Sykes-Picot Anlaşması'nın Rus versiyonuna mı tanık oluyoruz?

Londra/Şarku’l Avsat Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Çarlık Rusyası, İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ni sonlandırmak üzere anlaştılar.

Sykes-Picot Anlaşması'nın Rus versiyonuna mı tanık oluyoruz?
17 Temmuz 2019 - 11:36
Londra/Şarku’l Avsat
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Çarlık Rusyası, İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ni sonlandırmak üzere anlaştılar. Bunu da Araplara vaatlerde bulunarak veya köklü ailelerle anlaşmalar yaparak çizdikleri sınırlar ve kısa vadede verilen istikrar güvencesiyle Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına göre bölerek yaptılar.

Ancak 'Sykes-Picot' olarak adlandırılan bu gizli anlaşma, henüz yürürlüğe girmeden, Rus Devrimi patlak verdi ve Rusya tamamen farklı bir pozisyon aldı. Böylece Fransa ve İngiltere, Ortadoğu’nun ganimetlerini kendi aralarında bölme fırsatı yakaladılar. Hırsları ve arzuları daha da arttı ve iki ülke de Araplara verdikleri sözleri unuttu. İsmini, görüşmeleri Fransa adına yürüten François Georges Picot ile İngiltere adına yürüten Mark Sykes’dan alan anlaşma uyarınca çizilen sınırlara uymadılar. Yaşanan gelişmelerin ve bugün de bölgede sonuçları halen etkili olan trajik Balfour Deklarasyonu’nun yayınlanmasından sonra bölge, Araplar ve hakları açısından daha da adaletsiz hale getirildi.

Birinci Dünya Savaşı'nın ardından yapılan Sykes-Picot Anlaşması'nın üzerinden bir asır geçtikten sonra yine bugün, temelde uluslararası sınırlar değişmemiş olsa bile uygulamalar ve etki alanları açısından Ortadoğu jeopolitiğinin Araplar pahasına bölündüğüne ve Arap ulusal yapısının nüfuzunun zayıflatıldığına tanık oluyoruz. Fransa ve İngiltere bu kez aslan payını almazken, Batı da ABD’nin İsrail’i destekleyen belirleyici rolü dışında herhangi bir kilit rol bulabilmiş değil.

Ortadoğu, şu an bölgedeki birçok Arap ülkesi için özellikle Türkiye, İran ve İsrail başta olmak üzere yapılan yeni düzenlemelere ve uzun vadede çok önemli ve tehlikeli gelişmelere tanıklık ediyor. Çünkü bu üç ülke, kendi sınırları içinde ve bu sınırları geçerek, Arap topraklarında haklar ve uygulamalar belirliyorlar. Bununla birlikte sadece Ortadoğu’da değil, aynı zamanda Körfez ve Kuzey Afrika'da da geniş bir etkiye sahip olmaya çalışıyorlar. Üç ülkenin de aralarında, başka konularda görüş ayrılıkları olmasına rağmen bölgedeki baskın Arap kimliğini seyreltme konusunda ortak bir çıkarları olduğunu söylemek abartı olmaz.

Eğer Arapların çalınan hakkı, iki dönem arasında yinelenen bir öğeyse ve Arap olmayanlar bundan ilk yararlanan tarafsa, Batılı ve Arap olmayan tarafların zaman zaman bulundukları yere, koşullara ve olaylara bağlı olarak belirledikleri çıkarlar açısından Rusya'nın şu an yeni düzenlemeler konusunda ana ve en etkili taraf olması oldukça dikkat çekici bir gelişmedir.

Rusya'nın Batı ülkeleri ve ABD'nin müttefikleri de dâhil olmak üzere Ortadoğu’daki ilişkileri çok yönlü bir hale gelirken Devlet Başkanı Putin ve bakanlarının, Ortadoğu’daki çeşitli taraflarla karşılıklı gerçekleştirdikleri ziyaretler de geçtiğimiz yüzyıla kıyasla görülmemiş seviyelere ulaştı. Söz konusu tarafların başında ise İsrail sağını temsil eden Netanyahu, siyasal İslamcı akımı temsil eden Erdoğan, ABD’nin yaptırımlar uyguladığı İran ve Körfez bölgesindeki Arap ülkeleri var.

Suriye ve İran ile gerçekleştirilen üçlü zirvelerin çoğunu herhangi bir Arap taraf olmadan yapmaktan çekinmeyen Rusya, Ortadoğu’daki çatışmaları önlemek veya kontrol altına alınabilecek geleneksel gerilimleri ortadan kaldırmak için Arap olmayan taraflarla anlaşmaya varmaya çalışıyor.

Diğer yandan İran veya İsrail tarafından tekrarlanan askeri operasyonlara tanık olunurken, Rusya’nın Halep ve İdlib’in kuzeyindeki gerginliği kontrol altına almak için Türkiye’nin başta ABD olmak üzere Batı ile arasını açarak, Ankara-Moskova ilişkilerini iyileştirmeye çalıştığını da gördük.

Bununla birlikte Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı, ABD’li ve İsrailli mevkidaşlarıyla İsrail’de bölgesel gelişmelerin ele alındığı üçlü bir zirveye katıldı.

Rusya, yaptığı bu uzlaşıların, Körfez Arap ülkeleri ile İran arasındaki çekişme, taraflara kendilerine hakim olmaları çağrısı yaptığı Yemen ve Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki tartışma gibi Ortadoğu’daki diğer bölgelerde ve meselelerde farklı etkileri olacağının farkında. Buradaki tarafların yanı sıra özellikle Kızıldeniz ve Doğu Afrika'nın güvenliği üzerindeki etkileri nedeniyle daha aktif bir hale geldiği ve Libya’nın da bulunduğu Kuzey Afrika’da dahi kendi himayesinde görüşmeler yapılması teklifinde bulundu. Böylece Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin Soğuk Savaş döneminde bile göstermediği etkinlik ve çabalardan çok daha fazla bir şekilde diplomatik faaliyetlerde bulunduğuna şahit olduk. Bununla birlikte Rusya’nın nüfuzu, Ortadoğu’nun da ötesine geçerek, Kuzey Kore ve Venezuela’da da belirgin bir şekilde görülmeye başlandı.

Ancak ne var ki Rusya’nın şu anki tutumunu, İngiltere ve Fransa’nın Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki tutumlarından daha medeni buluyorum. Yine de yaşananları Sykes-Picot Anlaşması’nın Rusya versiyonu olarak nitelendirmiyorum. Zira Rusya’nın yeni sınır düzenlemeleri gibi bir girişimi desteklediğine dair herhangi bir işaret yok. Bununla birlikte Rusya’nın küresel olarak siyasi statüsünü geri kazanmayı da içeren rolünün belirli Rus çıkarlarına ulaşmanın yanı sıra Ortadoğu’daki güvenliğini ve siyasi ilişkilerini ve başta Doğu Akdeniz ile ilgili Avrupa-Asya arenası olmak üzere küresel enerji ve doğalgaz haritasında büyük bir taraf olarak ağırlığını genişletmeyi hedeflediğini söylememiz de gerekmiyor.

Bu bağlamda şu an Fransız-İngiliz versiyonu yerine Rusya’nın diğer ülkelerle yapılan bölgesel ve küresel anlaşmalara müdahale etmesini mümkün kılacak olan çıkarlarını güvence altına alan yeni bir jeopolitik ve operasyonel aşamaya tanık oluyoruz. Diğer yandan Ortadoğu’daki Araplar, yine bedel ödeyebilir. Peki bu durum göz önüne alındığında, Araplar neden bölgesel inisiyatifler alma ve kendi kaderlerini tayin etme konusunda bu kadar isteksizlikler?

Mısır eski Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi'nin Independent Arabia'da yayınlanan makalesi

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum