Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU

Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU

[email protected]

BİR İSTİHBARAT SAVAŞI: ÇİÇERO OLAYI

29 Aralık 2017 - 15:15

 

 

BİR İSTİHBARAT SAVAŞI:

ÇİÇERO OLAYI

 

Prof. Dr. Nurettin GÜLMEZ

Dr. Ceyhun DEMİRKOLLU

 

ÖZ

            İkinci Dünya Savaşı tüm cephelerde savaş alanlarında sürerken Türkiye her İki Blok tarafından savaşa sürüklenmek ve taraf yapılmak istenmekteydi. Türkiye savaş alanlarında kan dökmemesinin yanı sıra,  tüm bilgilerin Ankara’ya akıp burada şekillenip istihbarata dönüştürüldüğü önemli bir merkez konumuna dönüşmüştü.

            Şimdiki olanaklar göz önüne alındığında insana dayalı istihbarat faaliyetlerinin önemi kolay anlaşılamayabilir. Ama o günlerde insan faktörü,çok daha önemliydi.

            Anahtar Kelimeler: Haber, İstihbarat, Overlord, Casus.

ABSTRACT

            While on the battlefields of the Second World War on all fronts and sides made ​​Turkey was asked to drag the war by both blocks. Turkey due to its location in the battlefield, as well as all information not shed blood flow to Ankara became the center position where formed and transformed into intelligence.

            Given the importance of human intelligence activities based on the current facilities reasy. But in those days we will witness the fore how the human factor.

            Keywords: News, İntelligence, Overlord, Spy.

 

            1. Giriş

            İkinci Dünya Savaşı sürerken,  1940’lı yıllarda, Türkiye’nin çok yönlü diplomasi yürütmek zorunda kaldığı ortamın şartlarında bir casusluk olayı ortaya çıkmıştır.  Bu olaya “Çiçero” kod adı verilmiştir.[1] Olayın başrol oyuncusunun geveze-lafazan tanımlamalarına uyan bir casus olması, bu kod adının verilmesine neden olmuş olabilir.  

            Çiçero Olayı, daha sonra Amerikan Sinema endüstrisinin ilgisini çekmiş ve yapılan film, dünya çapında gündemi meşgul etmiştir.

            Aslında Türk sineması Hollywood’dan önce “Ankara Casusu Çiçero”  adıyla konuyu işlemiştir. Daha sonra yapılan Amerikan versiyonu olan “Five Fingers” filmi, uluslararası alanda daha fazla yankı uyandırmıştır.[2]

            Bu çalışmada, adına kitaplar yazılan, günlükleri edite edilen,[3] asıl adı Elyasa Bazna olan (Türkçe’de İlyas Bazna) Çiçero lakaplı, Arnavut asıllı, maceraperest ve profesyonel olmayan, ama konumunu profesyoneller gibi kullanan, “populer optimist”, fenomene dönüşmüş bir kişidir. Böylesine basit ama meraklı bir kişilik, şartları kullanarak ve az bir eğitimle dünya mikyasında önemli bir olayın baş aktörü olmuştur. Bu kadar masraflarla eleman yetiştirmeye çalışan ve de yetenek avcılığı yapan istihbarat kuruluşları, eğitimsiz bir casusun karşısında pozisyon almakta zorlanmıştır.

 

            2. Elyesa Bazna Kimdir?

            Elyesa Bazna[4] 1904’te Kosova’nın Priştine şehrinde zengin bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Ancak ileriki şartlar, Osmanlı Devleti’nin sınırlarını daraltınca göç onları İstanbul’a savurmuş, böylece ABD veya İngiltere’de eğitim yerine İstanbul’da basit bir okulda eğitime başlamak zorunda kalmıştır. Ama arkadaşları ve öğretmenleri ile yaşadığı geçimsizlik, onun okul hayatının çabuk kesilmesine ve kısa yoldan hayata atılmasına yol açmıştır(Kersaudy, 2011, s.43).

            Elyesa Bazna önce Yugoslavya Sefiri Jakoviç’in yanında, daha sonra ABD Elçiliği Askeri Ataşeliğinde, 1942–1943 yılı başlarında Alman Sefaretinde Albert Jenke’[5] nin yanında ve 1943 yazından itibaren İngiliz Büyükelçiliğinde önce Başkâtip Busk (Bazna, 2000, s.26) ve Büyükelçi Hugessen’in yanında şoför ve kavas olarak çalışmıştır.[6]  İngiliz Sefaretinde çalışırken Bazna, Almanya hesabına para karşılığı casusluk faaliyeti yapmıştır(Seydi, 2004, s.2).

            Moyzisch, Elyesa Bazna[7] (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.64) ile ilgili şu tanımlamalarda bulunmaktadır:

            “ Tahminime göre ellili yaşlarının başındaydı. Çıkık olan alnından geriye doğru taranmış oldukça gür siyah saçları vardı. Simsiyah gözleriyle endişe içinde bir kapıya bir bana bakıyordu. Sert bir çenesi ve şekilsiz ufak bir burnu vardı. Genel hatlarıyla dikkat çekici bir yüze sahip değildi. Sonraları sık sık görüşmeye başladığımızda yüzünün makyaj yapılmamış bir palyaço suratını andırdığını fark ettim. Bu yüz, insanlardan gerçek duygularını saklamaya alışmış bir adamın yüzüydü (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.31).”[8]

            Kaltenbrunner, Moyzisch’i doğrudan Almanya’ya çağırıp Çiçero’nun karakteri, kişiliği ile ilgili kanaatini sorduğunda cevaben;

            “Bence o tam bir maceraperest. Kibirli ve hırslı, içinden geldiği sınıfın üzerine çıkabilecek kadar da zeki birisi. Doğduğu sınıfın bir üyesi olmadığı gibi nefret ettiği ve hayran olduğu üst sınıfın da mensubu değil. Duygularındaki bu çelişkinin belki de farkındadır. Geçmişiyle olan bütün bağlarını yitirmiş. Bu tür insanlar son derece tehlikeli olur.” (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.85).

            Savaş sonrası nerede olduğuna dair net bilgiler elimizde yoktur. Bu konuda olaya dâhil olanların açıklamaları ise spekülatiftir. İstanbul ve ardından Arjantin’de olduğu söylenmiştir. Arjantin’de hayal kırıklığı yaşamıştır. Aldığı Sterlinler gerçek değildir.[9] Aldığı paralar sahte çıkan İlyas Bazna,[10] savaş sonrası Almanya’yı mahkemeye vermiş, hatta küçük bir miktar tazminat da almıştır. Ancak biraz parayı, 1960’larda Stern dergisine yazdığı “Ben Çiçero’ydum” kitabından kazanabilmiştir.[11]

            İngilizlerin intikam almasından korktuğu için BBC’nin röportaj davetlerini geri çevirmiştir. Ama Fransızların röportaj ve davetlerini, “yine para karşılığı tabii ki,” geri çevirmemiştir. Gazeteci Alain Decaux[12](Kersaudy, 2011, s.164) ile olan röportajlarında, hakkında bilinenlere muamma katacak yeni açıklamalarda bulunmuştur (Kersaudy, 2011, s.165–169). Adeta bu gizem, onu yaşatan bir şeydi.[13]

Bir ara müteahhitliğe kalkışmıştır. Bursa’da Çelik Palas Oteli’nin yapımı gibi taahhüt işlerindeki ödemelerde paralar yine sahte çıkınca maddi zorluklar (http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/)[14] ve alacaklılar ile boğuşmak zorunda kalmıştır(Kersaudy, 2011, s.117).   Ancak uzun sessizlikten sonra olaylar yatışınca, İstanbul’da ailesi ile yaşadığı ve 1970 yılında 66 yaşında Münich’te öldüğü şeklinde bilgiler gazetelerde yer almıştır (http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/). Hayatının her aşamasında, gizem görmek mümkündür. İşin özü Elyasa Bazna; garip, çalkantılı, gerçek ve yalanın birbirine girdiği, maceracı, ele avuca sığmaz, iflah olmaz ve sonu hazinle biten bir yaşam sürmüştür.

            3. İstihbarat Savaşını Zorunlu Kılan Nedenler

             İkinci Dünya Savaşı süresi olan altı yıl ve öncesi birkaç yıl ele alındığında müttefikler ve revizyonistler bazı dönemlerde Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa dâhil olmasını, bazı dönemlerde tarafsız kalmasını, bazen de “aktif tarafsız” kalmasını, yani el altından gizli olarak faaliyetlere yardımcı olmasını istemişler ve bu konuda baskı yapmışlardır (T.C. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı II,  Ankara, 1997, s. 316). Almanlar ile SSCB saldırmazlık antlaşması imza etmişler, kısa süre sonra savaşa tutuşmuşlar, Türkiye ise, eski anlaşmaların yükümlülükleri ve şerhleri ile çok yönlü ve imkânsız diplomasiler yürütmeye mecbur kalmıştır(Altaylı, İstanbul,  2013, s.93).

            Savaş’ın hız kazandığı zirve ve dönüm noktası sayılabileceği 1943 yılı, Ankara’da yürütülen topyekûn faaliyetlere, ekonominin (Akşin, İstanbul, 2011, s.333) yanında istihbarat savaşlarının da yoğunlaştığı bir döneme işaret eder.

            İngiltere’yi işgal edememiş ve ertelemiş, “Barbarossa” Harekâtı ile “General Çamur”a yenik düşerek Moskova önlerinde çakılıp kalmış, Stalingrad önlerinde mağlup olmuş Almanlar için, Ege adalarının işgali de Müttefikler tarafından umursanmamış ve yığınaklanmasını “overlord” operasyonuna saklamaya karar vermesiyle geri sayım başlamıştır.

            Savunma için Almanlar nerede “Sıklet merkezi” oluşturmalıydılar? Müttefikler nereye çıkarma yapacaklardı? İtalya’ya çıkan ABD ve İngiliz kuvvetleri, Almanlar Roma’yı işgal edince ileri harekâtlarını durdurmuşlar ama nereye yöneleceklerdi? Diğer tüm belirsizliklerle beraber bu sorular acil cevap bekliyordu.

            Bu sorunun cevabı aslında İngiltere’nin Türkiye Büyükelçiliği kasalarında detayları ile önceden gönderilmiş şifreli telgraflar veya kuryeler marifetiyle klasifikasyona girmek üzere hazır duruyordu.

            İşte tam da burada devreye “Çiçero” kod adıyla bilinen Arnavut asıllı Elyasa Bazna girmiştir.        Düşman hakkında elde edilen ham haberler istihbarat çarkında öğütülüp anlamlı bir ürün haline getirilse de, bu istihbarat ürününü kullanma-pazarlama yeteneğine sahip lider ve diplomatlara ihtiyaç duyulmaktadır. Entellektüel birikim ve öngörüden yoksun bir yönetim, elindeki kıymetli istihbaratı entelajansiya dinamizmiyle değerlendiremeyebilir. Dolayısıyla insanüstü gayret ve yoğun mesai ile istihbarata dönüştürülen ham haberler, entelektüel zekâ ile pazarlanamaz ve politikalara dönüştürülemezse gayretler boşa çıkmış olur.

            Bir mobilya fabrikası, istihbarat teşkilatı olarak kabul edilirse, fabrikaya giren ağaç veya keresteler işlenmemiş haber, işlenen ağaçlardan yapılan mobilyalar ise, politikaya dönüştürülmüş istihbarat demektir.  Ancak istihbarat tek başına bir anlam ifade etmez. Yani fabrikada üretilen bu mobilyayı bir de pazarlama stratejisi uzmanlarıyla satmak ve bunu sürdürülebilir hale getirmek gerekmektedir. Dolayısıyla pazarlama stratejisine sahip uzmanlar, istihbaratı diplomasiye dönüştürürler. Bu örnek, istihbarat ile entelajansiya arasındaki en önemli temel etimolojik ve felsefi ayrım olarak karşımıza çıkmaktadır.[15] Bu yüzden “Çiçero Olayı’nda”, Von Papen elde ettiği istihbaratı entelajansiya mahareti ile birleştirip politikalarına yön verebilmesi bakımından somut bir örnek olmaktadır.

            4. Çiçero Olayı

            Çiçero Olayı olarak tarihte yerini alan hadise, Ekim 1943-Nisan 1944 arasında Türkiye’nin başkenti Ankara’da altı aylık bir zaman diliminde gerçekleşmiştir.

İstihbarat savaşları İkinci Dünya Savaşı’nda altı yıl boyunca kesintisiz ve büyük gizlilik içinde, sessizce yürütülmüştür. Bu dönemde; istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri amansızca ve kıyasıya yaşanmıştır. Casusluk tarihinde yaşanan büyük olay ve kişilerden bahsetmek mümkündür. Ancak bu altı ayda yaşananlar, çok geniş bir alanı etkilemesinden ve aktörlerinin çapı bakımından Çiçero Olayı’nı diğer casusluk olaylarından bir adım daha öne çıkarmaktadır.

            Olay, İngiltere Büyükelçiliğinde uşak olarak çalışan Elyesa Bazna’nın, Büyükelçi Sir Hudge Knatchbull-Hugessen’in doğrudan yakınında olmasının verdiği pozisyon sayesinde, casusluk yapmaya karar vermesi ile başlamıştır. Elyesa Bazna’nın Alman Büyükelçiliği’ne giderek görüşme talep etmesi ve para karşılığı İngiliz belgelerini satmaya başlaması üzerine olaylar önüne geçilemez bir hale dönüşmüştür.

            Elyesa Bazna 26 Ekim 1943 akşamı eski patronu, Alman Sefareti birinci sekreteri Jenke vasıtasıyla, Von Papen’in adamlarından, istihbaratçı L.C Moyzisch’le temas kurmuştur.[16] Birinci Sekreter Jenke, Büyükelçiliğe gelen Elyesa Bazna ile önce kısa bir görüşme yapmış, fakat konumundan dolayı bu işin yürütülmesini RSHA (Reich Güvenlik Departmanı) emrinde çalışan ama Von Papen’e de bilgi veren Ludwig Moyzisch’e havale etmiştir. Artık bundan sonra bu tür temaslar doğrudan Elyesa Bazna ve Moyzisch arasında gerçekleşmiştir. Elyesa Bazna’nın teklifi basitti. İngiliz Sefareti’nden getireceği “Çok Gizli”-“Gizli” ibareli belgelerin fotoğrafı karşılığında 20.000 Sterlin istemekteydi. Moyzisch durumu Von Papen’e  iletmiştir. Von Papen barış zamanı şartlarında olsa İngiliz Sefareti’ne bildirebileceği bu durumu, savaş ortamında elbette lehlerine değerlendirmiştir. Hemen Berlin’e durumu özetleyen mesaj çekilmesi kararına varılır. Von Papen, Moyzisch’in ana taslağını hazırladığı mesajı birkaç düzeltme yaparak yeşil renkli kalemle imzalamıştır.[17] Böylece onay beklenmeye başlanmıştır. Mesaj şöyledir:

            “Alman Dış İşleri Bakanlığı Personeline,

            Çok Gizli

            İngiliz elçiliği çalışanlarından olduğunu ve İngiliz Büyükelçisinin özel uşağı olduğunu iddia eden bir şahıs çok gizli İngiliz belgelerinin fotoğraflarını bize satma teklifinde bulundu. 30 Ekim’de gerçekleşecek olan ilk teslimat için banknot olarak 20.000 Sterlin gerekli. Şahıs ileride yapacağı her bir teslimat için 15.000 Sterlin istemekte. Teklifi, kabul edip edemeyeceğimiz konusunda bize bilgi verilmesi gerekmektedir. Eğer kabul etmemiz isteniyorsa 30 Ekim’e kadar elimize geçecek şekilde özel kurye ile para göndermeniz gerekiyor. Özel uşak olduğunu iddia eden kişi hakkında, yedi yıl önce Birinci Sekreterin yanında çalışmış olduğundan başka elimizde herhangi bir bilgi yok. Papen.” (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.29–41) 

            29 Ekim 1943’de Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında Berlin’den onay gelmiştir.[18]

            Gelen mesajın içeriği şöyledir:

            “Büyükelçi Von Papen’e,

            Çok Gizli

            Her türlü tedbir alınmak kaydıyla İngiliz uşağın teklifi kabul edilecektir. Özel kurye Ankara’ya 30’unda öğleden önce varacaktır. İlk teslimattan sonra belgeler hakkında rapor bekleniyor. Ribbentrop (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.42).

            İsim babalığını Von Papen’in yaptığı “Çiçero” [19] kod adıyla faaliyetini sürdüren Elyesa Bazna, altı ayda yaklaşık dört yüzün üzerinde belgenin fotoğrafı karşılığında 300.000 pound ya da o günün kuruyla bir milyon dolar parayı Moyzisch’den almıştır (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.190).

            Bazna (Çiçero), küçük bir Leica fotoğraf makinesi ile gizli belgelerin fotoğraflarını çekmiş ve fotoğrafları Moyzisch’e vermiş, karşılığında ise para almıştır. Belgeler Berlin’e gönderilmiş, Ribbentrop da bunları Hitler’e sunmuştur. Ancak Moyzisch’in amiri olan Kaltenbrunner[20] ise hem Ribbentrop hem de Von Papen ile çatışma halindeydi. Bu uyumsuzluk, Çiçero Operasyonu’ndan Alman tarafının tam olarak istifade edememesine neden olmuştur.

            Çiçero ile Moyzisch bazen Alman Sefareti’nde, bazen Moyzisch’in bir arkadaşının evinde ve bazen de bir otomobil içinde alışverişlerini yapmışlardır.  

            Bir keresinde Türk istihbaratı arabalarını uzun süre kovalamış ve bunu da bir resepsiyonda, diplomatları aracılığıyla alaycı bir üslupla dile getirmişlerdir (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.126). Bu yalnız olmadıklarını gösteren bir emareydi.        O esnada savaş olanca hızıyla sürmekteydi. Avrupa güneyinden çıkartmalarını sürdüren ABD ve İngiliz güçleri, Almanya’nın sıklet merkezi oluşturması için, Fransa kıyılarındaki seçkin birliklerini buraya kaydırmaya başlamışlardı. Böylece Normandiya[21] çıkartması elden geldiğince kamufle edilmiş ve şaşırtıcı-yanıltıcı dezenformasyon bilgilerinin yayılmıştır.

Almanlar karşısında toparlanarak Stalingrad’dan karşı taarruza geçen Ruslar, ileri harekâtlarını Avrupa üzerine çevirmişlerdi. Bu gelişmeler, Almanya üzerine hava akınlarının sürdürülebilmesini kolaylaştırmıştır.

Öte yandan Türkler Almanlara Bursa üzerinden kârlı bir alışverişle krom-volfram-vanadyum satışlarına devam etmiştir. Bu satışlar durdurulduğunda Almanların savaş mekanizması altı ay kadar dayanacak bir stok seviyesine sahiptir (Kersaudy, 2011, s.96).  

İşte bu kırılma anlarında soru şuydu. Müttefikler Güneyden mi? Yoksa Fransa sahillerinden mi? Almanya üzerinde sıklet merkezi oluşturacaklardı? Stratejik asıl taarruz”, nereden başlatılacaktı? Bu yüzden Almanların nerede “stratejik yığınaklanma yapacaklarına karar vermeleri için doğru istihbarat ve gerçek bilgilerin teyit edilmesine ihtiyaç vardır.[22]  Bu şaşırtma planının adı “Jael” di (Kersaudy, 2011, s.131–141).

            31 Ekim 1943 yılından itibaren Nisan 1944’e kadar Çiçero tarafından Almanlara verilmeye başlayan belgeler arasında, Normandiya çıkarmasının gizli planları da bulunmaktadır. Bazna, İngilizlerden öylesine önemli belgelerin fotoğraflarını alarak Almanlara satmıştır ki; Trakya’ya müttefik güçlerin radarlarının yerleştirilerek, Romanya’daki petrol sahasına uçakların ulaşımının sağlanması ile Roosevelt, Churchill ve İnönü arasındaki görüşmelerin tutanakları Almanların eline geçmiştir. Ancak Hitler bunların oyun olduğunu sanarak belgelere itibar etmemiştir.[23] Moyzisch anılarında şöyle diyor:

            “Bu belgeler stratejik manada hiçbir zaman kullanılmadı. Uygulamada sadece şifre kırıcılar için yararı oldu. Reich’in liderleri düşmanlarının gücü ve niyetleri hakkında ellerinde olan kesin bilgileri kullanmadılar.” (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.55)

            Çiçero’nun ilettiği belgelerin doğruluğunu test etmek maksadıyla Naziler, Sofya’nın bombalanmasına bile göz yummuşlardır. Dört binden fazla Bulgar, bu teste kurban gitmiştir (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.143).

             6 Nisan’da Moyzisch’in sekreteri Nele Kapp’ın[24], Alman elçiliğine izinden geri dönmeyerek Amerikalılara “Çiçero” isminden bahsetmesiyle hem Moyzisch, hem de Çiçero telaşlanmıştır. 1944’e gelindiğinde İngiliz Sefareti’nde önlemler arttırılmıştır. Çiçero da kendince önlemler almaya çalışmıştır. Bu yalnızca para hırsıyla açıklanacak bir şey değildir.  Kuşkusuz, bir av esnasında, iz sürücülüğü yapan babasını vuran İngiliz’e duyduğu derin nefretin de, bunda payı vardır (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.107).

Altı aylık bu koşuşturmacanın sonuna gelinirken, Almanlar da gerilemeye başlamıştır. Çiçero daha fazla dikkat çekmeden Sir Hughe’ye istifasını sunmuştur. Olaysız ve törensiz istifası kabul olunmuş ve tutuklanmadan İngiliz Sefareti’ni bavuluyla terk etmiştir. Böylece Çiçero Olayı’nın son perdesi kapanmıştır.

             4. 1. Von Papen’in Değerlendirmeleri

            Baş aktörlerden Von Papen, 1939’dan 1944’e kadar Ankara Büyükelçiliği görevini sürdürmüştür. Görevi Türkiye’yi Mihver Ülkeleri safına çekmek ya da tarafsız kalmasını sağlamaktır.

            Von Papen, Çiçero olayı için, hatıralarında şunları anlatmaktadır:

            “Stalingrad faciası ve böylece ortaya çıkan Hitler’in dirayetsizliği üzerine diğer ülkeler artık Almanların askeri başarı alanında bütün gücünü sarf etmiş olduğunu anlıyordu. Almanların durumu zayıfladıkça, Türkiye’nin de tarafsızlığını muhafaza etmesi güçleşiyordu. Numan Menemencioğlu’nu Kahire’ye davet etmiş olan Eden, orada Numan Bey’i tazyik etmiş, artık Türkiye’nin müttefiklerine karşı olan vecibelerini yerine getirmek zamanının geldiğini söylemişti. Buna karşı Menemencioğlu; Türkiye’nin durup durup da artık son anda sanki zaferin nimetlerinden pay almak ister gibi harbe katılmak istemeyeceği, bunu İngiliz basının da haklı olarak tenkit ettiği şekilde, Mussolini’nin mağlup Fransa’yı arkadan vurmak hareketine benzer bir iş olacağı cevabını verdi. Kahire’den döndükten sonra kendisiyle yaptığım temasta, işin ciddiyetini, Türkiye’ye harbe girmesi için yapılan tazyikin derecesini gerçekten anladım. Almanya askeri alanda durumu düzeltemezse, Türkiye ekonomik zorunluluklar yüzünden siyasetinde esaslı değişiklikler yapmak zorunda kalacaktı. Bu hususu Menemencioğlu açıkça söylemişti. Bunun üzerine hem bu durumu Hitler’e bildirmek, hem de müttefiklerin nihai zaferi elde etmek üzere giriştikleri teşebbüsleri ve askeri hareketleri meydana koyan bir istihbaratı vermek üzere bizzat uçakla Berlin’e gittim. Bu istihbaratı yapan ajanı Çiçero adı altında gizliyordum.

            Hitler bu haberleri öğrendikten sonra, siyasi yollarla dünya harbini sona erdirmeye teşebbüs ederse belki Almanya için son bir kurtuluş çaresi olabilirdi.
            Ama ne Hitler, ne de Ribbentrop fena haberleri dinlemek istemiyorlardı. Bu işin arkasında da, İngiliz gizli servisinin bulunduğunu düşünmek rahatlarına uygun geliyordu.[25] Herkesin bildiği Çiçero vakasını burada canlandırmaya lüzum bulmuyorum. Yalnız daha başlangıçtan beri hadisenin Bir İngiliz tertibi olmayacağını bana düşündüren bazı olayları zikretmek isterim.

            Vaktiyle bizim sefaret müsteşarının şoförü olan, o sırada da İngiliz elçisinin oda hizmetkârlığını yapan Bazna ismindeki şahıs, bir gün beni arayarak çok mühim bir haber vereceğini, böyle bir teklifle alakadar olup olamayacağımı sordu. Kendisini hemen reddettim. Çünkü o sırada telefonların çoğu dinleniyordu. Bir yandan da ifşa edeceği sırrın pek mühim olduğunu söylediği için, sefarette bulunan Gestapo temsilcisine durumu anlattım. Şayet bu bir dalavere ise mesuliyeti Gestapo ajanının yüklenmesi daha doğru olacaktı. İlk aldığımız malumat, bir telgraf suretiydi. İngiliz hariciyesinden Sir Hughe’ye gönderilmiş olan bir telgrafı, oda hizmetçisi alıp yatak odasına götürmüş ve gizlice fotoğrafını almıştı. Telgrafı okuyunca sahte olamayacağına hemen hükmettim.

            Bu şifresi çözülmüş bir telgraftı. Bu istihbaratın devamına karar verdim. Gestapo sorumlusuna da, bu meseleden benden başka kimseye bahsetmemesini emrettim. İstihbaratı “Çiçero İşi” adı altında gizliyorduk. Ajan mütemadiyen para istiyordu. Her yeni telgrafta ücreti biraz daha arttırıyordu. Nihayet malumatın bedelini ödeyecek para kalmadı. Bunun üzerine yeni tahsisat istedim. Berlin’deki Gestapo şefi istenen parayı gönderiyordu. Sonradan meydana çıktığı gibi gönderilen paralar hep sahte idi. Hitler o dönemde en usta uzmanları toplayarak, bu sahte paraların basımı konusunda bir matbaa kurmuştu. Sahte banknotları o kadar mükemmel hazırlıyorlardı ki, paranın sahte olup olmadığını tetkik için verdiğimiz bankalar bile, banknotların hakiki olduğunu tasdik ediyorlardı. Bu kabil maksatlar için milyonlar basıldı. Almanlar, İngiliz ekonomisini çökertmek için Berlin yakınlarındaki Sachesenhausen’deki toplama kampında gerçeğinden ayırt edilemeyen sahte İngiliz Sterlini basıyorlardı ve yüzyılın casusunun (İlyas Bazna’nın) Arjantin’e getirdiği paraların değeri sıfırdı (Moyzisch, 2004, s.189–191).[26] Harp içinde bir göle atılan bu paraların yakın zamanda çıkarıldığı malumdur.

            Çiçero’dan aldığımız malumat cidden çok kıymetli idi. Bu sayede Tahran’da yapılan gizli konferansta Almanya hakkında alınan kararlardan haberdar olduk. İngiliz hariciyesinin tekliflerini öğrendik. Türkiye’yi harbe sokmak için gösterilen gayretleri, Almanların müdahalesine meydan bırakılmadan, Türkiye’deki üstlerden Romanya petrollerinin bombalanması projelerinden bu yolla haberdar olduk. Petrollerin imhası meselesi önemli idi. Buna mani olmak lazımdı. Ben hemen Menemencioğlu ile temas ettim. İngilizlerin Türk üslerini kullanarak Pioşti’yi bombalayacağına dair kulağıma şaiyalar geldiğini, böyle bir şey yapılırsa Hitler’in İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirleri harabe haline getireceğini söyledim. Menemencioğlu böyle bir tasavvurun olmadığını ifade etti. Ama Çiçero’nun getirdiği yeni telgraflardan Menemencioğlu’nun konuşmamızı hemen Sir Hughe’ye anlattığını anladım. Sir Hughe Londra’ya çektiği telgrafta ‘Papen çok şey biliyor’ diye yazmıştı. Yine Çiçero’nun getirdiği vesikalardan ‘Operatıon Overlord’ adı altında gizlenen projeden de haberimiz oldu (T.C. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı,  Ankara, 1998, s.143). Bu proje İngiliz ve Amerikan kuvvetlerinin Fransa’nın kuzey sahiline yapacağı çıkarma hakkında idi.

            Ayrıca Churchill’in, Stalin ve Roosevelt ile olan Selanik ve Balkanlar yolu ile Almanları güneyden sarmak veya Stalin’in ısrarına uyarak doğrudan doğruya İngiliz kanalı üzerinden çıkarma yapmak, konusundaki mücadelelerden de haberdar olduk. Nihayet İnönü’nün, Menemencioğlu ve Açıkalan ile çatışmalarını, Churchill ve Roosevelt’in Kahire görüşmelerinin teferruatını aynı yolla öğrendik. Türk hükümeti Moskova ve Tahran’da görüşüldüğü şekilde harbe katılarak bir satranç taşı gibi oynatılmak istemiyordu. Yapılacak işlerden, nihai zaferden haberdar edilmedikçe Türkiye’deki deniz ve hava üslerinden faydalanılmasının mümkün olamayacağını, Türk hükümet adamları, açık bir şekilde ifade ediyorlardı.

            Türkleri en fazla düşündüren nokta, Stalin’in ‘Türkiye tarafsızlığını bıraktığı takdirde, biz de Bulgaristan’a harp ilan edeceğiz’ demiş olmasıydı. Bu beyanat Boğazların Sovyet tahakkümü altına girmesi tehlikesini ortaya koyuyordu ki, benim de öteden beri endişelendiğim şey bu idi. Yine Çiçero’nun getirdiği haberlerden, Sofya’nın bombalanacağını öğrendik. Ama Berlin, Bulgarları haberdar edecek yerde, sırf yapılan istihbaratın doğruluğunu kontrol maksadıyla hiç sesini çıkarmadı. Böylece istihbarat kaynağımızın doğru çalıştığı meydana çıktı. Ama Bulgar başkenti de harabe haline geldi.

            Sonuçta İngiliz gizli servisi bu sızıntıyı ortaya çıkarmak için Ankara’ya bir adam gönderdi. Böylece bu önemli kaynak da kurumuş oldu. Teessüfe şayandır ki Hitler, bütün bu olanaklardan faydalanmasını bilememiş, yanlış bir yol tutmuştu. Talihinin iyi gitmesi sayesinde Rusları Vistül Nehri’ne kadar sürmüş, İtalya’da Alplere kadar hâkim olmuşken, Balkanlara dost elini uzatıp, bütün müdafaasını Fransa ve Almanya üzerinde kursaydı, sulhu kurtaracak kadar kuvveti kalabilir, Rusların da 1937 deki hudutlarından ileriye geçmesine engel olabilirdi. Ne yazık ki tuttuğu yolun sonu çıkmadı.

            Sonradan gösterilen Çiçero filminin konusu olayla ilgili belgelere dayanılarak hazırlanmamıştır. Film hazırlanırken araya mutlaka bir aşk macerası atmak gerektiği için beni güzel bir Polonyalı kontesle flört ettirmelerine pek içerlemedim. Ama Ankara’ya hiç bir gestapo mensubu gelmediği halde[27], birçok üniformalının işe karıştırılması, bir de sözde Ribbentrop’un bana yazdığı mektuplar beni fazlasıyla sıktı. Sir Hughe’nin oda hizmetkârının iyi sonucu da bir Hollywood uydurmasıdır. Fox film şirketi Ankara’ya gelip sefarethanede çekim yapmak istediği zaman, durumu bozulmuş ve işsiz kalmış olan Çiçero, şirkete başvurarak filmdeki rolünü bizzat oynamak istemişti. Ama hakiki hayatta yaptığı işleri, aktör olarak pekiyi becerememiş olacak ki, şirket bu teklifi kabul etmedi. Fakat paranın yüzü tatlı olduğu için daha sonra Almanya’daki bir resimli mecmuanın teklif ettiği yüksek para karşılığında, Çiçero bütün bu işin İngiliz gizli servisinin bir oyunu olduğunu itiraf etmiş diye duyduk.”[28]

            Anlaşılıyor ki, Alman İstihbaratı çok başlı ve koordinesiz bir durumdaydı. Ayrıca Hitler zaten dar bir yönetim kadrosunun fikirlerine itibar etmekteydi (T.C. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı,  Ankara, 1996, s.254). Böylece Dışişleri ve İstihbarat, Berlin’in emirlerini salt uygulayıcı konumdan, fikirleri dinlenen veya seçenek üreten konuma (bu kadroyu aşarak) gelememiştir. Tüm bunlara iç çatışmaları da ilave etmek gerekir. Almanların Birinci Dünya Savaşı’ndaki psikolojik harekât yeteneklerini burada sergileyemediklerini söylemek mümkündür (T.C. Genelkurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı,  Ankara, 1999, s.40–41).

            4. 2. CIA Analistleri Ne Diyor?

            Dorothy J. Heatts, (https://ww (.cia.gov/):  Ludwig Carl Moyzisch’in Çiçero olayı ile ilgili yazdığı kitabı hakkında şu analizlerde bulunmaktadır:

            “Çiçero Operasyonu, II. Dünya savaşı sırasında Ankara’da geçen ve en iyi casusluk hikâyelerinden biridir. Bu olaya sadece Naziler ve İngilizler değil, Amerikalılar da karışmıştır. Gerçi Çiçero Operasyonu hiçbir zaman amacına ulaşamamıştır.

            Çiçero lakabı Almanlar tarafından Türkiye’deki İngiliz Büyükelçisinin uşağına verilmiş olup, İngilizlerin gizli bilgilerini Almanlara çok büyük meblağlara sattığı doğrudur. Belgeler kullanılmadan önce, bir kadın tarafından bu haber sızdırılır ve Çiçero Operasyonu başarısızlığa uğrar.

            L.C. Moyzisch tarafından kitaplaştırılan bu hikâye, halkın bilgisine sunulmuştur. Five Fİngers olarak filme çeken The Studio One, hikâyeyi o dönemde Ankara’nın Alman Büyükelçisi Franz von Papen ile American Press’te çalışan Allen Dulles’e onaylatarak sinemaya taşımıştır. Ayrıca Herr von Papen ve Mr. Dulles kitabın başka bölümleri de olabileceğini söylemişlerdir.

            O bölümlerin ne olduğunu bilmiyoruz, hiç bir zaman da ortaya çıkmamıştır. Belki de bu, Çiçero’ya bir uyarı olarak söylenmiş olabilir. Çünkü olayların ucunda bir kadının hayatı söz konusuydu. Amerikalılar tarafından Nazi casusu olan bu kadın, Türkiye’den Amerika’ya kaçırılacaktı. Almanlar onun ölü ya da diri ele geçirilmesini istiyordu.

            Kitapta Moyzisch, Çiçero Operasyonun, Alman büyükelçisinin sekreterliğini yapan ve histerik olan Elizabeth tarafından düşürüldüğünü söyler. Kendisi Çiçero’yu İngilizlere bildirmiştir. Moyzisch haklı olabilir, lakin hikâyesinde birkaç detay eksiktir.

            Elizabeth’in gerçek adı Nele KAPP’tır. Babası bir Alman diplomat ve savaş zamanında Sofya’nın da Alman Konsolosudur. Nele’nin Ankara’ya gitmesine babası ön ayak olmuştur. Nele ve babası Nazi taraftarı değildi ama bunu saklıyorlardı. Çok iyi İngilizce konuşan Nele, Calcutta ve Cleveland’ta çok iyi bir eğitim almış ve daha sonra da Stuttgart’ta hemşire olarak çalışmıştır. Azimli çalışmaları sayesinde Diplomatların servisine verilen Nele, babasının yanına gönderilir. Sofya’ya geldiğinde depresyonda olduğunu fark eden babası, onu Ankara’ya aldırır. Yani Moyzisch’in yazdığından daha fazla histerik durumdadır.

            Nele’nin aklına yatan bu transfer işi, ona bir umut verir. Her şeyden uzaklaşmak isteyen kadın, Almanların gizli bilgilerini özgürlüğü için satmayı düşünür. İlk irtibatını da Alman-Yahudisi olan Dişçisi ile yapar. Nazi meslektaşlarının birçoğu dişçiye kötü davrandığı için de, dişçi onu hastası olan ve dış işlerinde çalışan bir Amerikalı ile görüştürür.

            Nele Amerikalıya babasının ve kendisinin anti Nazi olduğunu ve bilgiler karşılığında Türkiye’den Amerika’ya gitmek istediğini söyler.

            Yabancılar servisindekiler "Amerikalılar hiç bir şey için söz veremez. Ama eğer kendisi kararlıysa, herhangi bir problem olduğunda da sonuçlarına katlanmak zorunda" der. Nele sonuçta bir Almandır ve Naziler için çalışmaktadır. Böylece yabancılar servisi olayı Amerika Ordu İstihbaratına devreder ve Nele de, antlaşmada üzerine düşeni yerine getirmeye başlar.

            Almanlarla görüşmeye gelen Çiçero yüzünden herkes dışarıya çıkarılır, Nele’nin tek bildiği bunun İngilizlerle bir ilgisi olduğudur.
Amerikalılar bu olayı İngilizlere bildirir. Böylece Çiçero’nun casusluğu açığa çıkar. İngilizler planlanan operasyonları iptal eder. Almanlar da aslında bunu hiçbir zaman kullanmamışlardır.

            Kitap Nele’nin kayboluşu ile biter. Nele aslında Amerikalı kontağı ile görüşür ve kaçış planları hazırlanır. Naziler onun ölü ya da diri ele geçirilmesini istemiştir. Ama Amerikalılar sorunu pek çözmek istemez. Histerik krizlerine giren Nele’ye Amerikalı kontağı (daha sonra arkadaşı olan) yardımcı olur.

            Bir hafta boyunca Amerikalı iki kadın sekreterin yanında kalır. Saçları siyaha boyanır ve trenle kaçış planları yapılır. Almanlar olayı duymuştur. Lakin Toros Ekspresi’nin kuzey kolu İstanbul’a, güney kolu Suriye’den Bağdat’a gitmektedir. İstasyonda her yer Nazi kaynar, ama Nele’yi bulamazlar. Aslında trene yetişemeyen Nele arabayla Ayaş kasabasına götürülür ve buradan kuzey kolu olan Toros Ekspresine bindirilir.

            Aslında İstanbul’a gitmeyecektir, Balıkesir’de bir İngiliz kampı bulunmakta ve orada inip küçük bir tekneyle Yunan adalarına oradan da Kıbrıs ve Mısır’a götürülecektir.

            Kahire’ye geldiğinde bir esir kampında tutulan Nele, çok kızar ve Ankara’da ona yardımcı olan Amerikalı arkadaşına bir mektup yazar. Ki bu arkadaşı da yetkililer tarafından soruşturulmaktadır. Olaylar çözüme kavuşunca, Nele, Elizabeth olarak hayatına devam ettiği Amerika’ya gönderilir. En son bilinen yeri de Kaliforniya’dır. Yazar onunla irtibatın kesildiğini, bunu Elizabeth’in geçmişi unutmak istediği için olduğunu belirtir.

            Peki, Çiçero’ya ne oldu? Tam anlamıyla kaybolmamıştı. Savaştan sonra bir gün, tekrar Alman Konsolosluğuna gider ve ona Nazilerin verdiği paranın sahte olduğunu söyler ve tekrar para ister. Küçük işlerde, ara sıra Türk istihbaratı için çalışmıştır. Ama yalnız ve fakir olarak Ankara’da ölmüştür.”[29]

            Bazı kaynaklarda ölüm yerleri faklıdır. İstihbarat dünyasının doğası, belki de hiç bilinmeyecekleri dahi kurgulama gücünü sürdürebildiğini işaret etmektedir.

            4. 3. Sir Hughe Knatchbull-Hugessen’e Göre Çiçero

            İngiliz Büyükelçi Sir Hughe Knatcbull Hugessen Çiçero Olayı ile ünlenen meslek yaşamına, Belçika’da kısa süre Büyükelçilik yaptıktan sonra son vermiştir. Ancak anılarında Çiero’dan hiç bahsetmemesi, ilgi çekicidir. Sefir’in yazışmalarını Alman istihbaratında RSHA ya da SD, AMT VII’da “tercüman” olan Maria Molkenteller (PRO/KV6/8, COS/SCI, ABD 1nci Ordu Kh. daki sorgulama özeti)  ABD’li  OSS (CIA öncesi istihbarat birimi) memurları ve İngilizler tarafından savaş sonrası sorgulandığında bile “Çiçero Olayı”ndaki bilinmezler ortadan kalkmamıştır.

            Zaten İngiliz arşivleri 2003- 2005 yıllarında açıldıktan sonra da olaylar esrarını korumaya devam edecektir. Sefir en azından ölümünden sonra Normandiya Çıkartmasını sızdıran kişi olmadığının açıklanmasını istemiştir (Kersaudy, 2011, s.141–162).

            Sir Hughe’un derin sessizliğine destek, Allen Dulles’in[30] The Secret Surrender (Gizli Teslimiyet) kitabı ve Pierre Nord’un Le Kawass d’Ankara (Ankara Kavası) kitabında aranmalıdır (Kersaudy, 2011, s.125–136).  

            5. Çiçero Kimin Casusuydu?

            Von Papen’in de belirttiği gibi Çiçero’nun gerçekte kim olduğu ve kimlerle çalıştığı konusunda şüpheler çoktur.[31] Ancak Savaş sonrasında Bazna, Ankara, Arjantin, İstanbul ve Almanya arasında dolaşmıştır.[32]

            Türk emniyeti tarafından iki defa gözaltına alınmıştır (Papen, 1952, s.519). 20 Temmuz 1951 tarihli Milliyet gazetesi bu tutuklama olayını birinci sütuna taşımıştır. (http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/).             Alman istihbaratının zafiyeti, Türkiye’de de bilinmektedir. Bu zafiyeti savaşa girmemek ve yerinde değerlendirmek için Türk istihbaratı her an kollamıştır (T.C. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı,  Ankara, 1998,  s.524).

            Tüm bunlar Hitler’in temel istihbarat kurallarını ihlal ederek sezgilerine yönelmesine yol açmıştır. İşte Çiçero’yu kimin kullandığından ziyade kim karlı çıkmıştır? Asıl bu sorunun cevabını aramak gerekmektedir.

            İşte o dönemki “MAH Reisi” Naci PARKEL, bu yüzden en ufak pasta kırıntılarını dahi vakit geçirmeksizin Başbakan’a ileterek Ankara’yı harekete geçirmesini bilmiştir. (Kaynak, 1995, s.127).[33]      Ancak MİT 2002 yılında kurum desteğiyle arşivlerini açarak yazdırdığı kitabında “yönlendirme”ye ait değinmelerde bulunmaktadır (İlter, 2002, s.50–51).

            6. Sonuç

            Anlaşılıyor ki, II. Dünya Savaşı yıllarında, Ankara’da önemli bir casusluk olayı yaşanmıştır. Müttefik ve Mihver devletlerinin, Türkiye’yi savaşa kendi yanlarında girmeye ikna etme çabaları yanında Türkiye, güçler arası istihbarat savaşlarının yaşandığı bir yer de olmuştur. Çiçero Olayı, bu istihbarat savaşlarından sadece birisidir. Hakkında filimler çevrilecek kadar bilinen bir olaydır.

