Ahmet CANİKLİOĞLU

Ahmet CANİKLİOĞLU

[email protected]

ÇAĞLAYANLAR

05 Şubat 2015 - 22:11

ÇAĞLAYANLAR

            İnsan hayatında; çocukluğundan kalma birçok hatıra, birçok yaşanmışlık vardır. Bunların arasında, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, çeşitli renk desen ve şekilleriyle unutulmayan, her zaman yüreğinde ve beyninin bir köşesinde özenle saklanan, zaman zaman da hüzünle ve özlemle anılan hatıraları vardır. Bu hatıralar; bu güzellikler, bu yaşanmışlıklar, her zaman canlılığını korumakla birlikte; artık yaşı kemale ermiş, o günlerin derin buğusunu iliklerine kadar hisseden kişilerce büyük bir özlemle anlatılır.

            İşte bu hatıralardan içimizde bir ukde gibi kalan, çocukluğumuzun olmazsa olmazlarından sayılan ve o çocukluk zamanlarımızın sevinci yansır yüzümüze… Aynaların arkasında kalan derin yalnızlıklar; bir şiir gibi, buğulu camların arkasından süzülen bir çift gözyaşı gibi dökülür gözbebeklerimizden.

            En çok ta; hiç geçmeyecek, hiç bitmeyecek sanılan o çocukluk çağları, “ah bir büyüsem” düşüncesi ve özlemiyle tutuşur. Ne yazık ki büyüyüp te belli bir yaşa geldikten sonra, bu defa da çocukluğuna karşı dayanılmaz bir özlem başlar ki; acısıyla tatlısıyla coşkun akan ırmaklar gibi birer gözyaşı olur ve damla damla süzülür yanaklardan…

            Sivas’ta; Kılavuz Mahallesi ile Hacı Zahit Mahallesi’ni birbirinden ayıran, adeta doğal bir sınır gibi uzayan ve Mısmılırmak olarak bilinen bu ırmağın bir çağlayanı vardır. Yukarı Tekke Şehir Kabristanı’ nın hemen eteğinden geçen ve hafif eğimli olan bu çağlayandan akan su, çok güzel bir görüntüye sahiptir. Bu iki mahallenin gençleri çocukları için adeta bir cennettir. Temiz ve gürül gürül akan suyu ile her iki mahalle sakinleri için gözde bir mekândır. Bu çağlayanın hemen başında halı, kilim ve yün yıkanır. Çocuklar akşama kadar Ördek gibi suyun içinden hiç çıkmazlar.

Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, İşte bu Çağlayan’ının sesi hep çınlar kulaklarımızda. Adeta kapkaranlık bir ormanda duyulan çağlayan sedası gibi sarar bedenimizi. Usul usul adım atan ihtiyarlar gibi yorgundur. Yatağına küsmüş serin suların içli duruşu boy verir ve tir tir titrer ellerimiz. Berrak suların bıraktığı iz, derin yaralara gebedir ve o derin yaraların devası da asla yoktur. Yaz mevsimi güzelliklerinin yanında, kışın da kızaklarımızın bayram ettiği beyaz örtüsü ile çocukluğumuzun unutulmazları arasında olmuştur hep.

            Oysa şimdi, gölgesinde bıraktığımız o güzelim çocukluğumuzu gölgeler iğde ağaçları… Uzun selvileri nazlı nazlı sallanır ufkumuzda. Henüz küçük bir fidanken, bizimle beraber büyüyen akasyaların narin bedeni hüzünle yükselir karşımızda. Nihat Emmi’nin “Alaçuh” lu bostanları, Hacıhasanların salatalık bahçeleri, birer iğde tanesi gibi sallanır.  Şimdi serin meltemlerde yaşlanır çocukluğumuz, Akkaya’da Höllüklük eteklerinde…

            Mevsimler bahara durduğunda deli taylara benzer. Önüne ne gelirse götürür uzaklara ve meydan okur Kızılırmağa… Kıvrım kıvrım gelir Yılankırkan’dan nazlı bir gelindir adeta. Akkaya eteklerinde soluklanır durgunlaşır, hüzün bağırır sesi vurur taşlara yüzünü, yalım yalım kanar gözleri.

            Her mevsim zamansız düşer kapımıza. Viran evlerimiz, solgun sokaklarımız düşer aklımıza. Utanır yalnızlıktan zamansız düşlerimiz. Çağlayan’da bıraktığımız çocukluk zamanlarımız vurur kapıyı hüzün büyütür yüreğimiz, hıçkırıklara boğulur çağlayanlar gibi ağlamaklıdır ırmağımız.

            O da şimdi bizim gibi eski zamanlarını aramakta… Kurumuş bir yaprak gibi bomboş yatağında deli çağlarını soruyor. Bir zamanlar önüne ne gelirse sürükleyip götüren o ırmak artık yok! Çocukluğumuzu bağrında saklayan, sesine sesimizi çağlayanına naralarımızı kattığımız o ırmağımız artık yok. On yedili yaşlarımızın gümrah zamanlarında kenarına çömelip gözyaşlarımızı suyuna kattığımız o ırmağımız yok. Tıpkı çocukluğumuz gibi, gençliğimiz gibi umutlarımız gibi…