VAROLUŞUMUZA SEVGİYLE ANLAM KATMAK - Prof. Dr. Nurullah Çetin

VAROLUŞUMUZA SEVGİYLE ANLAM KATMAK - Prof. Dr. Nurullah Çetin
27 Mayıs 2020 - 18:11

VAROLUŞUMUZA SEVGİYLE ANLAM KATMAK

Bazı kavramlar vardır, çok fazla kullanılınca ve amacından saptırılınca anlam, önem ve içeriğini kaybederler. Sevgi kelimesi de bunlardan biridir. Özellikle yalancı siyasetçilerin ağızlarında sevgi kelimesi, cıvık bir hâl aldı. Ama her şeye rağmen sevgi, sıcaklığını, anlamını ve önemini kaybetmedi. Kavramın özünden gelen samimiyet, saflık, saydamlık bütün kirlere karşı onu korudu.

Sevgi, insanlık tarihi boyunca konuşulan, tartışılan bir kavram. Çünkü evrensel bir kavramdır sevgi. Biz, insan oluşumuzu sevgiyle tamamlarız. Seven insan insan-ı kâmil olur.

Beşeriyetten insanî mertebeye çıkışımız sevgiyle mümkün. Seven insan, hakiki insandır. Sevmeyen kişi, bütün insanî özelliklerini yitirmiştir. Tasavvufta Allah sevgisi ne kadar derinleşirse kişi, o kadar mertebe kat eder. Kişi, Allah’ını ve O’nun yaratıklarını O’ndan ötürü severek insan olur.

Sevgi, kişinin karşılıksız bağlılığının bir ifadesidir. Fedakarlık, feragat ancak samimi bir sevgiyle olur. Anne babanın evladına olan sevgisi, en saf, en katıksız sevgidir; çünkü karşılıksızdır. Allah’a cennet menfaati karşılığı olmayan bağlılık da en makbul kulluktur.

Canlılar içinde sadece insan sever ve âşık olur. Âşık olmayan eşek olur. Sevgi ve aşk duygusu, insanda fıtrî, doğuştan, yaratılıştan gelen bir duygudur. İnsan, bu duyguyu hakiki yerine yöneltmezse o zaman sahte değerlere yönelir. İnsanın her duygusu tatmin olmak ister.

Aşk duygumuz da ya hakiki değere yönelik olarak tatmin edilecek ya da gerçek karşılığını bulamazsa sahte değerlerle kendini oyalayacaktır. Fıtrat, boşluk kabul etmez. Bu duygusal ihtiyaçladır ki insanlar, tarih boyunca güneşe, aya, denize, paraya, kadına, sanata, kahramana, daha başka değerlere hep tapınır derecede âşık olmuşlardır.

Aşk ve sevgi duygusunun varoluşsal bir temeli vardır. Kâinat, bütün varlıklar, sevgiyle ayakta durur. Fizik biliminin farkına vardığı çekim kanunu, varlıklar arasındaki sevgiyi ifade eder. Uzaydaki en büyük yıldızlardan maddenin en küçük unsuruna, atoma ve atomun içindekilere kadar her şey, birbirine sevgiyle, çekimle bağlıdırlar.

Nitekim Mevlevilik de kâinatta var olan sevgi ilişiğini simgesel bir düzeyde temsil etmeye dayanan bir tasavvuf anlayışıdır. Mevlevî dervişlerinin sema etmesi, dönmesi, yıldızların ilahî aşkla dönmelerinin bilinçli, iradî olarak insan tarafından paylaşılması seremonisidir. Bütün varlıklar Allah aşkıyla dönüyorsa Mevlevî de bu dönüşe sema ile iştirak eder.

Sevginin tabii en önemli boyutu, insanların yaratıcılarını ve birbirini sevmesidir. Türk-İslam medeniyeti de sevgi temeli üzerine kurulmuş büyük bir insanlık kazanımıdır. Ahmed Yesevilerden, Mevlanalardan, Yunuslara, Hacı Bektaş Velilere ve daha birçok büyük Türk bilgelerine kadar hemen herkes insanlararası sevgi dolaşımını tavsiye etmiş, bunu kurumsallaştırmaya, yerleştirmeye, kökleştirmeye çalışmıştır. Sevgi, pozitif enerjiyi, o da yapıcı, olumlu anlamda kültür ve medeniyeti üretir.

Biz, 1071 Malazgirt zaferinden on yıllarca önce Anadolu içlerine Yesevi dervişleri hâlinde akmaya başladık. Anadolu’nun her tarafına yayılan kolonizatör Yesevi dervişleri dağlarda, bayırlarda, köylerde, kasabalarda kurdukları tekkelerle, hankâhlarla birer insanlık sevgisi ocakları yaktılar.

O sıralarda Hıristiyan ya da başka dinden olan Anadolu sakinleri, İslam’ın Türk’ün irfanında aldığı sevgi, barış, esenlik, güven dini havası içinde kendileri için sonsuz bir güvenlik sahası buldular ve kolayca kitleler hâlinde Türk ve Müslüman oldular.

Alparslan’ın askerî zaferi aslında Yesevi dervişlerinin döşedikleri sevgi zemininde taçlanan ve fetih mührüyle konan son taştır. Müslüman Türk, Anadolu’yu, Balkanları, İstanbul’u, şurayı burayı hep İslam’ın sevimli yüzüyle fethederek buraları Türk vatanı hâline getirdi.

Müslüman Türkün kılıcı daima haksızlıkları önlemek, zulme son vermek için kınından çıkmıştır. Müslüman Türk, zulme, karanlığa, cehalete, kargaşaya, haksızlığa, geriliğe son verme noktasında “alp”, gönülleri diriltme, insanları ebedî kurtuluşa sevketme noktasında “eren” olmuştur.

 “Alperen”, hem küçük düşman olan zalim kâfirle savaşan, hem de büyük düşman olan nefsiyle mücadele eden Türk yiğididir.

Alperen, düşmanlarına karşı çelikten irade duvarı sertliğinde bir kas, Müslüman Türk kardeşlerine karşı kuş tüyü yumuşaklığında bir kalp dengesidir. Her şey zıddıyla bilinir. Sevgi de zıddı olan nefretle kuvvetlenir ve anlam kazanır.

Kötülüğe, zulme, çirkinliğe, yanlışa, kısacası olumsuz değerler toplamına ne kadar nefret edersek iyiliğe, adalete, güzelliğe, doğruya yani olumlu değerler dizgesine o kadar çok sevgiyle bağlanırız. Bütün olumsuz değerlere karşı kinimiz ne kadar derinleşirse olumlu değerlere sevgimiz o kadar yükselir.

Alperen, yaratılanı yaratandan ötürü sever, Allah’ın yarattığı her şeyi güzeldir diye sever, yaratılışın kendisini sever, yaratılanın verili kimliğini, kişiliğini sever, ilahî iradeye taalluk eden tarafını sever.

Ancak aynı alperen, yaratığın acizliğini ve haddini bilmeyerek, yaratıcının diğer yaratıklarına karşı zulmü, adaletsizliği, haksızlığı, kötülüğü karşısında da kendisini sorumlu hisseder ve bu sorumluluğun gereğini gözünü kırpmadan yapar. Hele Türk düşmanlarına aman vermez. Türk’ü yok etmek, tasfiye etmek isteyenlere karşı kinimiz büyüdükçe milletimize olan sevgimiz artacaktır.

Alperen Türk’ün yüreği yaratıcıyı ve yaratılanı sevecek kadar geniş bir dünyadır ama zulüm, çirkinlik, kötülük, haksızlık lekesinin zerresini bile kaldıramayacak hassasiyette incecik bir zardır.

Alperen Türk, dinini ve milliyetini çok sever. Milliyetini sevdiği için alp, dinini sevdiği için erendir o. Kendisini ilâ-yı kelimetullahın tek sorumlu görevlisi bilmiştir tarih boyunca. O, Allah’ını sever, Allah’ına canını, kanını verecek kadar sevdiğini göstermiştir tarih boyunca. O yüzden Türk’e bütün dünya “İslam’ın kılıcı” demiştir.

Yüzyıllar boyunca Batıdan gelen Haçlı saldırılarına karşı İslam dünyasını koruyan bir kalkan, etten bir duvar olmuştur. Dünyanın en kalabalık milleti olan Türkler, hayatlarını sevgili Allah’larının dinini korumak için vere vere bire kadar kırılmışlardır.

Ama bundan hiç şikâyetleri olmamıştır. Bilakis ulaşılabilecek en büyük mertebe bilmişlerdir din ve millet yolundaki şehadeti.

Allah’ın fedaisi olan alperen Türk, Müslüman kardeşleri kâfirlerin ayağı altında sürünmesin diye yalın kılıç ölüme gidecek kadar insan sevgisiyle doludur. Alperen Türk, Allah’ını ve mazlum Müslüman insanları sevmese, onların hayatını kendi hayatına neden tercih etsin? Yangındaki bir masum çocuğu kurtarmak için yangına atılan başka bir millet yoktur. Bu bizim sevgi dolu yüreğimizi gösterir.

Müslüman Türk medeniyeti, bir sevgi medeniyetidir. Hem beşerî aşkı, hem ilahî aşkı, hem tabiat aşkını, hem ideal aşkını, hem vatan aşkını, hem millet sevgisini bizim kadar derinlikli bir şekilde dil dediğimiz kalıba dökerek ifade eden ve sevgi etrafında büyük edebiyatlar üreten başka bir millet yoktur.

Günümüze geldiğimizde maalesef, Türk milleti büyük oranda dejenere edildi. Köklerinden koparıldı, temel dinî ve millî kültür damarları kesildi. Beslendiği, teneffüs ettiği dinî ve millî atmosferi zehirlendi. İnsanımız, batılılaşma sevdasıyla, kendine, kendi değerlerine, kendi köklerine, kendi fıtratına yabancılaştırıldı.

Milliyetine düşkün olan insanımız, iyi düşünülmüş, akıllıca planlanmış, bol para ile fonlanmış, şeytanca taktiklerle yürürlüğe sokulmuş emperyalist projeler kapsamında ırkçılıkla, faşistlikle, şovenlikle suçlanarak onu millet olarak ayakta tutan milliyet ruhu öldürülmüştür. Böylece millet sevgisi yok edildi.

Küreselleşme, evrensellik, dünya küçüldü küçük bir köy oldu, içimize kapanmamak gerek, dünyaya açılmak gerek, biz de Avrupa’dan daire alıyoruz, ev alıyoruz ne olmuş büyük büyük vatan toprakları, iri iri kurumlarımız gâvura satılıyorsa, bunda ne var, adamlar toprağımızı valizlerine koyup götürmüyorlar ya, masalları ile vatan sevgisi yok edildi.

Gericilik, ilkellik, modernizm, sekülerizm, uzay çağı, bilmem ne diyerek insanımızın ruh iklimini çiçeklendiren, hayatına anlam kazandıran, bütün eksikliklerine, yoksulluk ve yoksunluklarına teselli veren din sevgisi yok edildi.

İnsanımızın sevme duygusunun yöneldiği gerçek değerler olan din ve milliyet yok edilince onların yerine sahteleri olan para, kadın, şehvet, şiddet, bencillik, tüketim, eğlence, gâvura taparlık, Avrupa, Amerika, Rusya, Çin, İsrail köpekliği, kendine düşmanlık, düşmana yalakalık gibi sapkınca sevgi duyguları ikame edildi.

Türk gençliğinin kurtuluşu için duyarlı, bilgi ve bilinç donanımına sahip bütün Müslüman Türk aydınlarının, öğretmenlerinin, yazarlarının, siyasetçilerinin, kanaat önderlerinin hızla hakiki değerleri, yani din ve milliyet sevgisini yayma çalışmalarına girmeleri gerekmektedir.

Kuru kuruya “hadi birbirimizi sevelim” yavesi bir işe yaramaz. Birbirimizi neden sevmemiz gerektiğinin sırrını, özünü, anlamını, felsefesini ortaya koymamız lazım. Milliyet ruhu olmadan Türk milleti birbirini neden sevsin?

Aynı millete mensup olma şuuru olmadan biz birbirimizi neden seveceğiz? Birbirimizin derdi hepimizin derdi, çünkü biz Türk milletiyiz, Türklük ailesinin fertleriyiz bilinci olmazsa insanlar birbirini neden sevsin?

Bireysel menfaatine tapar hâle getirilen bencil kişi, milletdaşını değil, kendine menfaat sağlayacağına inandığı gâvuru sever. İnsanımız neden Avrupa Birlikçi, Amerikancı,Rusyacı, Çinci, bilmem neci olmuştur? Bunların kendisine bireysel anlamda menfaat sağlayacağına inandırılmıştır.

Ona Avrupa Birliğine girince sen birden bire zengin olacaksın denilmiştir. O da bu hayalle kolay bir şekilde vatanını, milletini, topraklarını, fabrikalarını, bankalarını, elinde nesi var nesi yoksa hepsini, bütün kutsal değerlerini satabilecek bir duruma getirilmiştir.

Sevgi, kişinin önce kendisiyle barışık olması demektir. Kendini seven, milletini sever, kendini seven Allah’ını sever, kendini seven vatanını sever. Kendini seven bütün kâinatı sever. Sevgi, kişinin kendisi ve kendi dışındaki bütün varlıklarla kurduğu soyut bir iletişim sistemidir. Bu sistem, hiyerarşik bir düzene bağlıdır.

Fert, aile, köy, kasaba, şehir, ülke, millet ve bütün insanlık. Bu zincire bağlı bir sevgi akımı bizi biz yapar, bizi insan yapar.

Bize bugün, emperyalistler ve onların yerli işbirlikçilerince dayatılan nedir? Kendini ve milletini sevme, insanlığı sev!.. Hümanist ol, Türk’e yani kendine küfret, kendinden başka herkesçi ol, bilmem neci ol, Avrupacı ol, Amerikancı ol, onlar ne isterse ver!...

Kendinden başka herkesi sev, insancıllık, hümanistlik, demokratlık, özgürlükçülük, insan haklarıcılık, kültürel haklarcılık budur!. Sakın Türklerin birbirini sevmesinden, Türklerin birbirini tutmasından, Türklerin birbirleri lehine yararlı çalışmalar yapmasından filan bahsetme! O zaman ırkçı olursun!..

Bu ibişlerin bize dayattığı insan sevgisinin içinde nedense Türk’ün Türk’ü sevmesine yer yoktur! Adamların süslü, modern, bilimsel, sosyolojik, bilmem ne kılıflı laflarla Türk düşmanlığına dayalı nasıl bir sinsi ırkçılık yaptıkları aslında ayan beyan açık. O zaman ahmak ve aptal olmadığımızı göstermek için millî bilinç kuşanmanın tam zamanıdır.

Prof. Dr. Nurullah Çetin

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum