Vey Irmağı - Dilâver Cebeci

Vey Irmağı - Dilâver Cebeci
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 29 Mayıs 2020 - 23:58

Vey Irmağı

Yeryüzünde çok ırmak vardır. Kimi ağır, yorgun, sessiz akar, kimi başı dumanlı, dağların arasından çağlayıp gider, kimi Fuzûli'nin dediği gibi, "Başını taştan taşa vurup gezer." Ama, Vey onlara benzemez. Ben Vey ırmağını görmedim. Görmedim ama, bilirim ki; Vey'in bütün ırmaklardan başka bir yanı vardır. Vey Tuna'ya bile benzemez. Kızılırmak mı diyorsunuz? Çok dertleşmişimdir onunla. Onun kıyılarında Yılgın*lar olur. Geceleri, onun kıyılarında, Hitit savaş arabalarının tekerlek seslerini duyarsınız. Bir köprü başında "Allı gelin"in türküsünü duyarsınız. Aras mı dediniz? Fırat mı, Dicle mi dediniz? Günlük hayatımızın her anında, bizimle yanyana, bizimle içiçe, bizimle kan kardeştir onlar.

Ben Vey Irmağını hiç bilmem, hiç görmedim. O, bin üç yüz yılın küskünlüğü ve garipliği ile, erimiş demir dağların ardından, bir deli cengâverin yenilmişliği ile, sadece haritalarda görebildiğim bir yöne gider. Düşlerimde görürüm ki, ne zaman bir yağmur yağsa, bütün köprüleri yıkar. Yıkar da bir Allah'ın kulu geçemez.

Vey Irmağı, güneşe de küskündür. Bir sarışın sabah güneşi, ona sebil olan asil kanların nasıl pıhtılaştığını, nasıl yatağına karışıp onu kızıla boyadığını göstermiştir. Güneşten gayrı tanığı olmayan bir yenilgisi vardır Vey'in. Bin üç yüz yıl önce kör bir geceydi. Göğün ebedî kandilleri yıldızlar bile göremedi. Kimseler duymadı... Nisbetsiz bir cengin gâlipleri ile yenikleri bilirler sadece.

Vey isterdi ki, nerde küheylâna binmiş bir yalın kılıç yiğit varsa, gelsin köprülerinden geçsin, suyundan içsin. Hürriyete doğru uzanan yollara geçit versin. Vey isterdi ki; yiğitler doğuran analar ağlamasın. Yavru kurtlar öksüz büyümesin. Gel gör ki; o yağmur yok mu? O uzun, kevgire dönmüş göğün bitmek bilmeyen suyu...

Onun kıyılarında Yılgınlar olur mu acaba? Söğütler eğilip alnından öperler mi? Hâlâ kan renginde mi akar? Bilmiyorum. Ben Vey'i hiç görmedim.

Vey sadece yaşamanın savaş olduğunu bilir. Hele, erce yaşamanın en büyük savaş olduğunu... Şöyle bir yol bulabilirse Anadolu'ya doğru, Tanrı'nın önünde durulmaz buyruğu olmasa, dağlardan, ovalardan, vâdilerden, kavruk çöllerden geçip gelecek. Gelecek de, tembel hafızalarımızda kin gibi akacak, nur gibi akacak ve "uyanın!" diyecek. O, yağmurlu, acılı, kanlı geceden bahsedecek. Mayamızın toprağından kokular getirecek. Bin üç yüz yıldır sinesinde sakladığı, tâze ve sıcak kanları damarlarımıza dökecek. Vey, damarlarımızda akacak.

Ben bir ulağım; pusatsız, atsız, yalın ayak fakat yorulmayan bir ulak. Düşlerimde haberler işitirim, sonra onları yavru kurtlara anlatırım. Yeni düşler öğütlerim.

Vey'e giden yolları bilir misiniz? Yaban otların boy attığı bizim öz yollarımızı bilir misiniz? Kervansaray yıkıntılarını, Vey'e giden yolları tutmuş muhkem kal'aları bilir misiniz? Geçebilir misiniz?

Öyle ise, size Vey'den selâm getirdim. Orası çâresizliğin, tatlı ölümün, küheylân atların kıyısıdır. Üçler, Yediler, Kırklar hep oraya uçup giderler. Orası erenlerin kıyısıdır.

Şimdi Vey, bin üç yüz yıllık bir hatırayı yaşıyor. Şimdi orada delice bir yağmur yağıyor. Yıldızsız, aysız bir gecedir. Kırk yiğidin cenk narâlarından kılıç şakırtılarından at kişnemelerinden, gök gürültülerinden özge ses yoktur orada. Vey her sabah, güne kanlı gözlerle uyanır. Uyanır da hürriyet türküleri söyleyen yağız ozanların yanık kopuz seslerini dinler.

Ben Vey'i hiç görmedim. Hiç bilmem. Onu düşlerimde duyarım sadece. Ben garip, yayan yapıldak bir ulağım.

Vey'in ve kırkların size selâmları var yavru kurtlarım.

(*Yılgın: Irmak kıyılarında yetişen bir çeşit bitki "ılgın" da denir)

Dilâver Cebeci

Fotoğraf: Servet Somuncuoğlu

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum