Celil ALTINBİLEK

Celil ALTINBİLEK

[email protected]

SINIR’IN BATI YAKASINDAN BİR GÖÇ HİKÂYESİ

16 Eylül 2014 - 16:24 - Güncelleme: 16 Eylül 2014 - 16:25

SINIR’IN BATI YAKASINDAN BİR GÖÇ HİKÂYESİ

 

Çocukluğunun, beyninde yer eden ilk hatıraları, yedi yaşında, İkinci Dünya Savaşıyla başlar. Bir zamanlar bizim olan Kırcaali’de, verimli ve kendilerine ait büyükçe bir arazide çiftçilik yapan bir ailenin yedi çocuğundan biridir Hüseyin.

Bulgaristan Almanlarla işbirliği halindedir. Almanlar yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için, üretilen yiyecek maddelerini pazarlık yaparak satın alırlar. Bu durum kıtlığa sebep olur, ekmek bulmakta zorlanırlar. Alman askerlerine yumurta götürürler. Karşılığında onlardan çikolata alırlar.

 

 

Almanların yenilmesiyle birlikte,  bu sefer Ülkede Rus işgali başlar, Bu İşgal sanki geleceğin habercisidir. Ruslar bütün yiyecek maddelerine el koyarlar ve bedel de ödemezler. Niye diye sorduğumda ise, çünkü onlar aç der, Hüseyin..

 

Savaş sonrasında Rus hâkimiyetinde bir düzen oluşur. Eski düzen bozulur. Babasının topraklarını almak isterler. Güya gönüllü gaspla arazileri yeni rejime bırakmalarını isterler. Babası kabul etmez bunun sonucunda baba idama mahkûm edilir.

O topraklar dedesinden kalmıştır.  O dedesi ki, babası altı aylık bebek iken Birinci Dünya Savaşında, Yemen’e gitmiştir. Türkümüzde dedikleri gibi gitmiştir ama giden gelmemiştir.

 

Hiç unutamam der Hüseyin, babamın boynunda büyük bir levha ve üstünde idam kararı yazısı vardı. Onu ikna etmek için hapishaneye ziyarete gittim.

Zorla veya gönüllü nasıl olsa topraklarını alacaklar dedim zor da olsa ikna oldu ve imza attı topraklarımızı verdik.

 

 

Daha sonra da bize gösterilen bir toprak parçasında karın tokluğuna çalışma dönemi başlar.  İşler ağır,  hayat çok zordur. Bu duruma on yıl kadar dayanır.

 

 

Artık karar vermiştir. Mademki Türk’tür ve yanı başında Türk Devleti vardır. Orada insanlar hürdür. Türkiye’ye iltica edecektir. Bunu hiç ama hiç kimseyle paylaşmaz, kimseye ailesine bile duyurmaz.

 

Otuz yaşına varmakta olduğu bir yaz başlangıcında, yanına biraz yiyecek ve bol miktarda acı biber alarak yola çıkar. Türkiye sınırına varır. Sınır, geçenin izini belli edecek kadar ince toprakla örtülü ve sınır devriyeleri tarafından köpeklerle birlikte korunmaktadır. İki gün boyunca sınırdan nasıl geçebileceğini gözler, araştırır. Devriyelerin nöbet değişimi sırasında harekete geçer ve hep yol boyunca da ardına acı biberleri serper çünkü köpeklerin kokusundan bu şekilde kurtulur.

Sınırı geçtiğinde ardından atılan mermiler fayda etmez. Sınırda onu Türk askeri karşılar. Yorgun ve açtır. Askerin ikram ettiği yemek, hayatta yediğim en lezzetli yemekti diye anlatır.

 

Parası olmamasına rağmen, otobüsle İstanbul’a gelir. Karakolda ifadesini alırlar, casus olmasından şüphelenmektedirler imtihandan başarıyla geçer, Vatandaşlık almak için Ankara’ya gider. Bir gece yarısı Millet Meclisine ulaşır. Gece bile meclisin çalışması onu etkiler. Meclise bin bir güçlükle girer. Daha da ilgi çekici olanı ise İçişleri Bakanının odasına girmeyi başarır. Onu karşısında gören Bakan şaşırır ve silahını çekmecesinden çıkarır üzerine doğrultur. Cesur ve güvenilir bir şekilde hareket ederek meramını anlatır. Bakan onu dinledikten sonra bir komisyona havale eder.

Bu komisyon onu tekrar sorguya çeker. Bu kalabalık komisyonun önünde samimi, dürüst tavır ve sözleriyle vatandaşlık vizesini alır onu İzmir’e gönderirler.

 

İzmir’de Kordon Boyunda bir Karakol adres gösterilmiştir. Karakolda yatıp kalkar ve temin edilen bir ayakkabı sandığı ve malzemesiyle Kordon boyunda boyacılığa başlar. Turistlerin ve insanların yoğun olduğu burada çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle on yıl kalır. İşleri iyidir, bayağı para biriktir biraz da krediyle ikinci el bir kamyon alır ve Adapazarı’na yerleşir.

 

 

İşleri ve hayatı düzene girmiştir. Geç de olsa orada bir evlilik yapar ve iki oğlan çocukları olur. Bazen hayat yolunda güzel giderken feleğin sillesi gelir.

Adapazarı’ndaki bin dokuz yüz doksan dokuz depreminde, kamyonunu ve iki oğlunu kaybeder. Sonra da Manisa’ya göç ederler.

 

Ah! Der Hüseyin, Babam ve Annemin hasreti hala içimde yaradır. Orada kalıp onlara sahip çıkamadım. Varlığımız için mücadele edemedim.

Hüseyin seksen yaşını aşmış olmasına rağmen, zor hareket etmede,  fakat çakmak gibi çakan gözleri ve elindeki bastonuyla hayata tutunmaya devam etmektedir.

Celil Altınbilek