TÜRKLERDE ATALAR KÜLTÜ / JEAN PAUL ROUX

TÜRKLERDE ATALAR KÜLTÜ / JEAN PAUL ROUX
19 Kasım 2019 - 23:40

Eski Türklerde gerek ölüler kültü, gerekse atalar kültü mevcuttu. Kimi durumlarda, atalar kültü bir hayvan kültüyle de karışabilirdi; eğer yüceltilen ata bir Hayvan idiyse, bu totemizm anlamına gelmektedir. Biz burada yalnız insan ataları inceleyeceğiz. Atalardan söz ediliyorsa eğer, açıkçası bunları ikiye ayırmak gerekmektedir: biri kavmin, imparatorluğun kurucuları olan atalar ya da büyük hükümdarların soy kütüğü; diğeri ise boyun kurucusu, neslinden geldikleri atalarımn soy kütüğü. Elbetteki, ilk grup diğer gruptan çok daha iyi tanınmaktadır.

En eski Çin kaynakları, bize Doğu Türklerinin kendilerine kurban sunmak üzere her yıl atalarınn mağara mezarlarını ziyaret etmek gibi bir geleneğe sahip olduklarını aktarırlar. Şüphesiz bu hac ziyaretinin iki ayn anlamı vardı ve farklı tanrısal güçlere ithaf edilmekteydi: mağara, ataları olan hayvan ve ayrıca mağarada dişi bir kurtla birlikte yaşayan genç adam. Bu ise, her şeyden önce oldukça yaygın olan bir atalar kültünün ifadesidir. Bu ziyareti bizzat hanın kendisi yapmakta ve kendisine en üst düzey yetkililer de eşlik etmekteydi. Ayrca Baü Türklerinde de bu gelenek kaybolmuş değildi. Eğer bizzat hükümdarın kendisi bu ziyareti yapamayacak ise, her yıl üst düzey bir yetkili görevlendirilirdi.

Diğer göçer grupları da, örneğin T’o-palar aym prensibe uyarlardı. Eğer bir karar vermek durumunda kalacak isek bu durumda bu ulusal geleneğin kökenini Hsiung-nuların imparatorluğunda aramak gerekecektir. Gerek Hsiungnularda, gerekse ardıllarında atalar kültü kesin olarak, o soyun beşiği olduğu var sayılan bir bölgeye ait bir kültle ilintilidir.

Bu kültürde mutlaka bir kurban adanır, bu kimi zaman bir insan da olabilir. Bu olaya ritüel açıdan baktığımızda ise, bunun gök tanrıya adanan kurban ile eşdeğer bir anlamı olsa gerek. Bu geleneğe Bulgarlarda rastlanır oluşu, bize bunun yalnız belli bir yöreye özgü olmayıp, aksine bunun bozkırların bir ucundan diğer ucuna kadar yaygın olduğunu göstermektedir. Bazı belgeler, bize bu kurban törenlerinin önemli astrolojik olaylarla aynı zamanda gerçekleşebildiğini göstermektedir (yaz gündönümü, sonbaharın başlangıcı, gündüz-gece eşitliği vs.). Aslında atalara adanan bukurbanların her zaman bu tarihlerle çakışıp  akışmadığım öğrenmek, bizim için ilginç olurdu.

Eğer hükümdarın mezarı gizli tutulmadıysa (ki bundaki amaç, mezar yerinin kutsiyetinin ihlâl edilmesini önlemekti), ataya ait bu mezar ziyaret edilirdi. Bu, îskitli göçerlerden miras kalmış eski bir gelenektir. Herodot bizlere, atalarının mezarlarını bulmadığı sürece İskitlerin Darius’la çarpışmak istemediklerini aktarmaktadır. Atalarının mezarları bulunursa ancak, onları savunmak istiyordular. Bazen oldukça uzun bir süreden beri toprağa gömülü bulunan düşman hükümdarlarının tekrar kazılıp çıkarılması ve kemiklerinin yakılması, ki bu Türklerin ve Moğolların tüm tarihi boyunca söz konusudur, bize onların iskeletin içinde bir gücün yaşamaya devam ettiğine inandıklarım kanıtlamaktadır. Bu durum aym zamanda, bir atalar kültünün varlığının da kanıtıdır. 10. yüzyılda İstahrî, krallarının mezarı önünden geçen Hazarların, attan inip yere kapandıktan sonra ancak yollarına devam edebildiklerini aktarmaktadır. Aynı şekilde Türklerde de, mezarlar yine bir kült halini almış tapınma objeleri olsa gerek.

“Bengü Taşlar” diye adlandırılan mezar taşları ölünün gücüne sahip miydiler, yoksa değil mi? En azından bu ad, atalarının hatırasını ebedîleştirmek istediklerine işaret etmektedir. Ayrıca  atalarının yüz hatlarını boyamak ya dayontmak suretiyle de, onların hatırasını ebedîleştirmişlerdir. Bunlardan bazıları ortaya çıkarılmıştır. Aralarında birkaç tane de kadın resmi bulunmaktadır, ki bu bize kadınlara ilişkin bir atalar kültünün varlığını kanıtlamaktadır. Ancak bu duruma, kültür tarihinde çok ender rastlanmaktadır. Mezar taşları ve heykellerden başka, bir de resimlerle süslü bir tapmak mevcuttur. Büyük ihtimalle bu tapınağa Türklerde rastlanmaktadır (Thomsen’e göre, hakkında böylesineçok ipucu bulduğumuz bu yapılar,  şüphesiz bir tapmak ya da içinde ataların sergilendiği büyük salonlar olsa gerek). Yâqût, Karluklardan bahsederken bunlara değinmektedir. Daha basit bazı yapılar, ruhların karşılanmasında kullanılmış olabilir ya da daha alt düzey ölülere ait olabilir. Çünkü sıradan bir insan için, böyle önemli bir yapının inşâsı söz konusu olamazdı.

Ailenin atalarına ilişkin bir kültün varlığı konusunda ise, daha az kesin kanıt mevcuttur. Şüphesiz bu kült, hareketli heykelciklerde ya da Çin örneğine uygun olarak, üzerinde yazı veya resimler bulunan levhalarda ortaya çıkmaktadır.

Ne var ki, soyundan geldikleri insanların resimlerini Ongunların içerip içermediğini anlamak o dönem için mümkün değildir; daha çok ataları olan hayvanları temsil ediyor gibi görünmektedirler. Ebül-Gazi Bahadır Han’ın, putperestliğin ortaya çıkışma ilişkin açıklaması daha yakın döneme ait olmasına rağmen, göreceli olarak arkaik bir durumu yansıtabilir ve de ongunları açıklayabilir. 13. yüzyıla ait bazı Moğol unsurlarıyla olan benzerliklerden yola çıkarak, daha önceki duruma ilişkin bir yargıya varmak doğru olmaz. Ebül-Gazi Bahadır Han bu konuda şöyle der: “Sevdikleri bir kimse öldüğünde, bir gelenek halini aldığı üzere o çağdaki insanlar bir tür bebek yapar ve onu evde muhafaza ederlerdi. ‘Bu bizim bilmem kimin figürü’ diyerek, onu okşamaktan hoşlanırlardı. Yiyecekleri yemeğin ilk lokmasını bu bebeğin önüne koyarlardı; bebeğin yüzünü ve gözlerini titiz bir biçimde sildikten sonra, önünde secdeye kapanırlardı.” Bütün bunlar, her ne kadar çok güvenilir kaynaklar tarafından değilse de, başka kaynaklarca da teyit edilmektedir.

Eski Türklerde, ataları olan kurdun başıyla ya da hayvanların kuyruklarıyla süslenmiş olan sancak ve flamaların varlığı, aynı şekilde 13. yüzyıla ait Moğol gelenekleriyle bir karşılaştırma (ki onlara göre Bayrak şans getirirmiş, diğer bir ifadeyle Cengiz Han’ın ruhlarından birini temsil edermiş), daha 7. ve 8. yüzyıllarda bayrağın atalara ait bazı şeyleri içerdiği ve bir sanat objesi kabul edildiği yolunda bir izlenim edinmemizi sağlamaktadır.

Kaynak: JEAN PAUL ROUX, ESKİ TÜRK MİTOLOJİSİ, BİLGESU YAYINCILIK, 1.BASKI – 2011, s. 36-39

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum