Ahmet CANİKLİOĞLU

Ahmet CANİKLİOĞLU

[email protected]

AYIKMAZ ABDİ

11 Ağustos 2014 - 12:02 - Güncelleme: 31 Ocak 2021 - 12:20

  AYIKMAZ ABDİ
 
Şehrimin güzel yerleşim yerlerinden birisi olan, Hacı Zahit Mahallesinin o eski zamanlarından izbe bir gölge gibi yüreğimizde yer etmiş acıları ve kırgınlıkları ile aşinamız olmuş, derin hikâyesi ile de iz bırakmış, birçok olay ve kişi arasında unutulmayan insanlarımız, yaşanmış hikâyelerimiz ve buna bağlı olarak da hatıralarımız vardır. Bu yaşanmışlıkların içinden sivrilen ve zaman zaman hatırlandığı vakit, kâh tebessüm ettiren, kâh üzüntü ile anlatılanlardan, bir insanlık numunesi olan 'Ayıkmaz Abdi'miz vardı.

Lakabından da anlaşılacağı gibi, günümüzün "Bekri Mustafa"'sı olarak da tanımlanabilecek minvalde ve aynı zamanda alkol ile olan aşırı meşguliyeti sebebiyle de mahallemizde onun adının anılmadığı gün, isminin geçmediği sohbet yoktu adeta... Aslında yaşantısı itibari ile acınacak bir kimseydi. Hani lakap ile anılmanın bir başka deyimi de vardır ama, bizim Abdi'nin lakabı hiç ayık gezmemesinden dolayı hep 'Ayıkmaz Abdi' olarak kalmıştı.

Her ne hikmetse; çocukluğumuzda ve ya çocukluktan çıkıp bıyıklarımızın yeni yeni terlemeye yüz tuttuğu zamanlarımızda, ehemmiyet kazanmış, ilgimizi çekmiş ilginç bir tip olarak kalmıştı aklımızda. Mahallemizde üzüldüğüm ve derin bir hüzünle hatırladığım kişilerden birisiydi. Hacı Zahit Mahallesinin garip ve kimi kimsesi olmayan aynı zamanda yoksul bir siması olarak bir onu hatırlıyorum. O her zaman tek başınaydı, yurdu yuvası dağılmış bir babanın ezikliği içinde yalnızlığı ile baş başa kalakalmıştı.

Mahallemizin eski camilerinden olan Hacı Mehmet Camisinin hemen arkasına düşen ve Yöroğullarının evinin tam karşısındaki tek gözlü toprak bacalı metruk bir evde yaşardı. Hiç kimsesi yoktu, garibandı. Uzuna yakın boyu, kırlaşmış gür saçları, belirgin şekilde dikkat çeken çilli ve kırmızıya çalan suratı, her zaman yaşlı gözleri, güneş yanığı teni, artık nasırdan ve kirden simsiyah olmuş elleri ile başından yaz-kış hiç eksik etmediği bir kasketi vardı. Düzgün görünüşü ve aynı zamanda güçlü kuvvetli, boylu poslu bir insan hissi uyandıran bir fiziği vardı.

Her zaman güneşle birlikte uyanıp tarihi Eğri köprü civarında bulunan ve mahallemizde Purutçular olarak bilinen aileye ait Puruthanede çalışırdı. Mesleğini güzel icra eden maharetli bir usta olduğu söylenirdi. Konuşmayı sevmeyen içine kapanık ve bitkin görünüşü ile hiç önem vermediği hayatından zaten bezmiş birisiydi. Rivayetlerden birisi de ailevi nedenlerden dolayı kendini alkole verdiği ve böyle teselli olduğu şeklindeydi. Her ne kadar alkol onun hayatının vazgeçilmezi olsa da hiç kimseye zararı olmayan, çoluk çocuk herkesi seven, mahallede yaşça bir büyük görse saygıda kusur etmeyip, başını öne eğerek hızlı hızlı yürüyen yapısı ile dikkat çekerdi.

Ama bir çocuklar ne zaman Ayıkmaz Abdi uzaktan görünse oyunumuzu hemen yarıda bırakır, mütemadiyen Onun önümüzden yalpalayarak yürümesini uzun uzun seyrederdik. Her akşam vakti hava kararırken, terekli sekiz köşeli şapkası havaya kalkık olurdu. Ökçesine bastığı topuklu ayakkabıları ile göz bebekleri kan çanağı halde ve yüzündeki acı bir hüzün ile sallana sallana geçerdi önümüzden. Bir elinde her zaman gazete kâğıdına sarılmış ve sıkı sıkıya tuttuğu bir paket olurdu. Bu gazete kâğıdına sarılmış şey büyük bir ihtimalle ve kendi deyimiyle 'Selvi Boylum'du. (Derdalan Şarabının şişesi uzun olduğu için, adı bir zamanlar içkili muhabbetlerde öyle söylenirdi) Bazen öyle bir sallanırdı ki, yönünü kaybedecek ve hemen karşısındaki caminin duvarına toslayacağını sanırdık. Oysa caddenin her santimini ezbere bilen adımları, onu yere düşürmeden evine kadar yardımsız bir şekilde götürürdü.

Hep böyle dikkat çekici bir şekilde sallana sallana bazen kendi sesiyle konuşur bazen de şarkıya benzer bir şeyler söylüyormuş gibi mırıldanırdı. Bahtı gibi karanlık olan tek gözlü viran evinde viran bir hayat yaşadı. Biz mahalle çocukları gençleri 'N'ber ayıkmaz Abdiiiiiiiiiiiiiiii' diye bağırarak kızdırmaya çalışırken, çoğu kez aldırmaz, ama biraz fazla ileri gidince de kendine has üslubu ile kendine has bir küfür eşliğinde 'Kırtıklı-Mırtıkli' (Ne Demekse) diye cevap verirdi. Ramazan ayında bile içtiği söylenirdi. Ancak ben bunu hiç hatırlamıyorum doğrusu...

Ona, çalışmadığı zamanlar, ya Tekke önünde veya Höllüklükte ya da Akkaya eteklerinde rastlayabilirdiniz. Yalnız gezer, yalnız olurdu. Başı önüne hep eğikti. Göz bebeklerinden yağmur bulutları hiç eksik olmazdı. Derin acıları olan bir adamdı. Tam ibretlikti, ama Onun adı bende hep derin bir yalnızlık ve hüzündü. Kırılmış atılmış incinmiş itilmiş bir viraneydi. Ne zaman Onu hatırlasam ve ne zaman bir sohbette onun adı geçse nedense hep üzülürdüm. O hayatında birçok acıyı birçok kere yaşamış, birçok badireye muhatap olmuş, üzüntülere acıları ve ıstırabı ile bir tarafı hep eksik kalmış, nefsine mağlup olarak, iğreti ve ödünç ömrünü boşu boşuna alkole teslim etmişti.

Yüzünde çoğu zaman kırık bir tebessüm görürdüm. Gülümsüyor mu ağlıyor mu anlayamazdım. Ama; yüzündeki acıyı görmemek için, çocuk olmaya gerek yoktu! Sanki; acı bir şeyi tadarak, dili yanmış gibi yüzü buruşuk ve ekşi bir vaziyette duruşu vardı! Yüzündeki bu acı ve buruk duruş mutsuzluğun tuhaf bir şekilde bıraktığı tortuydu. Tunçtan yapılmış bir mutsuzluk heykeli gibiydi. Ben mahallede ondan hiç kimsenin bir gün olsun şikayetçi olduğunu görmedim duymadım, işitmedim. Kendi kendine zararı olan kendi kaderine küsmüş bir adamdı.

Bir gün geldi günahı ve sevabı ile geçip gitti Ayıkmaz Abdi! Hüzünlü bir iz, yamalı bir ses bıraktı. Ama hayatı Mısmılırmak gibi, Kızılırmak gibi, boşa akıp gitti. Son zamanlarında da duçar olduğu derdini artık alkol de kesmez olmuş, ispirto içmeye başlamıştı.

Onu; yıllar sonra bile olsa, en çok ölümünden üç gün sonra cenazesinin kalktığı, o yıkık ve bacası hiçbir zaman tütmemiş evinin eşiğinde çömelmiş vaziyette, yırtık elbisesi içinde permeperişan bir halde, önünden geçenlere yalvaran gözlerle ağlamaklı bir şekilde çaresizlik içinde bakarken hatırlıyorum.