Doç. Dr. Ahmet Yılmaz SOYYER

Doç. Dr. Ahmet Yılmaz SOYYER

[email protected]

KOLEKSİYON

24 Şubat 2019 - 13:22 - Güncelleme: 06 Nisan 2020 - 00:22

KOLEKSİYON

Bu koleksiyon kelimesinin dilimizde bir muadili bulunmamaktadır. Yerleşmiş bir türetmesi de sanırım mevcut değildir. Hem biz Türklerde hem de şark dünyasında koleksiyonculuk klasik dönemlerde görülen bir faaliyet değildir. Türkler, Çinliler, Hindular, Araplar ve Farslar bu tür bir geçmişe muhabbet duyma zevkine sahip olmamışlardır. Geçmişteki kültürel ürünleri toplayıp tasnif etme şeklindeki bu meşgale elbette müzecilikle çok yakın ilişkidedir. Belki de o organize toplayıcılığın ferdi biçimleridir. Doğu’da tek koleksiyonculuk -bu isim uygunsa- kütüphanelerde mevcuttur. Gerek genel ve gerekse özel kütüphanelerde dönemlerine göre muhteşem sayılacak kitap toplama faaliyetinden söz edilebilir. Halbuki Kadîm Mısır, Antik Yunan ve Roma’da kütüphanecilik haricinde gerek müzeciliğin ilkel biçimleri gerekse koleksiyonculuk mevcuttur.

Batıda ise 15. Ve 16. Yüzyıllarda doğadaki taşları, böcekleri, bitkileri toplayıp tasnif etme ilgileri başlamıştır. Bu 17. Yüzyılda ise her batılı zengin aydın kendi çapında koleksiyonlar yapmıştır. Aydınlanma dönemi koleksiyonculuğu teşvik eden saiklerden biridir. Bu dönemde bilinmeyenleri keşfetmek ve diğer insanlara tanıtmak isteği müzeciliğe kadar evrilen arzuların başlangıcıdır. Bilimin temelini teşkil eden merak hissi burada en şiddetli biçimde kendisini göstermektedir. Kutuplara gitmeye kalkmak, kelebekleri, böcekleri, kurtları, maymunları inceleyip kayıt altına almak için bir ömrü Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında geçirmek ancak bu merak duygusunun şiddetiyle açıklanabilir.

Şark ise merak duygusunu komşu kızının karıştırdığı haltlara yönelterek tatmin olmuş, böylelikle bilimsel merakını körletmiştir. Kur’an okuyun, tabiata yönelerek bakın derken Müslüman Doğu bu tür yaklaşımlara kayıtsız ve umursamaz kalmıştır. Batılı meraka Avrupa’ya gönderilen elçiler dahi dikkat etmemişlerdir. Sefaretnameler Avrupa sosyetesinin törenlerini valslarını, danslarını anlatmaktadır. Belki görmüş ve idrak etmişlerse de “eski köye yeni âdet getirmeyelim” düsturuyla susmuş olabilirler. Osmanlı sanatkarının ortaya koyduğu muhteşem hat, tezhip ve ebru eserleri dahi zenginler tarafından satın alınarak tasnif edilmemiştir.

Bütün bunların kıymetini anlamamız tanzimatla mümkün olmuştur. Bilhassa Fransa’ya gönderilen talebeler bu tür çabaların varlığını duyurmuşlardır. Bu öğrencilerin çok büyük bir kısmının idrak bakımından sığ ve yetersiz oldukları da bir gerçekliktir. Çünkü bunların ekseriyeti, müzelere, koleksiyonlara, üniversitelere dikkat çekmek yerine Avrupalıların muâşakalarını ballandıra ballandıra anlatmakla yetinmişlerdir. Az sayıdaki akıllı ve idrak sahibi genç yapılması gerekenler hakkında çırpınsalar da yeterli olmamıştır. Yine de Türk Rönesans’ını -yetersiz de olsa- meşrutiyet döneminin gayretlerinin sonucuna bağlayabiliriz.

Günümüzde de aynı umursamazlık devam etmektedir. Hat koleksiyonu yapan Sabancı âilesinin gayretleri alkışlanmaya değerdir. Bizler de hat sanatına âşık insanlarız ancak gerçeklerini toplamaya ekonomik gücümüz yetmediğinden fotoğraflarını ve fotoğrafların yayınlandığı kitapları toplayarak tatmin olmaktayız. Fakat itiraf etmeliyiz ki çoğumuzun aklına -ki hepimiz biyoloji okuduk- böcek, kelebek, taş, yaprak veya eski eşya biriktirmek gelmemiştir. Bunlarını yapmamız biraz da mümkün değildir çünkü annelerimiz “nereden buldun bu çeri çöpü” diyerek karşımıza dikilmişlerdir.

Kısacası bir koleksiyon eğitimine başlamamız gerekir. Koleksiyon tabiatı, çevreyi ve geçmişi anlama vasıtasıdır.

A. Yılmaz Soyyer