            Çiçero Olayı üzerine söylenen farklı görüşler, istihbarat olayının doğasının bir gereği olsa gerekir. Yoksa böyle bir olayın olmadığı anlamına gelmez.

İlgili taraflar Çiçero Olayı’nı iyi değerlendirebilmiş olsaydı, savaşın akışını değiştirebilecek manivela yakalanmış olabilirdi. Bu da istihbarat faaliyetlerinin ve istihbarat ile elde edilen bilgilerin doğru işlenmesinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR

 

            AKŞİN, Sina, (2011), Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye, Cem yayınevi, İstanbul.

            ALTAYLI, Enver, (2013), Ruzi Nazar, CIA’nin Türk Casusu, Doğan Yayıncılık, İstanbul.

            BAZNA, Elyasa, (2000), Ankara Casusu: Çiçero, Karizma Yayınları, İstanbul.

            KAYNAK, Mahir, (1995), Osiero Nero Öldü,  Dergah Yayınları, İstanbul.

            KERSAUDY, François, (2011), Çiçero Olayı 1943, Picus Yayınları, İstanbul.

            MOYZISCH, L.C., (2004), Çiçero Operasyonu, Q-Matris Yayınları, İstanbul.                    

            İLTER, Erdal, (2002), Milli İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi, MİT Basımevi, Ankara.

            İNGİLİZ MİLLİ ARŞİVİ, (Public Record Office- Kısaca PRO)

            ÖZKAN, Tuncay, (2003), MİT’in Gizli Tarihi Alfa Yayınları, İstanbul.

            ÖZTÜRK, Saygı, (2002), Devletin Derinliklerinde, Ümit Yayıncılık, Ankara.

            PAPEN, Von, Franz, (1952), Memoires, Andre Deutsch, London,

            SEYDİ, Süleyman, (2004), “Çiçero Olayı: 1940’larda Ankara’da İstihbarat  Savaşları”, Toplumsal Tarih, Sayı: 121, Ocak.

            T.C. Genelkurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı, (1999), Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Cepheleri’nde Beyannamelerle                    Psikolojik Harp, Yrd. Doç. Dr. Sadık Sarısaman, Genkur. Basımevi, Ankara.

            T.C. Genelkurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı, (1998), Tarihte Strateji (Askeri Strateji’den Milli Stratejiye), Genkur. Basımevi, Ankara.

            T.C. Genelkurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı, (1996), Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askeri ve Stratejik Açıdan Türkiye I, Genkur. Basımevi, Ankara.

            T.C. Genelkurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı, (1997), Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askeri ve Stratejik Açıdan Türkiye II, Genkur. Basımevi, Ankara.

            T.C. Genelkurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı, (1998), Tarihte Strateji (Askeri Strateji’den Milli Stratejiye), Genkur. Basımevi, Ankara.

            https://www.cia.gov/library/center-for-the-study-of-intelligence/kent-csi/vol1no4/html/v01i4a06p_0001.htm  (19. 05. 2013 saat 16:08)       

            http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/%C3%A7i%C3%A7ero/ 19.05.2013 saat  16:32)

EKLER

Resim–1: Elyesa Bazna

Açıklama: http://www.ergir.com/cicero_1.jpg

                Çiçero, yani İlyas Bazna (Elyesa Bazna) İkinci Dünya Savaşı’nın en gizemli casusuydu. “Yüz yılın casusu” olarak da anılacak İlyas Bazna, bir Arnavut göçmeniydi ve İngiltere’nin büyükelçisi Sir Hudge Knatchbull-Hugessen'in kavasıydı.

 

Afiş–1: Türk Yapımı Filmin Afişi

Açıklama: C:\Users\Burak\Desktop\DYRD. DOÇ\KİTAP BİLDİRİ VE MAKALELER\KİTAP-BİLDİRİ- MAKALELER TARİH\ÇİÇERO\ÇİÇERO HAZIRLIK\ankara-casusu-cicero-1951-filminin-afisi-713.jpg

                               Film’in Adı                         : Ankara Casusu Çiçero

                               Yönetmen                            : Mehmet Muhtar
                               Görüntü Yönetmeni          : Coni Kurteşoğlu

                               Senaryo                                               : Mehmet Muhtar

                               Oyuncular                           : Atıf Kaptan, Kadir Savun, Vedat Karaokçu,

                                                                                 Münir Ceyhan, Kemal Emin Bara, Berrin                                                                                                  Aydan, Rana Şuna, Hasan Çelik

                            Yapım                                      : 1951, Türkiye
                            Yapımcı                                  : Kemal İşmen

 

Afiş–2: Amerikan Yapımı Filmin Afişi

Açıklama: http://2.bp.blogspot.com/-mr8hPOZevkU/UCP-Vua3lJI/AAAAAAAACgo/PdD1eHOrkg0/s320/5F%C4%B0NGERS.jpg

 

                                   Film’in Adı          : 5 Fingers

                                               Yapım                   : 1952, ABD
                                               Yönetmen            : Joseph L. Mankiewicz
                                               Oyuncular           : James Mason, Danielle Darrieux

 

[1] Çiçero; Marcus Tullius Cicero, Romalı devlet adamı, bilgin, hatip ve yazardır. Felsefe öğrenimini, Epikürosçu Phaedros, Stoacı Diodotos ve Akademi'ye bağlı Philon'dan almış olan Cicero'nun önemi, Yunan düşüncesini daha sonraki kuşaklara aktarmasından oluşur. Çiçero kodu İlyas Bazna’ya güzel ve çok konuşmasına binaen verilmiştir. TDK’na göre Çaçaron: Karşısındakini susturacak biçimde ve çok konuşan, çenesi kuvvetli, geveze anlamına gelmektedir.

[2]   Bu filmlerin afişlerini Ekler’ de görebilirsiniz.

[3] Alman gazeteci Hans Nogly; I Was Cicero, Ich War Cicero, Signé Ciceron, Ben Çiçero’ydum İsimli kitabı çeşitli dillerde yazdırmıştır. Bu kitap bir tür edisyondur. Okul defterine yazılan günlükleri derlemiştir. Bazı abartmaları tabi ki günlüklerden çıkarmıştır. Elyesa Bazna gazeteci Alain Decaux ile yaptığı bir söyleşide bu kitabın bazı bölümlerine katılmadığını söylemiştir.

[4]   Ekler bölümü Resim-1’e bakınız.

[5] Mektupları okuduğu için kovulduğu Alman Dışişleri Bakanı Joachim Von Ribbentrop’un eniştesi diplomat Albert Jenke’nin uşağıydı.

[6] Bazna, askerliğini Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ün yanında yaptı. İngiltere’nin büyükelçisi Sir Hudge Knatchbull-Hugessen’in (bütün işlerine koşturan çok yakın adamı) kavasıydı. Olaylar sonrası bir süre Türkiye’de kalan Bazna Almanya’ya yerleşti. Alman hükümeti tarafından emekli maaşı bağlanan Bazna, Münih’te gece bekçiliği yaptı.

[7] Bazna kötü Fransızca konuşmaktadır. Ancak İngilizcesi ile ilgili muamma hiç aydınlatılamamıştır.

[8] Elyesa Bazna ile ilgili olarak Alman İstihbaratı biyografik bilgi edinmek için çok kere Moyzisch’e talimat yağdırmış ama Bazna bu talepleri geri çevirmiştir. Babasının av esnasında bir İngiliz tarafından vurulmasının dışında..

[9]Almanlar, İngiliz ekonomisini çökertmek için Berlin yakınlarındaki Sachesenhausen’deki toplama kampında gerçeğinden ayırt edilemeyen sahte İngiliz Sterlini basıyorlardı ve yüzyılın casusunun Arjantin’e getirdiği paraların değeri sıfırdı. Bkz. (Moyzisch, İstanbul, 2004, s.190-191).

[10]   İlyas Bazna ismi bazen Elyesa Bazna olarak da telaffuz edilmektedir.

[11]   Hayatı ve yaptıkları hakkında Hans Ogly tarafından bir kitap yazılan Bazna 1970’te Almanya’da ( Münih) öldü.

[12] Decaux, Bazna’yı 1955’te İstanbul’da karısı, kızı, damadı ve üç erkek çocuğu ile bir aile reisi olarak bulur.

[13] Bu yorum, makalenin yazarının vardığı sonuçtur.

[14] Maddi durumu zorlaşan Bazna’ya yardım etmek için kızının  şantörlük-dansözlük yapmak durumunda kaldığı Milliyet gazetesinde yer alır. 

[15] Bu makalenin yazarı, entelajansiya kelimesinin istihbarat kelimesinin karşılığı yerine kullanılmasının kavram karmaşasına yol açtığını-açacağını düşünmektedir. Yazara göre entelajansiya kelimesi, (yukarıda da anlatılmaya çalışıldığı üzere) daha dinamik süreci kapsayan geniş bir faaliyeti tarif eder mahiyettedir. Yani İstihbarat ürününün pazarlandığı son süreçtir. Çiçero olayında Almanlar Ankara’daki İngiliz Büyükelçiliğinden elde ettikleri ham haberleri tabi ki istihbarat çarkından geçirerek istihbarat üretmişlerdir. Sorun bu istihbaratı kullanacak entelajansiyanın çok başlı olması ve politika üretiminde homojen bir yapıdan uzak düşmesidir.

[16] Moyzisch, önceleri “Diello” ismiyle anılan İlyas Bazna’nın teklifini Von Papen’e, o da bu teklifi Berlin’e iletti.

[17] Büyükelçilikte Von Papen’den başkası yeşil kalemle mektup ya da belgeye imza atma yetkisine sahip değildi. Yeşil renk baş sefirin imzasını işaret ederdi.

[18]  O gün aynı zamanda Von Papen’in doğum günüdür.

[19] Elyasa Bazna casusluk yaptığı yıllarda Von Papen’in taktığı kod adının Çiçero olduğunu bilmiyordu. Hatta kendisinin Çiçero olduğunu ancak 1950’de, sefarette belgeleri teslim ettiği Moyzisch’in tüm yargılamaların ardından yazdığı anılarından ve yine 1950’de, İngilizlerin artık bu casusluk olayını açıklamasıyla öğrenebildi.

[20] SS generali Kaltenbrunner Alman İstihbarat servisi “Nachrichtendenst”in başındadır. “Auswartige Amt”den sonra gelir. Dış işleri ofisinin istihbarat birimleridir. Kaltenbrunner Ribbentrop ile birlikte savaş suçlusu olarak idam edilmişlerdir.  Askeri Karşı İstihbarat biriminin  başında ise Albay Canaris vardır. Canaris 20 Temmuz 1944’te Hitler’e karşı girişilen suikaste katıldığı için İdam edilmiştir.

[21] Normandiya çıkartması müttefiklerce “Overlord” olarak kodlanmıştır.

[22] “Jael planı” üzerinde tartışmalar henüz açıklığı kavuşturulmamıştır.

[23] Çiçero belgelerinin hayati önemini keşfeden Alman egemen elitlerinin Müttefiklerle barış anlaşması yapmanın  imkansızlığına da bir yandan inandıkları sanılmaktadır.

[24] O zamanki ABD İstihbarat’ı OSS için çalıştığı sonradan anlaşılmıştır.

[25] Çiçero (Bazna), Sofya’nın bombalanması, Moskova, Kahire, Tahran konferansları, Sovyetler Birliği’ne gidecek yardımlar ve kod adı Overlod Operasyonu olan Normandiya Çıkartması’nın planları gibi İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini değiştirecek belgelerin fotoğraflarını da Almanlar’a ulaştırmaya başladı. Alman Dışişleri Bakanı Von Ribbentrop, ikili oynayan bir casus olabileceği endişesiyle, Çiçero’nun elde ettiği belgelere güvenmedi. Hitler, 1943 Aralık ayında Çiçero’nun dokümanlarını dikkate almayarak müttefiklerin çıkarmasının batıdan değil, Balkanlar’dan ya da Norveç’ten geleceğini söylüyordu.

[26] Moyzisch bu konuda; amiri Kaltenbrunner’in sahte paraları banka müdürlerinin bile anlayamayacağı kalitede bastırabildiğini söylemektedir. O’na göre ilk parti 200.000 poundluk miktar sahte değildir. Elyesa’nın savurganlığı göz önüne alındığında ancak 40.000 pound kadar bir nakiti bu olaydan kazanabildiğini düşünmektedir.

[27] Von Papen, Gestapo mensuplarının Ankara’ya gelmediğini söylerken, yukarıda alıntı yaptığımız 13. sayfadaki kısımda, Çiçero ile görüşme işini Gestapo mensubuna havale ettiğini belirtmektedir.

[28] Von Papen Türkleri çok iyi tanıyan bir diplomattır. Almanların Ankara Büyükelçiliğine Nisan 1939 da atandı. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Osmanlı ordusunda çarpışmış ve 1918’de esir düşmüştür. Hitler’in iktidara gelmesinde etkili olmuştur.

[29] Dorothy J. Heatts / Amerikan istihbaratı,

[30]  İsviçre’deki OSS başkanı.

[31] SS Generali Schellen de anılarında Bazna’nın arkasında Türk gizli servisinin bulunabileceğinden şüphelenir. Çünkü Bazna’nın getirdiği bazı belgelerin fotoğraflarında parmak izlerine rastlanmıştır. Alman gizli servisi incelemelerinde Bazna’nın belgelerden tek başına bu fotoğrafları çekemeyeceğini anlamış, ancak kiminle işbirliği yaptığını o dönemde ortaya çıkartamamıştır.

[32] Beş Parmak adlı bir filmin çekimi için Ankara’ya gelen rejisör Mankiewitz bir gün Bazna tarafından Ankara Palas da sıkıştırılınca, polisi arayıp Bazna’yı ihbar eder. Olay yerine gelen polisler Bazna’yı önce tutuklasalar da, sonra gösterdiği kimliğe göre Bazna Ankara Emniyetinde Tercüman olarak çalışmaktadır. Hemen serbest kalır. Bazna’nın Almanlara verdiği bilgilerin MAH’ın kontrolünden geçme ihtimali akıllara gelmektedir.

[33] MİT cevabi yazısında; “ İlgi elektronik posta iletiniz incelenmiş olup, bilgi edinme talebiniz; 4982 sayılı Kanun uyarınca yürürlüğe konulan "Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin" 29. maddesi kapsamında, değerlendirilmiştir.  Bahse konu Yönetmeliğin 29.maddesi ( Sivil ve askeri istihbarat birimlerinin görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi veya belgeler) ile ilgili talepler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışında tutulmuştur. Bu nedenle, başvurunuz işleme konulmamıştır.  Bilgilerini rica ederim.    MİT Bilgi Edinme Birimi” demiştir.