Celil ALTINBİLEK

Celil ALTINBİLEK

[email protected]

Türk Düşüncesinde Değişim 2

02 Ağustos 2015 - 13:35 - Güncelleme: 02 Ağustos 2015 - 22:06

Türk Düşüncesinde Değişim 2

Milletler bazen önderlik ederek, bazen de ortak hareket ederek, bulundukları kültür ve medeniyet halkalarını meydana getirir veya sonradan ona dâhil olurlar. Bazen de bizim gibi iki değişik medeniyeti kendi bünyeleri içinde barındırırlar.

Osmanlı rotasını batıya çevirmeden önce, düşünce sisteminde nasıl değişimler yaşanmış ve bu değişim, kurumlara ve icraata nasıl yansımış, bunlar hangi devir ve olaylarda kendini göstermiştir? bu durum incelenmelidir.

Sultan Fatih Mehmed Han devrine kadar, devletin töresince hareket ettiği üzerinde genellikle mutabık kalınmaktadır. Bazıları Fatih’ten itibaren Türk unsurunun devletin idari kademelerinden uzaklaştırıldığını,  Yavuz Sultan Selim devrinde hilafetin alınmasıyla birlikte Arap bilginlerinin ülkede etkili olmaya başladığını ve akılcılığa dayanan Türk düşüncesi olan Maturidi’liğin önemini kaybedip,  akla ve ilme önem vermeyen Eşari düşüncesinin hâkimiyeti ele geçirdiğini iddia ederler. Bazıları da, Fatih’le imparatorluk haline gelen devletin yeni kurulan medreselerle, ilim anlayışının yeni bir şekil aldığını, Yavuz’un Hilafeti almasıyla da, Türklerin İslamiyet’in koruyucu ve kollayıcısı konumuna geldiklerini, Hilafet-Saltanat veya Din-Devlet bütünleşmesinin ve anlayışının yerleştiğini, bununla birlikte artık Osmanlının Nizam-ı Âlemin (dünyaya düzen verme) ülküsünün temsilcisi olduğunu ve buna karşı gelmenin, İslam’a ve Devlet’e karşı gelmek olduğunu ve sünni anlayışa muhalif bütün unsurların üzerine, Kanuni’den itibaren gidilip, hayat hakkı verilmediğini, baskı uygulandığını yazarlar.

Türk Devleti, Kanuni Süleyman dönemine kadar düşünce sistemini ve töresini muhafaza etmiştir.  Sultanların yanında âlimler ve sufiler eksik olmamış,  memleketin her bir yerinde inançlarını yaşadıkları mabetlerdeki görevli iman adamları, aynı zamanda sosyal hayatta da insanlara nezaret edip yol gösterici olmuş, diğer yandan maddi ve ruhi hayatının ahengini yakalayıp, incelmiş insan yetiştirmek gayesiyle, bir o kadar da tekke,  faaliyet yürütmüştür. Ayrıca yine uzun geçmişi ve geleneği bulunan, halkın içinden çıkmış Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi sanatkârlar ve edebiyatçıların da kültür ve düşünce sistemi üzerinde önemli etkileri olmuştur.

Osmanlı devletinin gücünün zirvesinde olduğu herkes tarafından kabul edilen 16 yüzyıl, düşünce hayatında değişiklerin olduğu kırılma noktasıdır.Bir çok iç ve dış olayın ağırlığı kendini hisettirir.Düşünce sistemini meydana getiren taraflar, kurumlar arasındaki uyumun bozulduğu zamanlardır. Konunun bütünleştirici olması bakımından Türk milletinin düşünce yapısını ve ilgili kurum ve mensuplarını şöyle bir hatırlamakta fayda vardır. Bilim ve düşünce dünyası bir devamlılık içinde yol alır. Medreseleşme geleneği Selçuklularda önemli bir gelişme kaydetmiştir ve Osmanlı onun devamı niteliğindedir. Türk medrese yapısının ön önemli yanı, pratiğe ve faydacılığa dayalı olmasıdır.  Medreselerdeki eğitim bunun üzerine inşa edilmiştir. Burada dinin gereklerini, emirlerini içeren nakli diye isimlendirilen ilimlerin yanında, matematik, mantık, felsefe gibi dalları içine alan akli ilimler okutulmaktadır. Tekkelerde ise hayatın akışı içinde kalarak, nefis terbiyesiyle, hem insanın hem de toplumun hayatını düzenlemektedir.  Türklerin İslam’ı kabulüyle, yeni kurumlar da kendi bünyesinde yer bulmuştur. Medreseler, hem yönetici hem de âlimler yetiştirmiştir. Medreselerin gelişip kurumlaşması üzerindeki asıl pay, Araplara ait olmayıp, Türkler ve İranlılar tarafında ileriye götürülüp yükseltilmişlerdir.       

Kanuni devri, Osmanlının en güçlü cihan devleti olmasına rağmen sistemin ve töre’nin bozulmaya başladığı, adaletsizliklerin yaygınlaştığı, sosyal huzursuzlukların arttığı bir dönemdir.  Bu dönemde düşünce sistemindeki değişime öncülük etmiş Birgivi Mehmet Efendi (Ö.1573)  çağına ve sonraki zamana da etki eden şahsiyet olmuştur. O, Türk düşüncesinin temellerini oluşturan akıl, ilim, eren ve evliyalar ve dahi geleneklerle ilgili ürettiği (yeni olmayan) aykırı fikirlerle, dar ve katı fikir çemberi içinde hareket ederek, düşünce sisteminin farklı yola geçmesinin öncülüğünü yapmıştır. Hatta Kâtip Çelebi, onun için; şeriat ilimlerini iyi öğrenmesine rağmen,  felsefi ilimler meşrebine uygun olmadığından kitaplarında bunları inkar ettiğini, insanların örf ve adetlerini tanımak için tarih de okumadığını ve bilmediğini söyler. Günümüzde de etkisi ve yansımaları bulunan kişinin fikirlerini, yararlandığı kaynakları ve takipçilerini bilmek aydın sorumluluğunda olsa gerektir.

celil altınbilek                       02.08.2015