyi ön görmeyi modellemek istenmektedir.

            Şimdi bilgi kuramının ışığında; bu makaleyle ilk defa ileri sürülen afazia çarpanı modellemesine Atatürk ve İnönü dönemi örnekleriyle devam edelim: Önce Atatürk Dönemi iç dinamiklerine bakalım. Toplumun nüfusun nitelik ve niceliği klasik anlamda bakıldığında ümit kırıcı görülebilir.[10] Ama afazia çarpanı modellemesinde bu kazanım olarak da değerlendirilebilir. Neden? Çünkü inkılaplar öyle basit değişiklikler değil ki yüz nakli gibi bir şeydir adeta. Balkanlar ve Çanakkale’de kırılan Türk Milleti (sağduyusuyla) bırakın yüz naklini baş nakline bile hazırdı. Afazia çarpanı bize bu vehameti kazanıma dönüşebilme refleksini anlatır adeta. On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaşta!

            Teknoloji ve sanayiye bakalım. Klasiktir toplu iğne bile yapılamadığı ifade edilir ve doğrudur. Kötü müdür? Kötü. Afazia çarpanına göre bu kazanım olabilir. Neden? Dibe vurmadan radikal önlemleri kabul ettirme şansınız daha düşüktür de ondan. Ama kendini tekrarlayan bir sarmal burada görülmez.

            Gelelim toplumsal siyasal ve psikolojik ögelere! Ne deniyordu? Asılacaksan İngiliz ipi ile asıl. Doğan Avcıoğlu ne diyordu? Türkiye’nin Düzeni adlı kitabında?: Türk yere düştü. Kafasını yukarı kaldırdı. Kendisini yere düşürenin İngiliz olduğunu görünce oh! çekti rahatladı. Ama aynı İngiliz Yunan’ı sahaya sürünce afazia çarpanı devreye girdi. Erklerin psikolojik harp teması yaratan entelijansiyası afazia çarpanına tosladı.

            Türk Devleti, öz benliğinin erklerini toplumsal talepleri afazia çarpanı modellemesinden geçirerek modern çağlarda tüm paradoksal zorluklarla test edebilme yeteneğini afazi çarpanı modellemesine uygun biçimde ama fasit değişim sarmal yoluyla değil ve dinamik “nicem” kuramlarına denk düşen şekilde sürdürme rekleksini içinde barındırdığından konumunu yükselen bir şekilde sürdürebilecektir.

            Şimdi de İnönü Dönemi’ne bir göz atalım.[11] Atatürk sonrası nüfus biraz daha artmış ve nitelik kazanmaya başlamıştır. İyi mi ? İyi. Ama Tek parti gömleği dar gelmiş ve siyasal özgürlük talepleri ile sermaye birikiminin burjuvazi bakımından güvence altına alınması yönündeki talepleri yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Çare bulundu mu? Hayır. Bu arada çıkan İkinci Büyük savaş’a girmedik. İyi mi? İyi. Peki çok partili sistem gecikti mi? Evet. Bu kötü mü? Evet? Klasik yaklaşıma göre Savaş’a (1939-1945) girilmedi. Ve bu bir kazanımdır. Biz ce de doğru ama eksiktir. Afazia çarpanına göre çok partili sistem en az 6 yıl gecikmiştir. İki yıl öncesi üç yıl sonrasına gidilse 10 yıl bir gecikme vardır. Yoksa kendini tekrar eden bir dialektik bu olguyu tanımlamada çok yeterli olmayabilir.

            Devam edelim. Teknoloji ve sanayi. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye aktif tarafsız kalmakta çok usta politik manevralar yürütmüştür. Bu iyi mi? İyi. Peki Savaş sonrası SSCB taleplerine direnmek için Batı yanlısı politika ve NATO paktına dayanmak için mücadelesini kazanmıştır. İyi mi? İyi. Peki Küba krizinde Mütekabiliyet icabı Jüpiter füzeleri sökülmüştür. Kötü. Ama nükleer mücadele alanı olmaktan kurtulmuştur. İyi mi? İyi. Bu örnekler böyle afazia çarpanı modellemesi kuramına hep takılarak gider.

            Gelelim toplumsal siyasal ve psikolojik ögelere: Milli Mücadele kahramanı İnönü savaş alanlarındaki başarılarını yenildiği politik arenada rakiplerine olgunlukla bırakırken demokrasinin yeri geldiğinde cumhuriyetten de önemli olduğunu toplumun hafızasına kazıyacaktı. O’nun artı hanesine bu yazılmalıydı. Ve öyle de oldu. Rakipleri ilk dönemlerde (1950-1954-1957) bunun anlamını kavrar görürken içselleştirme ve demokratik kurumsal mekanizmaların hazmı yönündeki çelişkiler en azından medya hoşgörüsüzlüğü diyelim, anlamını yitirecekti.

 

            SONUÇ

            Yukarıda örneklemeye çalıştığımız afazia çarpanı modellemesi başlangıçta şimdilik örnek olma anlamını taşır görünmekle birlikte; yeni değişkenler ortaya kondukça anlamını kaybedebilme olasılığını da içinde barındırmaktadır.

            Burada öncelikle amaçlanan, sosyal bilimlerde ihtiyacı hissedilen modelleme eksikliği ve sonrasında bunun klasik olmaktan çok yeni bilime denk düşeceği ümidiyle özgün bir yaklaşım ortaya konmak çabasıdır yalnızca.

            Bu çalışmanın altında eksikleriyle beraber cüretkarlık ta yatmaktadır. Hiç kuşkusuz özgün çalışmalara karşı akademik ortamdaki hoşgörünün bunda payı vardır.

 

 

 

 

            KAYNAKLAR

            Ahmad , Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980),  Hil Yayınları,                       İstanbul, 2010.

            Alatlı, Alev, Schrödinger’in Kedisi, Kabus, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001.

            Alatlı, Alev, Schrödinger’in Kedisi, Rüya, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001.

            Demirkollu, Ceyhun, Ortadoğu Barış Süreci’nde İsrail, Ulş. Okl. Matbaası                      İzmir, 2005.

            Kongar, Emre, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi                        Kitapevi, İstanbul,  2010.

            Köprülü, Mehmet Fuat, “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul”, Bilgi Dergisi,                           İstanbul, 1913.

            Marshall, Ian – Zohar,  Danah, Kim Korkar Schrödiner’in Kedisinden,                             Gelenek Yayınları, İstanbul, 2002.

            Strathern, Paul, Hawking ve Karadelikler,  Gendaş Yayınları, İstanbul,                            1998.

           

 

 

[1] Ian Marshall-Danah Zohar, Kim Korkar Schrödiner’in Kedisinden, İstanbul, 2002, s. 95

[2] A.g.e., s. 31

[3] Mehmet Fuat Köprülü, “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul”, Bilgi Dergisi, İstanbul,1913

[4] Emre Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul,  2010, s. 389

[5] Paul Strathern, Hawking ve Karadelikler,  İstanbul, 1998, s. 29-83

[6] Alev Alatlı, Schrödinger’in Kedisi, Rüya ve Kabus adlı kitapları bu temelli toplumsal kavram yitimini konu edinmiştir.

[7] Ceyhun Demirkollu, Ortadoğu Barış Süreci’nde İsrail, İzmir, 2005, s. 2-4

[8] Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul, s. 397

[9] Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), İstanbul, 2010, s. 21

[10] A.g.e., s. 22

[11] A.g.e., s. 24