Âşık Veysel'in Şiirlerinde Millî Birlik Fikri ve Türk Dünyası - Bayram DURBİLMEZ

Âşık Veysel'in Şiirlerinde Millî Birlik Fikri ve Türk Dünyası - Bayram DURBİLMEZ
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 21 Mart 2020 - 16:37

Âşık Veysel’in Şiirlerinde Millî Birlik Fikri ve Türk Dünyası - Bayram DURBİLMEZ

Türk Yurdu Mart 2013 - Yıl 102 - Sayı 307

Türkiye’nin Türk dünyasında en çok tanınan âşıklarından biri de Âşık Veysel’dir. Özellikle Azerbaycan’da yaygın bir şöhreti vardır. Âşık Veysel, Türkiye’nin Sivas şehrine bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğmuştur. Onun doğduğu yöre; Kemter, Agâhî, Hüseyin, Kul Sabri, Veli, Ali İzzet Özkan ve Mihmanî gibi ünlü âşıkları yetiştiren “âşıklar yatağı” bir yöredir. Âşığın doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, kaynaklarda, 1894’te doğduğu yazılıdır. Babası Şatıroğulları’ndan Ahmet Ağa’dır. Ahmet Ağa’nın babası Ali Ağa, onun babası İbrahim’dir. Şatıroğulları’nın kökeni Kars’a dayanır. Kars’a da Türkistan’dan geldikleri söylenir. Kars’tan ayrılan Şatıroğulları; Erzurum, Malatya, Sivas, Konya ve Trabzon’a yerleşirler (Aslanoğlu 1967:9), Veysel’in ataları Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı Kaledibi köyüne yerleşirler. Veysel’in büyükbabası Ali Ağa, buradan ayrılarak o tarihlerde Ağcakışla nahiyesine bağlı Söbelen (Sivrialan) köyüne yerleşir. Veysel’in annesinin adı Gülizar’dır. Gülizar’ın sülâlesine Keçegil derler (Aslanoğlu 1967:9). Ahmet-Gülizar çiftinin altı çocuğu olur. Veysel, ailenin beşinci çocuğudur. Ailenin ilk çocuğu Ali’dir. Ali’den sonra doğan üç çocuk yaşamaz. Veysel’den sonra da Elif doğar.

Resmî bir öğrenim göremeyen Veysel, sözlü kültür geleneği içinde, halk kültürüyle beslenir. Gözlerinin görmemesi sebebiyle okula gidemez. Köy Enstitüleri’nde saz / halk türküleri belletmenliği yaparken kendisi de pek çok konuda bilgi öğrenme imkânı bulur.

Veysel iki defa evlenir. Akrabalarından Esma ile sekiz yıl evli kalırlar. İlk evliliğinden bir oğlu, bir kızı olur. İlk çocuğu yaşamaz. Kızı altı aylık bebekken, Esma bir başkasına kaçar. Veysel, kızına iki yıl bakar, sonra o da ölür. Veysel’in ikinci evliliği 1919’da olur. Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar ile evlenir. İkinci hanımından -üçü oğlan dördü kız- yedi çocuğu olur: Zöhre, Ahmet, Hüseyin, Menekşe, Bahri, Zekine, Hayriye.

Veysel’i saz çalıp türkü söylemeye teşvik eden babası Ahmet Ağa’dır. Sözlü kültür geleneği içinde yetişen Veysel, başlangıçta usta malı şiirler söyler. Çıraklık dönemi diyebileceğimiz ilk yıllarda, Karacaoğlan, Yunus Emre, Erzurumlu Emrah, Pir Sultan Abdal, Kul Abdal, Kemter Baba, Şahan Ağa, Sıdkî, Visalî ve Velî gibi halk şâirlerinin deyişlerini de ezberlemiştir. Önce çevre köylere, zamanla Sivas’ın diğer köyleri yanında Kayseri ve Yozgat’ın köylerine giderek buralarda saz çalıp, usta malı deyişler söyler. 1931’de Sivas’ta düzenlenen “Âşıklar Bayramı”na katılır. İlk şiiri, Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu yıldönümünde söylediği/ yazdırdığı “Atatürk Destanı”dır. Daha önce usta malı deyişler söyleyen Veysel, Ağcakışla nahiyesinde yapılacak Cumhuriyet’in onuncu yıldönümü kutlamalarında okunmak üzere Nahiye Müdürü Ali Rıza Bey’in isteğiyle oluşturulan bu destandan sonra kendi deyişlerini de söylemeye başlar. Hecenin on birli kalıbıyla oluşturulan söz konusu destan 16 dörtlüktür (Şatıroğlu 1971: 192-195). Âşık Veysel, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun onuncu yılı kutlamalarına katılmak üzere Ankara’ya gidince radyo ve yazılı basın ile tanışır. Şiirleri radyo, televizyon, dergi ve gazeteler aracılığıyla bütün Türkiye’ye yayılır. Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapmaya başlayınca, görevli olarak da ülkenin değişik yörelerinde bulunur. 1941-1946 yılları arasında, altı yıl kadar bir süre görev yaptığı okullar: Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü, Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü, Kastamonu Köy Enstitüsü, Sivas Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsü ve Samsun Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü’dür. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1965’te çıkarılan özel bir kanunla “Ana dilimiz ve millî birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” vatan hizmeti tertibinden maaş verilmeye başlanır. 1967’de Konya’da düzenlenen 2. Türkiye Âşıklar Bayramı’na katılarak seçici kurul (jüri) üyeliği yapar, kendi deyişlerini de okur.

1933’ten ölümüne kadar süren 40 yıl içinde söylediği şiirlerden 158 kadarı kaydedilir. Veysel’in ilk şiirleri Ülkü dergisinde yayımlanır. Veysel’in ilk şiirlerinin bir kitapçıkta toplanması Ahmet Kutsi Tecer’in gayretleriyle olur. 33 şiirden meydana gelen “Âşık Veysel’den Deyişler” isimli kitapçığın, Veysel’e bir ekmek parası getirmesi de arzulanır. 1949’da “Sazımdan Sesler”, 1955’te de 125 şiirin yer aldığı “Âşık Veysel, Hayatı ve Şiirleri” isimli kitapları yayımlanır. Veysel’in bütün şiirlerinin yer aldığı “Dostlar Beni Hatırlasın” isimli kitabı ise 1970 yılında İş Bankası tarafından yayımlanır.

21 Mart 1973 tarihinde Sivrialan köyünde vefat eder. Tabiatın canlandığı Nevruz Bayramı’nda, o da “Benim sadık yârim kara topraktır” dediği kara toprağa kavuşur.

***

Âşık Veysel’in mensup olduğu Şatıroğulları sülâlesinin kökeni Kars’a dayanır. Kars’a da Türkistan’dan geldikleri söylenir. Burada belirtilen Türkistan Kazakistan’daki Türkistan şehri midir, yoksa Asya ülkelerinden biri midir tam bilinmiyor. Belki de Azerbaycan’dan gelme bir ailedir Şatıroğulları. Kars’ta yaşayan Türklerin çoğunun Azerbaycan Türkleriyle akraba olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Türkiye’de, Âşık Veysel’in Türkmen olduğu kabul edilir; fakat Oğuz Türklerine genel olarak Anadolu’da, özellikle orta Anadolu’da “Türkmen” dendiği de bilinmektedir. Türkmen Türklerinden veya Azerbaycan Türklerinden olup olmadığından daha çok Âşık Veysel’in bütün Türk dünyasında, özellikle Azerbaycan’da tanınıp sevilmesi önemlidir.

Türkiye Türklerinin halk şairleri ile ilgili Bakü’de yayımlanan bir güldestenin adı “İki Zirve Arasında”dır. Bu iki zirvenin birincisi Yunus Emre, ikincisi Âşık Veysel’dir. Azerbaycan’ın ziyalı şairlerinden Bahtiyar Vahapzâde ve Memmed Aslan’ın kitaplarında da Veysel’e önemli yer ve değer verilmektedir. Azerbaycan’ın şöhretli bilim adamı ve şairi Vahapzâde, “Veten Ocağının İstisi” adlı kitabında: “Yunus zirvesinden Veysel, Veysel zirvesinden Yunus görünür.” demektedir. Âşık Veysel’in değerini bilen güçlü şair Memmed Aslan, Azerbaycan’dan Türkiye’ye yaptığı seyahatta Veysel’in köyüne de giderek onun evini ve mezarını ziyaret eder. Aslan, “Erzurum’un Gediğine Varanda” adlı eserinin “Dağlar Çiçek Açar- Veysel Dert Açar” başlıklı bölümünde Veysel’le ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirir (Bakiler 1989: 37-38). Bahtiyar Vahapzâde ve Memmed Aslan, onunla ilgili yazı yazmakla kalmamışlar, mısralarla da Veysel’i anlatmışlardır. Vahapzâde, “Öz Dünyam Menim” başlıklı şiirinin son dörtlüğünde Veysel’den şöyle söz eder: “Od’u suda gördü heyiri şerde / Sevincin sirrini taptı kederde / Gözlünün yeherden aşdığı yerde / Atını dört nala çapandı Veysel” (Bakiler 1989: 98)

Âşık Veysel vefat edince, onu sazı ile birlikte mezara indirdiklerini öğrenen Memmed Aslan’ın “Sazı Mezara İndirdiler” başlıklı şiiri Veysel’i anlatan en güzel şiirlerden biridir:

                    “Mezara sazıyla bir indirdiler

                    Çırpındı dalınca bu kövrek dünya

                    Saza kefen-köynek giyindirdiler

                    Mecnunsuz Leyli’ye ne gerek dünya?

 

                    Nizam özünündü, biler hesabı

                    Sanma bir kimsede öler hesabı

                    Alar verdiğini, siler hesabı

                    Dalınca gözyaşı dökerek dünya

 

                    Nağme ki gömüldü, gopmaz mı mahşer

                    Sazı defn etmeye gıymadı beşer

                    Gorhdular ki, onsuz gıymetden düşer

                    Yeddi mucizeli, yeddi renk dünya

 

                    Lerzeye geldi el, çakhnaşdı birden

                    Tartıp çıkardılar sazı kabirden

                    Bu kadar hörmetten, bu ses-semirden

                    Mat kaldı çiynini çekerek dünya

 

                    Göyden, Sivrialan bir güneş asdı

                    Bakıp gördüler ki bu yas ne yadsı

                    Ulu Veysel’ini bağrına basdı

                    Çemen yorganına bükerek dünya” (Bakiler 1989: 106).

          Millî Birlik Fikri

Âşık Veysel, âşık tarzı Türk şiirine yeni konular ekleyen önemli bir âşıktır. Bunlardan biri de “millet olma şuuru”nun şiirde işlenmesidir. “Millet olma şuuru”nu şiirlerinde işlemeye başlayan başka âşıklar da Veysel’in açtığı yolda ilerlemişlerdir. Toplulukları millet yapan unsurların başında “millî kültür” yer aldığı için “millî birlik” fikrinin temeli de “ortak kültür”e, “millî kültür”e uzanır. “Kültür birliği” olmayan topluluklara “millet” adı verilmez. Bir topluluktaki fertlerin ve sosyal grupların çoğunluğunu aynı duygu ve ülküler çevresinde birleştirerek o topluluğu milletleştiren, diğer milletlerden farklılaştıran maddî ve manevî her türlü bilgi, beceri, kabul ve davranış birliğine “millî kültür” adı verilir. Âşık Veysel’in şiirlerindeki millî birlik fikrinin temelinde de millî kültürün korunması fikri belirgindir. Millî kültürün en gür ırmaklarından biri de “türkü”lerdir. “Türkü”, “Türk’e özgü, Türk’e mahsus” manasına gelir. “Türk’ü anlamak için türkü dinlemek gerek” anlayışında olanlardan biri de Veysel olduğu için o, dünya şarkı ile dolsa yine “türkü”yü tercih eder. Azerbaycan’da da çok bilinen türküsünde / şiirinde Veysel şöyle söyler: “Dünya dolsa şarkıyılan  / Türk’üz türkü çağırırız / Yola gitmek korkuyulan / Türk’üz türkü çağırırız // Türk’üz, Türkler yoldaşımız / Hesaba gelmez yaşımız / Nerde olsa savaşımız / Türk’üz türkü çağırırız // Türklerdir bizim atamız / Halis Türk’üz, kanı temiz / Şarkı, gazeldir hatamız / Türk’üz türkü çağırırız…” (Şatıroğlu 1971: 187-188)

“Türküz, Türkler yoldaşımız / Hesaba gelmez yaşımız” mısralarından ne anlıyoruz? Çok açık: Türkler, tarihin en köklü milletlerinden biri olup, bütün Türkler yoldaştırlar, bir ve beraberdirler. Başka ne diyor Veysel? “Türklerdir bizim atamız / Halis Türk’üz, kanı temiz” diyor. Yani, bütün Türk boylarının ataları Türklerdir, kanımız aynı temiz kandır. Türk dünyasında bugün ayrı birer ırk sanılarak “Ben Azerî’yim!”, “Ben Özbek’im!”, “Ben Kazak’ım!”, “Ben Kırgız’ım!”, “Ben Türkmen’im!”, “Ben Tatar’ım!”… diye söylenmesinin ve hepsinin de “Türk” olduğu hakikatinin bilinmemesinin sebebi, tarih bilgisinden uzak olmamızdır. Bu vaziyet Türk dünyasındaki birlik ve beraberlik bağlarını zayıflatmaktadır. Çünkü millî birlik ve beraberliğin can düşmanı cehalettir. Veysel, cahilden iyilik beklenmeyeceğini, söyler. Cahile aldanmamak gerektiğini belirtir: “Aldanma cahilin kuru lâfına / Kültürsüz insanın külü yalandır / Hükmetse dünyanın her tarafına / Arzusu hedefi yolu yalandır” (Şatıroğlu 1971: 69). Cehaletten kurtulmak için ilim, kültür deryasına dalmak gerektiğine inanan Veysel, “…İlim, kültür deryasına dalalım / Çevremize bakıp ibret alalım / Kendi yaramıza derman olalım…” (Şatıroğlu 1971: 186) diyerek çözüm yolunu da göstermektedir. İlim deryasına dalarak geçmişimizi araştırıp Türk boyları ile bağlarımızı yeniden kuvvetlendirmek millî vazifemizdir. Türkiye’de yaşayan Türklere de “Avşar”, “Azerî”, “Türkmen”, “Kazak”, “Özbek”, “Tatar” gibi adlar verenler vardır. Bu adlandırmalar, bunların ayrı bir millete mensup olduklarını değil, Türk olduklarını gösterir. “Türk” adı, üst kimliğin adıdır. “İftihar ettiğim büyük muradım / Türk oğluyum temiz Türk’tür ecdadım” (Şatıroğlu 1971: 184) diyen Âşık Veysel’in şu mısralarında da ırkımızın, neslimizin aynı kandan olduğu vurgulanmaktadır: “Irkımız neslimiz aslı bir kandan / Siz sağ olun biz selâmet gidelim” (Şatıroğlu 1971: 141).

“Türk oğluyum, Türk’tür soyum” (Şatıroğlu 1971: 250) diyen Veysel, Türk milletinin her zaman bahtiyar olmasını arzu eder. Bu arzusunda ne kadar samimi olduğunu, şu mısraları okuyunca daha iyi anlarız: “İstemem dünyanın saltanatını / Süslü giyimini Arap atını / Bilirsem Türklüğün var kıymetini / Vatanım, milletim bana kâfidir // İsterdim hayatta düşmanla savaş / Milletime kurban olaydı var baş / Nasip değil imiş şehitlik kardaş / İmanım, niyetim bana kâfidir // Dünya geniş olsun ister dar olsun / Yeter ki kalbimde iman var olsun / Her zaman milletim bahtiyar olsun / Rütbemle, mesnedim bana kâfidir…” (Şatıroğlu 1971: 264)

Türk milletinin bir bayrak altında birleşerek, ilimde, teknikte muasır medeniyet seviyesine ulaşması gerektiğine inanan Veysel, “Hepimiz bu yurdun evlâtlarıyız” nakaratlı şiirinde: “…Birleşiriz bir bayrağın altında / Biz Türklerin ikilik yok aslında / Yanar tutuşuruz vatan aşkına / Hepimiz bu yurdun evlâtlarıyız” (Şatıroğlu 1971: 185) diye seslenir.

Âşık Veysel, Türk milletini “Kürt-Türk-Çerkez” diye bölüp parçalamaya çalışan insanlara karşıdır. Türkiye’de yaşayan ve “Ne mutlu Türküm diyene!” diyebilen herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberliğinden yanadır. Türkiye’de yaşayan insanlarımız, hangi kökene mensup olursa olsunlar, vatanı omuz omuza, beraberce savunmuşlar, vatan toprağı için şehit düşmüşler, gazi olmuşlardır: “Kürt’ü, Türk’ü ve Çerkez’i / Hep Âdem’in oğlu kızı / Beraberce şehit gazi / Yanlış var mı ve neresi” (Şatıroğlu 1971: 65). Yeri gelmişken söylemeliyiz ki, Türk istiklâl Savaşı sırasında Azerbaycan Türklerinin Türkiye Türklerine yaptıkları maddî ve manevî yardımlar da unutulmamıştır, unutulmayacaktır.

Türk dünyasında birlik ve beraberliği bozmak isteyenlerin başvurdukları oyunlardan biri de değişik din ve mezheplere mensup Türkleri karşı karşıya getirme çabasıdır. Türk milletini oluşturan topluluklar bu oyunlara karşı uyanık olmalıdırlar. Hangi din ve mezhepten olursa olsunlar bütün Türkler kardeştirler. Veysel, dört kitabın dördünün de Hak; ayrım yapmanın yüz karası olduğunu söyler: “Kuran’a bak, İncil’e bak / Dört kitabın dördü de Hak / Hakir görüp ırk ayırmak / Hakikatte yüz karası” (Şatıroğlu 1971: 65). Mezhep kavgası ve din dövüşü kötülüklerin doğmasına, milletin felâketine sebep olur. Tanrının işine karışan ve dövüşen insanları Tanrı’ya havale eden Veysel: “Bakmaz mısın insanların işine / Kötülükler doğar peşi peşine / Mezhep kavgasına, din dövüşüne / Sanki varıp sığmamışlar cennete (…) Kötülükler memlekete kök saldı / Fitnelik fesatlık arttı çoğaldı / Bu işin ıslâhı Allaha kaldı / Ulu Tanrım yardım etsin millete” (Şatıroğlu 1971: 85-86), der.

Değişik mezhep ve tarikatlara mensup Türk milletinin bölünerek karşı karşıya gelmesi düşmanları sevindirir. Bundan Türkler zararlı çıkar. Alevî inançlı bir Türk ozanı olan Veysel, Türk topluluklarını bu konuda da uyarır: “Yezit nedir, ne Kızılbaş / Değil miyiz hep bir kardaş / Bizi yakar bizim ataş / Söndürmektir tek çâresi (…)  Şu âlemi yaratan bir / Odur külli şeye kadir / Alevî, Sünnîlik nedir / Menfaattir varvarası (…) Veysel sapma sağa sola / Sen Allah’tan birlik dile / İkilikten gelir belâ / Dava insanlık davası” (Şatıroğlu 1971: 66).

Veysel, Alevî olduğu hâlde, Alevî-Sünnî ayırımı yapmaz. Bu tavır hem şiirlerinde, hem de özel hayatında görülür. Meselâ; Âşık Veysel’le Sünnî kökenli iki kişi görüşürken, orada bulunanlardan biri Âşık Veysel’i uyararak bunların Alevî olmadıklarını, konuşurken ona göre konuşmasını söyler. Bunun üzerine öfkelenen Veysel, kızgın ve kırgın bir sesle şöyle konuşur: “Yahu ne demek bunlar bizden değil sözü? Yahu ne demek Alevîlik, ne demek Sünnîlik? Hâlâ mı siz – biz kavgasındayız? Bu gelenler Türk mü? Türk! Müslüman mı? Müslüman! İnsan mı? İnsan! Daha var mı “bizden değil, sizden değil” ayrı mı? Allah aşkına, bırakın bu kafayı!” (Bakiler 1986: 26).

Katreler ırmağa, ırmaklar deryalara kavuşmak ister. Birlik ve beraberliğe kavuşmak, “deryada birleşmek”tir. Veysel de bir şiirinde şöyle der: “Katre idim bir ırmağa karıştım / Çalkalandım, çok bulandım, çok taştım / Gide gide bir deryaya ulaştım / Dalgalandım coştum oldu olacak // Derya bende ben deryada birleştik / Ayrılmaya imkân yoktur yerleştik / Nice boyalardan çemberden geçtik / Veysel neler çekmiş kim ne bilecek” (Şatıroğlu 1971: 265).

“Gel birlik kavline girelim kardaş” diyen Veysel; birlik şerbeti içilmesini, yaraların sarılmasını, Atatürk’ün izinde yürünmesini ister:

        “İtimat edersen benim sözüme

        Gel birlik kavline girelim kardaş

        Birlik çok tatlıdır benzer üzüme

        İçip şerbetini duralım kardaş

 

        Son verelim iftiraya bühtana

        Kardeşane sevişelim can cana

        El birlikle çalışalım Vatana

        Çok okul fabrika kuralım kardaş

 

        Çalışalım kurtulalım buhrandan

        Nedir senlik benlik usandık candan

        Irkımız neslimiz aynı bir kandan

        Yurdun yaraların saralım kardaş

 

        Yürüyelim Atatürk’ün izine

        Boş verelim bozguncular sözüne

        Göz atalım şu dünyanın hızına

        Yürüyüp hedefe varalım kardaş

   

        Atatürk’ün yattığı yer nûr olsun

        Azim fikir emelimiz bir olsun

        Herkes birbirine kız versin alsın

        Çıkarıp nifakı sürelim kardaş

 

        Veysel’in sözleri kanun dışı mı

        Mantığa uymazsa kesin başımı

        Bana düşman etmiş vatandaşımı

        Sebebi ne ise soralım kardaş (Şatıroğlu 1971: 67-68).

Veysel’in bu şiirdeki iki mısra üzerinde özellikle durmak gerekiyor: “Herkes birbirine kız versin alsın / Çıkarıp nifakı sürelim kardaş”. Âşık Veysel, bu mısralarıyla sanki günümüz Türk dünyasına sesleniyor. Türk dünyasındaki birlik ve beraberliği pekiştirme yollarından biri de Türk boyları arasındaki evlilikleri yaygınlaştırmaktır. Soy ve kültür birliğini akrabalık bağıyla pekiştirmek için Azerbaycan Türkleri ile Türkiye Türkleri arasındaki evlilikleri de teşvik etmek gerekir. Bunu diğer Türkler arasında da yaygınlaştırmak yararlı olacaktır.

Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. İngiliz, Fransız, Alman, Rus… gibi milletlere hayran olanların gerçekleri görmeleri gerekir. Veysel bu konuda da uyarıcı olmuştur: “İngiliz, Fransız, Alaman, Urus / Günde telef eder binlerce nüfus / Bu kadar milletler hep suçlu suçsuz / Ataş almış oylum oylum yanıyor // Irahat yok Lond(ı)ra’da Lozan’da / Avrupa, Asıya hep kızıl kanda / Hamd olsun, çok şükür böyle zamanda / Her taraftan Türk’e rahat deniyor // Uyuma ey Veysel uykudan uyan / Yakın görünecek herkesçe beyan / Hep memnun kalacak biz Türküz diyen / Başa devlet kola doğan konuyor” (Şatıroğlu 1971: 84).

                    Türk Dünyası

1980 yılında Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e giden Türkiye’nin tanınmış şair ve yazarlarından Yavuz Bülent Bakiler, orada, sazı kucağına alan bir Ahıska delikanlısının Âşık Veysel’e ait “Uzun ince bir yoldayım / Gidiyorum gündüz gece” mısralarıyla başlayan türküyü söylediğini anlatır (Bakiler 1989: 37). Aynı yazar, Azerbaycan Türklerindeki Veysel sevgisinin bambaşka olduğunu da söyler (Bakiler 1989: 37). Bunu bugün Azerbaycan’da bulunan her Türkiye Türkü gibi biz de görüyoruz. Âşık Veysel’in Türk dünyasındaki şöhretinin Azerbaycan ve Özbekistan ile sınırlı olmadığı da bilinmektedir. Bu konuda son olarak Kırım’dan bir misal vermek yeterli olacaktır: Kırım’da bir tepeden Türkiye radyolarını dinleyen Kırım-Tatar Türkleri, çok sevdikleri Âşık Veysel’den dolayı o tepeye “Veysel Tepesi” adını vermişlerdir (Bakiler 1989: 38).

Âşık Veysel’in Türk dünyasındaki şöhretinden kısaca bahsettikten sonra, onun Türk dünyasını yakından ilgilendiren şiirlerinden / mısralarından da söz etmek yararlı olacaktır.

Bugün, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte yedi bağımsız Türk Cumhuriyeti var: Kazakistan Cumhuriyeti, Kırgızistan Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Özbekistan Cumhuriyeti ve Türkmenistan Cumhuriyeti. “Yedi devlet bir millet” olan bu Türk Cumhuriyetlerinden başka, Avrupa ve Asya’da “Özerk Cumhuriyet” olarak yaşayışlarını sürdüren Türk toplulukları da mevcut. Bu güzellikler yaşanırken sıkıntılar da yok değil. Sovyetler Birliği döneminde “Azeri”, “Kazak”, “Kırgız”, “Özbek”, “Türkmen” gibi adların ayrı milletleri karşıladığı ileri sürülmüş, “siz Türk değilsiniz” telkinleri yapılmıştır. Hâlbuki bunlar Azerbaycan Türkleri, Kazakistan Türkleri, Kırgızistan Türkleri, Özbekistan Türkleri, Türkmenistan Türkleri, Türkiye Türkleridir. Türkiye’de de bilinçsiz çevreler bağımsız Türk Cumhuriyetlerine “Türkî Cumhuriyetler” adını vermektedirler. Türkî Cumhuriyetler de vardır, fakat bu devletler Türk devletleridir. Aslen Türk olmayıp da Türklerle kültür ve tarih yakınlığı bulunan Tacikistan gibi devletler “Türkî Cumhuriyet”lerdendir. Türk birliğini bozmak isteyenlerin etkisinde kalanlar bilmelidir ki, “Azerî”, “Kazak”, “Kırgız”, “Özbek”, “Türkmen” gibi adlar ayrı millet adları değildir. Bu topluluklar birleşerek Türk milletini oluştururlar. Âşık Veysel, yıllar önce sanki günümüze seslenir ve şöyle der: “Türk adı babamdan bana mirastır / Daha bundan başka adı neyleyim” (Şatıroğlu 1971: 269).

Âşık Veysel’in “Türk” sözünü “Türkiye Türkleri” anlamı yanında “Dünya Türkleri” için de kullandığını gösteren misaller vardır. Sözgelimi; Atatürk’ün vefatı üzerine söyleyip yazdırdığı bir şiirinde, Atatürk’ün vefatına bütün Türklerin, yani Türk dünyasının gözyaşı döktüğünü şu dörtlüklerinde dile getirmektedir: “… Fabrikalar icad etti / Atalığın ispat etti / Varlığın Türk’e terk etti / Döndü çark devran ağladı // Tiren hattı tayyareler / Türkler giydi hep karalar / Semerkant’la Buharalar / İşitti her yan ağladı // Bu ne kuvvet be ne kudret / Var idi bunda bir hikmet / Bütün Türkler, İnön’İsmet / Gözlerinden kan ağladı” (Şatıroğlu 1971: 199).

Türk kültür dünyasını ulu bir çınara benzetenler için Âşık Veysel’in şu dörtlüğü bambaşka duygular uyandırır: “Bir ulu ağaçtan bir yaprak düşse / O anda acısın duyar iniler / Katlansa acıya sakince geçse / Esen rüzgârlara uyar iniler” (Şatıroğlu 1971: 139).

Bilindiği gibi, bağımsız Türk Cumhuriyetlerinden biri de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. Kıbrıs, yalnızca Türkiye için değil bütün Türk dünyasının geleceği açısından da büyük önem taşır. Cumhuriyet ilân edilmeden önce, Kıbrıs adasında kanlı olaylar meydana gelir. Bu olaylara karşı duyarsız kalmayan pek çok âşık gibi, Veysel de Kıbrıs hakkında bir destan söyler. Veysel’in Türkiye dışında yaşayan Türklere ilgisiz olmadığını gösteren bu destanı vermeden önce, Kıbrıs Türklerinin tarihi ve yaşadıkları zulümlerden kısaca söz etmek yararlı olacaktır: Osmanlı Türkleri tarafından 1571’de fethedilen Kıbrıs adası, 19. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’ne bağlı kalır. 1820’li yıllarda Yunanistan bağımsız olunca, Kıbrıs’ın Yunan adası olması için, “Enosis” adı verilen bir hareket başlatılır ve Papalığın da desteği ile adada huzur bozulur. 1876’da, I. Meşrutiyet ilân edilir ve Osmanlı Devleti savaşa sokulur. 3 Mart 1878’de Ayastefanos (=Yeşilköy) Antlaşması yapılır. Bu durumu kabullenemeyen II. Abdülhamit Han, 4 Haziran 1878’de İngiltere ile anlaşır. Ayastefanos Antlaşması’nın uygulanmaması karşılığında, Kıbrıs’ın yönetimi İngiltere’ye bırakılır. İngilizler, 1914’te adayı ilhak eder, 1923 Lozan anlaşmasıyla ilhak kabul edilir. Kıbrıs, 1925’ten itibaren İngiltere’nin sömürgesi olur. 1950’de, kilisenin öncülüğünde, Rumlar Enosis kararı alır. 1 Nisan 1955’te, Başpiskopos Makarios’un öncülüğünde EOKA adlı bir örgüt kurulur. İngilizlere karşı kurulan bu örgüt 1958’de Türklere saldırmaya başlar. Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş önderliğinde kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı ile saldırılardan korunmaya çalışılır. 1959’da yapılan Zürih ve Londra anlaşmalarıyla, 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti ilân edilir. Türkler ve Rumların ortaklığına dayanan iki toplumlu devleti ele geçirmek isteyen Rumlar, Türkleri katletmeye başlar; 21 Aralık 1963’te, devlet yıkılır. 50 bin Türk göçe zorlanır; 103 köy ve yüzlerce cami yakılır, yıkılır, yağmalanır. Adaya tam teçhizatlı 20 bin asker çıkaran Yunanistan, Rumlarla birlikte Türkleri katletmeyi sürdürür. 1964’te, Birleşmiş Milletler Barış Gücü, Ada’ya gelir. Kıbrıs’ta yaşayan Türklere yapılan büyük zulümler ve masum yavruların bile katledilmesi, bütün Türkler gibi Veysel’i de derinden etkiler. Veysel, Kıbrıs’ta meydana gelen bu insanlık dışı olayların etkisiyle bir koşma söyler:

 

        “Kıbrıs’taki olan haksız olaylar

        Kemirir içimi kurt olur gider

        İnsanlık dışında yapılan işler

        Bütün milletlere dert olur gider

 

        Sulhsever milletiz cihanda hürüz

        Görürüz her şeyi zannetmen körüz

        Kafamız kızarsa vurur kırarız

        Her şeyin bir anda hurt olur gider

 

        Türk milleti asla korkmaz düşmandan

        Korkarız Allah’tan bir de vicdandan

        Geçmeyiz namustan geçeriz candan

        Kalan gazi ölen mert olur gider

 

        Kahraman ordumuz elde silâhlar

        Bir bir sorulacak, kalır mı ahlar?

        Çizm’altında çiğnenirken alçaklar

        Bakarsın binlerce Yorg’ölür gider

 

        Masum yavruların nedir günahı

        Bu hareket gücendirir Allah’ı

        Türk ordusu kullanırsa silâhı

        Tedavisiz derdin dört olur gider

 

        İnsanlık kahretmiş sizden kaçıyor

        Nefret kapıları size açıyor

        Vicdan sizde çok uzaktan uçuyor

        Zulüm var, adalet nerd’olur gider

 

        Sanki din adamı o alçak papaz

        Belâdır dünyaya parmağı durmaz

        Türkler haksız yere adam öldürmez

        Bir gün Makarios mort olur gider

 

        Veysel’in kafası kin ile dolu

        Urumlar bu işi iyi bilmeli

        Kıbrıs’a düşerse Türklerin yolu

        Lefkoşa Türklere yurt olur gider” (Şatıroğlu 1971: 233-234)

Gerçekten de Türk ordusu zulme karşı sessiz kalmaz ve 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı yapar. Kıbrıs’ta Türklerin katline son verilir. 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilân edilir. Kıbrıs Türklerinin kurtulduğunu görmeye / duymaya Veysel’in ömrü yetmez. 21 Mart 1973’te vefat eden Veysel, bu mutlu günleri görebilseydi, yeni destanlar da söylerdi şüphesiz.

Türkiye Türklerinin kökleri Türkistan’a uzanır. Anadolu’yu ve Balkanları Türkleştiren ve İslâmlaştıran erenlerde de aynı durum söz konusudur. Sözgelimi; Âşık Veysel, Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya Horasan’dan geldiğini söyler: “Horasan’dan ayakbastı Urum’a / Mucizeler şahit oldu pirime / Bak şu vaziyete bak şu duruma / Eşin yok cihanda bir Hacı Bektaş” (Şatıroğlu 1971: 243). Türkiye’nin Erzurum ilinde bir Horasan olmakla birlikte, İran’ın doğusunda ve kuzeydoğusunda yer alan bölgenin genel adı da Horasan’dır. “Güneşin yükseldiği yer” anlamına gelen “Horasan”, Sasaniler zamanında ülkenin kuzeydoğusuna verilen bir addır. Bu bölgede Oğuz Türklerinin de yaygın olarak yaşadıkları düşünüldüğünde, Anadolu’ya gelen erenlerin kökenleri anlaşılmış olur.

Âşık Veysel’in kendisi Türk dünyasını gezip göremese de gönlü “korkmadan” gezer: “Ne gezersin Şam’ı, Şark’ı / Yok mu sende hiçbir korku” (Şatıroğlu 1971: 58). “İşitsem seni Yemen’de / Gönül bulur uçan kuştur”  (Şatıroğlu 1971: 114).

Bağımsızlıklarını kazanan Türk boyları ve akraba toplulukları yanında, dünyanın hemen her yerindeki Türklerle görüşmek, oralarda araştırma yapmak şimdi daha kolay. Bu gelişmede teknolojinin yeri de büyük. Âşık Veysel de “Dünya geniş idi şimdi daraldı” mısrasıyla başlayan şiirinde, eskiden uzun zaman ayırarak ve çok büyük zahmetlerle gidilen yerlere, uçakla beş-on saatte gidileceğini söyler:

“Avrupa, Asiye [=Asya] ayrı bir kıta / Bir yıllık yol idi deveye, ata / Uçaklar sığdırdı beş on saate / Daha neler çıkar dur belli değil” (Şatıroğlu 1971: 79).

Âşık Veysel, 23 Mart 1973 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan “Kader” isimli son şiirinde bile okumayı, çalışmayı, öğrenmeyi vasiyet etmekte; Türk milletinin, Türk bayrağının, Türk yurdunun sonuna kadar yaşamasını arzulamaktadır:

“Gam ile yoğrulmuş bu dertli beden / Yoksa tecelli mi bilmem ki neden / Vasiyetim size budur ölmeden / Oku, çalış, öğren ölene kadar // Veysel der tükenmez bu benim derdim / Katlandım cefaya yüklettim durdum / Yaşasın milletim, bayrağım, yurdum / Dilerim Allah’tan sonuna kadar” (Şatıroğlu 1971: 54).

Sonuç

Âşık tarzı Türk şiirine “millet olma şuuru”nu yerleştiren öncü âşıklardan biri olan Veysel, bunu “tarih şuuru” ile pekiştirerek Türk milletinin birlik ve beraberliği için saz çalıp söz söylemiştir. Âşık Veysel’e göre, “birlik kavline giren”lerin özellikleri şunlardır: İftiradan uzaktırlar. Kardeşlik duygusuyla hareket ederler. Sen-ben kavgası yapmazlar. Vatan için birlikte çalışırlar. Yurdun yaralarını sararlar. Okul açarak, fabrika kurarak ülkenin gelişmesi için gayret gösterirler. Bozguncuların sözünü dinlemezler. Çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak için çalışırlar. Atatürk’ün izinden yürürler. Millî birlik ve beraberlikten ayrılmazlar.

Âşık Veysel, bazı mısralarında sanki bugünkü Türk dünyasına sesleniyor. Adımıza “Azerî”, “Kazak”, “Kırgız”, “Özbek”, “Tatar”, “Türkmen”, “Başkurt”, “Gagavuz”, “Uygur”, “Hakas”, “Çuvaş”, “Yakut”, “Tuva”, “Karakalpak” denilse de soyadımız Türk’tür. Türk adı atalarımızdan bize mirastır. Türk soyundan gelen Türk boyları Türk milletini oluştururlar. Irkı, nesli, kanı bir olan Türklerin yoldaşı da Türk’tür. Türk Ata’nın soyundan gelen Türk boyları sen-ben kavgasına düşmemeli, her türlü belâya karşı birlik ve beraberlik içinde karşı koymalıdır. Türk’üz diyen soydaşlar hep memnun kalacak ve her zaman bahtiyar olacaktır. Şu mısraları okurken bu düşünceler zihnimizde canlanıverir:

“Türk adı babamdan bana mirastır / Daha bundan başka adı neyleyim”, “Türk oğluyum, Türk’tür soyum”, “Türk’üz, Türkler yoldaşımız”, “Biz Türklerin ikilik yok aslında”, “Sen Allah’tan birlik dile / İkilikten gelir belâ”, “Irkımız neslimiz aynı bir kandan” “Türklerdir bizim atamız”, “Hep memnun kalacak biz Türk’üz diyen”, “Her zaman milletim bahtiyar olsun”…

“Türk” sözünü “Türkiye Türkleri” yanında “Dünya Türkleri” için de kullandığı bazı mısralarından anlaşılan Âşık Veysel’in şiirlerinde, Türk kültür dünyasının hâkim olduğu geniş bir coğrafyanın izlerini görmek de mümkündür: Suriye, Yemen, İran, Özbekistan, Kıbrıs.

Son şiirinde bile milleti, bayrağı ve yurdunu düşünen ve “Yaşasın milletim, bayrağım, yurdum / Dilerim Allah’tan sonuna kadar” (Şatıroğlu 1971: 54) diyen Veysel, Türklük sevgisiyle dolu bir ozandır. Hiç şüphemiz yoktur ki, Veysel bugün hayatta olsa, bağımsızlıklarını ilan eden Türk cumhuriyetlerinin şahlanışlarını destanlaştırır, sazı ile abideleştirirdi.

Bize düzen görev; çalışmak, çok çalışmaktır. Türk dünyasının birlik ve beraberliği için çalışmak… Veysel de öyle diyor: “Asil Türk Milleti çalışır Veysel!” (Şatıroğlu 1971: 215).

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum