A. Yağmur TUNALI

A. Yağmur TUNALI

[email protected]

‘Dilimiz kimliğimiz’ ise kimliksizleşiyoruz

21 Temmuz 2017 - 11:54

Evet, 2017’yi Türkçe yılı ilan ettik. Kimsecikler bunun farkında değil, çünkü dostlar alışverişte görsünler kabîlinden işler yapmakta üstümüze yok. İlan ettikse ettik. Bunun için düşünecek, araştıracak, projeler hazırlayacak değiliz ya. Zor iş. Kim kafa yoracak, kim uğraşacak? Parlak bir devlet töreni düzenledik. Devletlüleri konuşturduk. Televizyonlar sıra sıra canlı yayınladılar. Gazeteler çarşaf çarşaf manşetten verdiler. Yetmez mi?

Bu bizim hastalığımızdır dersem şaşmayınız. Daha önce de pek çok özel gün ve yıl duyurduk. Bazı değerlerimiz için Frenkler yıllar ilan ettiler, yine bizim işi ucundan tutmamız ve vurdumduymazlığımız değişmedi. Hatırladıklarımdan iki örneği hemen yazıvereyim: UNESCO, 2006’yı bütün dünyada Mevlânâ Yılı ilan etti. Kayıtlara bakın, diğer yıllara göre pek az şeyin fark ettiğini göreceksiniz. Her yıl Hazret-i Mevlânâ için ne yapılıyorsa üç aşağı beş yukarı o yapılmıştır. Göze batar bir yoğunluk görülmez. Şeb-i Arus haftası kapsamında her zaman yapılan faaliyetler uluslararası bilimsel toplantılar yönünden biraz zenginleştirilmiştir, o kadar. Birkaç Mevlevî kuruluşunun düzenlediği sema törenleri de her yıla göre birkaç fazlalık gösterir. Daha da acısı, Kültür Bakanlığımızın bir şey yapmamak için kenarda durmasıdır ve bu denilip geçiştirilecek öyle böyle bir aymazlık değildir. Biraz ilgilendiğim ve ilgililerle görüşüp konuştuğum için biliyorum.

Bir diğeri 2008’de ilan ettiğimiz Yahya Kemal yılıdır. Türkçenin bu büyük şairini daha iyi tanıyalım ve tanıtalım diye bir karar verdik. Benim gibi Yahya Kemalperestler çok heyecanlandılar, diğer şiir, kültür sanat ve Türkçe âşıkları da beklemeye başladılar. Çıka çıka şu bilanço çıktı: Koca bir yılda birkaç üniversite ve kuruluşun düzenlediği sempozyum, panel ve konferanslar dışında yapılmış bir faaliyet yoktur. Kültür Bakanlığımız bu faaliyetlerden birkaçına küçük destek sağlamak dışında bir şey yapmamıştır. TRT’de Yahya Kemal hakkında bir belgesel dahi yapılamamıştır. Bazı aile itirazları olmuştur. Her işte olur. Bunlar aşılmalıydı. Yapmamış, yaptırmamışızdır. Düşük yoğunlukla karşılamışızdır. Yahya Kemal, başka yıllarda belki bundan daha fazla hatırlanmıştır. Özel yıl, sıradan bir yıl gibi geçmiştir. Bir örnekle söylersem daha iyi anlaşılacak: Bütün bir Yahya Kemal Yılı’nda yapılanların tamamı, herhangi bir 27 Aralık günü Mehmed Âkif’le ilgili yaptıklarımızın dörtte biri kadar bile değildir. İsteyen araştırır ve görür.

‘BİZİM ADAM’ KÖRLÜĞÜ

Evet, Yahya Kemal çapında bir büyük değer için ilan ettiğimiz yılı akıl almaz bir sessizlikle geçirdik. İnsan, bunun ancak bilerek yapılacağını düşünmekten kendini alamıyor. “Niye yapsınlar, yıl boyu gündemde kalsın diye böyle bir anma ilan etmediler mi?” diyenler haklıdırlar. Zaten şaşılacak konulardan biri de bu ya. Sanki bir el, “İlan ettiniz ama sessiz geçsin...” demiş gibidir. Yalnız farklı bir durum vardır. Dikkat buyurun; Mehmed Âkif, Necip Fâzıl, Nâzım Hikmet ve benzeri birkaç isim, ideolojik sembollerdir. Meselâ büyük Âkif, sanatı ve yüksek karakteri veya İstiklâl Marşı şairliği dolayısıyla devamlı hatırlanmamaktadır. Nâzım, Necip Fâzıl ve benzerleri gibi bir kesimimiz onu kendine tutamak ettiği için sıkça adı duyuluyor. Bu bir Türkiye gerçeğidir ve ancak böyle isimler ve durumlarda kamunun bir bölümü devrededir. Bu tarz gündeme gelmelerin anlamak olmadığını biliyoruz. Belki isimler üzerinde bazı dikkatler uyanabilir ancak bu sloganik “bizim adam” bakışları onları anlaşılmamaya mahkûm eder. Nitekim Nâzım’ı, Necip Fâzıl’ı konuşamaz haldeyiz. Konuşturmazlar. ‘Gittiler’ kitabımda bir Necip Fâzıl yazdım, duymadığım hakâret kalmadı. Çünkü o birilerinin sembolüydü, büyüktü, hataları varsa da söylenmemeliydi, tartışılmazdı ve anlamak için bakmak da o algıyı bozardı. Halbuki bakınca görüyordum ki onların, şair Necip Fâzıl’ı benim kadar sevme ihtimalleri yoktu. Bilmiyorlardı ve öyle bir ihtiyaç duymadıkları da açıktı.

Niçin böyle özel günler, yıllar ilan ederiz?

Bir konuda özel yıl ilan etmenin manasını az çok biliriz. Kime sorsanız diyeceği şöyle böyle gerçeğe yakın düşer. ‘Türk Dili Yılı’ ilan etmekten beklenen bellidir. Yeni tabirle bir “farkındalık” oluşturmaktır. Bunun için yapılacak faaliyetler ilan edenlerce bir bir sayılır. Yani, ‘Türk Dili Yılı’ ilan ediyorsak neredeyse dilden bahsetmeden boş geçireceğimiz bir günümüz olmayacaktır. Gerçek bunun yakınından bile geçmez. 2017 Mart’ında genelge yayımladığına göre beşinci aya girdik, yılı yarıladık, nedense seri faaliyeti geçtik, böyle bir yıldan kamuoyunun haberi bile yok. Haftada bir gün Türk Dil Kurumu’nun önünden geçiyorum. Hemen önündeki panoda “Cumhurbaşkanımızın yüksek himayelerinde Türk Dili Yılı” yazıyor. Devletin en yüksek makamı da devrede. Yılı ilan eden genelgeyi de Başbakanımız imzaladı. Bir sayfalık genelge metninde şöyle deniyor: “Dünyanın en zengin dillerinden biri ve millî kimliğimizin ana unsuru olan Türkçemizi korumak, yaşatmak, zenginleştirmek ve gelecek nesillere güçlü bir şekilde aktarmak, bugünümüzü ve yarınımızı yeni bir bilinç hamlesiyle inşa etmek hem kamu kurum ve kuruluşlarının hem de bütün toplum kesimlerinin ortak görevidir.”

“Ne kadar güzel!” denecek her şey sayılıp dökülmüş.

Genelgenin gereği yapılsa…

Devamında daha ilgi çekici dikkatler var. Türkçenin düştüğü durumun farkında ve tedbir düşünen bir akıl konuşuyor zannedersiniz: “Son yıllarda özellikle basın, yayın ve teknoloji yoluyla Türkçeye girmekte olan yabancı kelimelerin yanında Türkçe kelimelerin imlasına bile sirayet eden yabancılaşma tehdidi endişe verici boyutlara ulaşmıştır.” Bu tespitlere katılmamak mümkün mü? Gerçi, bu cümlelerdeki tehdit algısı eksiktir. Çünkü Türkçeyi en çok sakatlama endişesi sadece yabancı dillerden peşin bir beğenme-değerli görme kompleksiyle aldıklarımız ve onlara gümrük koymayışımız değildir. Esas mesele bizim çok yönlü yıkımın farkında olmayışımızdır. Dil sevgisi ve şuuru edinemeyişmizdir. Çünkü tarih şuuru ve millet olma şuuru da dilden doğar demek yanlış değildir. Genelgedeki ifadelerin doğrudan düşündürmeyeceği başka hususlar da var. Dil, sadece kelime ve imlâ meselesi de değildir. Çok başka yönleri vardır. Israrla söyleyeceğimizi ve dikkatlere getireceğimiz mesele bellidir: Dil dikkatimiz kaybolmaya yüz tutmuştur, bütün medya organları bozuk Türkçeyi moda haline getirmişlerdir. Doğrunun yanlış kabul edilir hale geldiği bir acayip dönemden geçiyoruz. Bu kadar dehşet verici bir noktadayız. Bunu ayrı bir yazının konusu edineceğim için geçiyorum. Genelgede, bu problemi düşündürecek satırlar da var: “Bu kapsamda, 2017 yılının Türk Dili Yılı olarak ilan edilmesi, Türkçenin yerinde, doğru, kurallarına uygun, açık, anlaşılır ve temiz bir şekilde kullanılmasına büyük katkı sağlayacak olup bu konudaki toplumsal bilincin, özenin ve duyarlılığın artmasına hizmet edecektir.” Bu da yeter. Yeter ki erbâbı problemleri bir bir sayacak dikkati göstersin.

İyi de dil dikkatini kim ve nasıl oluşturacak?

Her devlet genelgesinin muhatabı ve uygulayıcısı, takipçisi belirtilir. Bu genelgede o da bir bir sayılmış. Asıl söylenecek bu uygulayıcı birimler üzerinedir. Genelge onları şöyle sıralıyor: “‘Dilimiz Kimliğimizdir’ başlığıyla ilan edilen ‘2017 Türk Dili Yılı’nın amacına ulaşabilmesi için Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve bağlı kuruluşu Türk Dil Kurumu öncülüğünde; başta Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu, Radyo Televizyon Üst Kurulu, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, yerel yönetimler olmak üzere bütün kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve basın yayın organları dilimizin doğru ve yerinde kullanımı konusunda gerekli dikkat ve özeni gösterecek olup yapılacak çalışmalara etkin bir şekilde katılacaklardır.”

Bilsek yapacağız belki…

Beş ayda ne yapıldığını bu kurumlara sorsak, şurada konuştuk, buraya yazdık başlıkları altında belki birkaç şey söyleyeceklerdir. Gerçek galiba başta açıkladığımız gibidir. O büyük törenden sonra fazla bir şey yapmanın gereğini duyuracak bir hassasiyet bizde yok. Kültür konuları sahipsizdir. Devlet hayatında kimse size şunu niye yapmadın diye sormaz, etmez. Yapmak belalıdır ama yapmamak rahatlıktır. Bu kurumların mensupları, başta Türk Dil Kurumu olmak üzere, yasak savmakla idare ediyorlarsa asıl problem buradadır. Beş ay bunu göstermiştir. Çok zamandır gidişat böyle. Yalnız böyle olmayan bir şey var. Onu dikkatlere getirmeden edemeyeceğim: Türkçe son yıllardaki kadar seveni, anlayanı, bileni kalmamış, her önüne gelenin istediği yerden hırpaladığı bir öksüz ve yetim durumuna düşmemişti. En azından sesine dokunulmamıştı. Türkçe telaffuzun standardı bozulmamıştı. Devlet televizyonunda bile Türkçesi düzgün diyeceğimiz tek kişi kalmadığı bir durum yaşanmamıştı. Bunların farkında olunduğuna, bilindiğine dair bir küçük işaret bile uykularımızı kaçırmaya yeterdi. ‘Türk Dili Yılı’nda bu küçük dikkate bile epeyce uzağız. Galiba derdimiz ve sancımız yok. Ondan dolayı, “Dilimiz Kimliğimizdir” içi boş bir zamâne sloganı gibi duruyor. Bir şey yapmayacaksak adını etmeyelim, çünkü değeri fark eden ve ettiren değil, değersizleştirmeyi hızlandıran oluyoruz. Belli ki rahmetli Hacıeminoğlu’nun “Türkçe’nin Karanlık Günleri”ndeyiz. Dilimizin bilgisinde, sevgisinde, gayretinde değiliz. Daha fenası, bozgunculuğa yol açıyoruz. Bir millet için daha büyük gaflet, hatta felaket az bulunur.

Kaynak:http://www.karar.com/gorusler/dilimiz-kimligimiz-ise-kimliksizlesiyoruz-548564