Ahmet CANİKLİOĞLU

Ahmet CANİKLİOĞLU

[email protected]

DELİ FADO

04 Temmuz 2014 - 17:51 - Güncelleme: 31 Ocak 2021 - 12:21

DELİ FADO

Çocukluğumun geçtiği ve münzevi hayatımın bir köşesinde hala tesirlerin en derini ile hüküm süren, Hacı Zahit Mahallesi ve bu mahallede yaşadığım o çocukluk günlerimden, geriye kalan ve yüreğimde bir şekilde iz bırakmış birçok kişi arasında unutamadığım insanlardan birisidir Fadik Teyze (Deli Fado)! 

Orta boyu, göze batmayan hatta kendisine bir bakıma sevimli bir görüntü veren hafifçe kilosu, dikkat çeken ve güzel sayılabilecek gözlerindeki kül rengi  bulut kümesi, simasına pek yakışan iri bir burnu vardı.  Sürekli bağırarak konuşurdu. Yalnızlığı seven, bir o kadar da yalnızlığıyla baş başa kalakalmış öylesine sıradan bir kadındı. 

 
Çok eski zamanlardan süzülerek, bir ukde gibi içimde birikmiş acı bir tortuya benzeyen, O güzelim mahallemin, o güzel yürekli insanlarımın sureti kâh hüzün, kah bir özlem ve kâh bir yürek buruntusudur şimdi...

Her sokağı ve taşı her zerresi içimde kurumuş bir Mısmırılırmaktır! Yukarı Tekkedir, Höllüklüktür, Tekke Önüdür! Üzerimde belki de en çok tesiri olan Abdulvahabi Gazidir, asırlardır avlumuzda uyuyan Dil Evliyasıdır! İnsanlarımdır, komşularımdır, ulularımdır! Belki de bir şiirdir hiç yazılmamış... 

Toprak bacalı, alabildiğine geniş avlusu ile konaktan bozma bu güzel evimizin, hemen karşısındaki Çatalpınar çeşmesinin yanı başında otururdu Deli Fado! O'nu hep İki katlı evinin üst katındaki cumbalı penceresinin önünde bazen de dış kapının eşiğinde otururken hatırlıyorum. Ne zaman yoksul ve yalnız bir insan hayali ile baş başa kalsam, yorgun ve hüzünlü bir zaman fotoğrafı düşlesem, hep Fadik Teyze aklıma gelirdi! Her zaman aynı renk ve desenli tülbent içindeki yüzü, nedense hep asık olur, bazen hiç kımıldamadan durur ve sanki tunçtan yapılmış bir mutsuzluk heykeli hissi uyandırırdı!

Aslında  asil bir aileden geldiği söylenirdi. Ecdadında önemli kimseler olduğu, fakat zamanla boşalan etrafı ve gitgide fakirleşen hayatı ile peş peşe gelen ölümler onu yormuştu. Yaşadığı dönem içerisinde birçok şey görmüş, ibret almış hayata ve insanlara dair tecrübeleri olan birisiydi. Bu sebeple de özellikle yeni yetişen genç kızlar ve gelinler çok çekinirdi ondan! Lafını hiç esirgemez, kimseden de korkmazdı. Kimi erkekler bile, ona korku ile karışık bir saygı duyar, mümkün olduğu kadar uzak dururlardı. Kendine göre doğruları olan ve doğrularından asla taviz vermeyen tam bir mahalleli, tam bir komşu ve tam bir Osmanlı kadını idi. 

Ben henüz çocuktum. Deli Fado ise yaşlı başlı kadındı ve her nedense benimle konuşurken ( ya da ben öyle zannederdim) hep sert tavrını takınır ve hep bağırarak konuşurdu. (oysa herkese bağırarak konuşurdu) Dövecekmiş gibi elini açarak 'Sen Kur'an okumasını öğrendin mi' diye yüksek ve tehdit edici bir sesle sorardı. Ben; korku ile korkusuzluk arasında, ne söyleyeceğimi şaşırır 'Anam gönderirse Yeşil Camiye Erzurumlu Hoca'ya gideceğim' diye cevap verirdim. Her sorduğunda bu cevabı almaktan bıkmaz ve her defasında 'gız hatçe sen bu oğlanı ne zaman Kuran'a gondereceksin' diye bu sefer de anneme bağırırdı! Herkesin bir nebze de olsa çekindiği Fadik Teyzeden, aslında hiç korkmuyordum, aksine seviyordum onu! İçindeki dopdolu yalnızlığını hissedebiliyordum. Gönlüm O'na açıktı, belki her zerresine sinmiş hüznünü anlıyordum sanki...

Aslında bütün komşuları severdi Deli Fado'yu, Babaannemi hemen her gün görmeye gelirdi. Babaannemle birkaç kelam etmeden gitmez, ayaküstü söyleyeceğini söyler sonra da Hacıhasanlardan Şükrüye Teyzeye giderdi. Usul usul yürür ve hep yorgun bakardı. Bazen sebepsiz bir şekilde durup etrafındaki her hangi bir şeyi, sanki ilk defa görüyormuş gibi saf ve duru bakışlar takınır, benim çocuk gözlerimle görmeye, anlamaya muktedir olamayacağım başka dünyalara dalardı. Cumbalı penceresinde siyah perdesi her daim kapalı olur, yalnızlığı ile baş başa kalırdı. Çoğu vakit gece sabahlara kadar da İdare lambasının yandığını bilirdim!

En yakın komşusu bizdik. Babaannemi de annemi de çok severdi! Ne vakit bize gelse onu sanki bir başka âlemden gelmiş ve sanki her gördüğümde de ilk kez görüyormuş gibi dikkatle izlerdim. Benim kendisini dikkatle izlediğimi bilirdi! Ara sıra gözleri gözlerimle buluşur gözlerindeki derinliği ve bu derinlikten bir buğu gibi yükselen hüzünlerini görürdüm. 

Deli Fado âlem bir kadındı. Kapı eğişindeki yüksek taşın üzerine oturur, herkesi dikkatle süzerdi. Biz mahalle çocukları hep onun evinin önünde oynardık ve her defasında eline bir sopa alarak, 'Defolun eşşek sıpaları' diye bizi kovalardı. En son ben kaçardım, hep benim üzerime yürürdü ama hiç dokunmazdı, kendisine baktığımı görünce her yaptığından pişman olmuş gibi ve suçlu ve küskün tavırlı bir çocuk edasıyla geri gider biz oynamaya devam ederdik. 

Bayramlarda; akranlarımla birlikte, Memmecim Giliği toplamaya çıktığımızda, Deli Fado'nun evine gitmeye çekinen arkadaşları "korkmayın" diyerek zorla götürürdüm. Elimizde bulunan ve memmecim giliğinin en önemli aksesuarı olan oklava şeklindeki sopaları kapıya vurarak "memmecim giliği" diye bağırdığımızda dışarı çıkar sanki "neden geç kaldınız" der gibi yüzümüze bakar ve herkesin sopasına ikişer üçer tane memmecim giliği takardı. Ben Deli Fado'nun bundan mutlu olduğunu düşünürdüm. Her ne kadar bize bağırsa da kızsa da bizi sevdiğini bilirdim! 

Mahalle çocuklarıyla birlikte bir gün bulup buluşturduğumuz çaputtan bir top ile oynarken birden topun gidip cumbalı penceresinin camını kırınca her birimiz imamesi kopmuş tespih taneleri gibi tam kaçmaya hazırlanıyorduk ki; arkamdan bir anda koşarak bir gölgenin hışımla geldiğini hissetmiş ve bahçemizdeki devasa Akasya Ağacının tepesine kendimi zor atmıştım. 

Bir zemheri günü, sessizce göçüverdi Fadik Teyze... Mahallede derin bir sessizlik ve hüzün vardı. Ben; başıma kadar çektiğim yorganın altında ağlamanın lezzetini ilk o gün tatmıştım!