Sanatta İdeoloji - Ayvaz GÖKDEMİR

Sanatta İdeoloji - Ayvaz GÖKDEMİR
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 19 Nisan 2020 - 20:57

Sanatta İdeoloji - Ayvaz GÖKDEMİR

Son zamanlarda, bir hükmün bizim tarafta çok tekrarlandığını görüyorum : «Sanat ideolojiye feda edilmemeli, ideoloji ile sanat birbirine karıştırılmamalı ilh...» Bu, şu eski münâkaşanın yeni bir ifâdesi; yaygın klâsik kalıbı ile: «Sanat, sanat için midir; sanat, cemiyet veya kendi dışında bir gaye için midir?» Dikkati çekecek kesafette, pek değerli milliyetçi kalemler, adetâ «sanat, sanat içindir» diyen bir tercih içinde görünüyorlar. Dost kalemlerden, sanatta gayeliliği, sanatta ideolojiyi veya ideolojinin sanatını küçümser, hattâ tamamen red eder yazılar okuyoruz. Bu konuya tahsis edilmiş müstakil yazılar dışında, söz arasında yeri geldikçe, aynı kanaati bir bedahat hükmü gibi ifâde ve imâ edenler de çok.

Burada anahtar kelime, şu kaypak ideoloji kelimesi. Elbette ona vereceğimiz mânâya, tâyin edeceğimiz muhtevaya çok şey bağlı. Sözü dağıtmamak, asıl mevzuun dışına taşırmamak için şimdi «İdeoloji nedir?» suâlinin peşine düşmek istemiyorum. Şahsen ideoloji derken, en umûmi mânâda, bir dünyâ görüşü; insana, kâinata, hâdiselere bakışta nihâi bir üstün gayeye bağlı rabıtalı, insicamlı görüşler, ölçüler bütünü demek istediğimi belirtmekle yetinmek istiyorum.

Dostlarımızın hüküm ve kanaatlerini teyid için seçtikleri misâller hep sol'dan. Marksist yazarların her türden eserleri alınıyor ve bu eserlerde dini, milli, beşeri değerlere nasıl kıyıldığı,nasıl propaganda yapıldığı itiraz edilemez delillerle gösteriliyor. Bunların bir çoğu da hâlis sanat ölçüleriyle hiç bir değer ifâde etmeyen şeyler. Düpedüz propaganda yazıları, manzumeleri veya broşürleri. Bu kötü misâller emsal tutularak, işte ideoloji sanatı böyle yapar, işte ideolojik sanat bu, neticesine varılıyor. ! Tesbitlere, teşhislere, mücâdele ve ikaz için teşhirlere bir diyeceğim yok. Bir Türk gözüyle bunları beğenmek, faydalı bulmak da imkânsız. Çünkü iddia ve tahmin edilebilir ki bunların bir çoğu da KGB'nin yönlendirdiği beşinci kol ve içten çökertme faaliyetlerinin bir parçasıdır.

Yalnız, bu misâllerden hareketle varılan netice ve hüküm üzerinde biraz durmak lâzım. İdeolojik sanat kötü ve faydasızdır, hükmünü verirken bu eserlere bir de sahiplerinin gözüyle bakmalı. O takdirde, sanat değerleri bir yana, marksizm açısından pek de faydasız olmadıkları görülecektir. Şüphesiz, bir seviye ayıklaması yapmak şartıyle, ideolojilerine duyduğumuz öfkeyi bir tarafa bırakabilirsek, bir kısmının muhakkak surette milli bakımdan zararlı, ama oldukça tesirli ve başarılı eserler olduğunu da göreceğiz. Hattâ asıl zararlı olanlar, zayıf eserlerden ziyâde böyleleridir. Sol'un 50-60 yılın Nâzım Hikmet'- ini bir türlü piyasadan kaldırmayışının sebebi de bu. Nazım Hikmet, gerçekten şâir. Onun hem sanatından,hem şöhretinden sonuna kadar istifâde etmek istiyorlar. Kendileri bakımından isabetsiz bir tutum sayılmaz.

Ben sanatçı değilim. Güzel sanatların hiçbir dalında behrem yoktur. ! Ancak kendi ölçümde bir sanatseverim. İlgilendiğim, az çok zevk alabildiğim sanat dalları var, ama mesleğim icâbı, sanat meselesini edebiyat çerçevesinde konuşmayı uygun bulurum.

Şimdi şunu söylemek istiyorum: «Sanat, ille de şöyle olacak veya olmalı. Şöyle olursa sanattır, böyle olursa değildir.» tarzındaki hükümlere iştirak etmem. Sanat, şöyle olamaz da demem. Görebildiğim kadarıyla edebiyat tarihindeki örnekler, sanatın hiç bir tahdid kabul etmediğini gösteriyor. Gayelisi de yar, gayesizi de. Cemiyet için olanı da var, ferd için olanı da. Ferdî gönül sızılarını, ruh burkuntu ve çalkantılarını söyleyen de var, cemiyet dert ve dâvalarını dile getiren de. Romantiği var, klâsiği var, ihtilâlcisi var, tekâmülcüsü var. Her türlüsü var. Değişmez esas şu: Sanatın gayesi, prensibi, muhtevası ne olursa olsun, sanatın ölçüsü sanattır. Sanat eseri olmak iddiasıyle ortaya çıkan şey, önce estetik bir değer kazanmış olmak zorunda. Neye hizmet etmek isterse istesin, ne telkin ve tebliğ ederse etsin, sanat eseri, önce kendi türünün estetik ölçülerine uymalı, muayyen bir seviye tutturarak GÜZEL olmalı. Güzel olmayan, güzellik kaygısı taşımayan, estetik değer ifâde etmeyen şeye, başka kıstaslarla ne değer biçilirse biçilsin, sanat eseri değildir, başka bir şeydir. Maksat meram ifâde etmenin, duygu düşünce söylemenin tek yolu elbette sanat değildir. Her seviyeden her insan, her ân bir şeyler ifâde eder. Sanat eserlerinde de bunlar vardır. İki ifade arasındaki fark, alelâdelikle güzellik arasındaki farktır. Bu elde bir. Şimdi bundan berisini konuşalım.

İstiklâl Marşı şiir mi .değil mi? Didaktik parçalar dışında, Leylâ, Çanakkale Şehitleri, Bülbül ve benzeri örneklere bakarak Akif'de şiir var mı, yok mu? Bence var. Hattâ Kocakarı ile Ömer hikâyesi, sadece hikâye değil, aynı zamanda şiirdir. Hikâye olarak da, şiir olarak da başarılıdır, sanat eseridir. Didaktik, sanat eseri sayılmayacak manzume ve yazılan ile bunlar arasında da bir prensip ve ideoloji farkı yok. Aynı Akif, aynı ideoloji. Ancak, birinde sanat ağırlığı var; öbüründe sâdece fikir adamı ve ıslahatçı, belki vaiz ve nasîhatçi. Sanat eseri olanlarda bir şey feda edilmiş değil; iki şey birleşmiş: sanat ve ideoloji. Hiç de fena olmamış.

Necip Fâzıl'n şiirlerinde —en tanınmışlarını zikredelim—Sakarya Türküsü'nde, Zindandan Mehmed'e Mektup'da sanat mı yok, ideoloji mi? Hangisi hangisine feda edilmiş? Bence, bir ender kaabiliyet, «pek yüce ve mukaddes» bir dâva ile birleşmiş. Yahya Kemâl, pür sanatın peşinde görünür, öyle bir intiba verir. Acaba Y. Kemâl, gayesi ve dünya görüşü olan, sanatında bir dünya görüşünü aksettiren şâirlerden değil mi? Der demez akla gelmez ama, acaba bir vatan ve milliyet şâiri değil mi? Süleymâniye'de Bayram Sabahı'nın, Kocamustâpaşa'nın, Bir Tepeden ve diğer fatanbul şiirlerinin bir ideolojisi yok mu?

Daha eskilere gidelim. Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Kaygusuz Abdal, ideolojiden mi mahrumlar, sanatdan mı? Pir Sultan Abdal'a bakınız; fikren, aklen, târihen beğenip beğenmemek ayrı, ama sanat gücünü, güzelliğini inkâra mecal var mı? Şu âsî Türkmen'in, Dadaloğlu'nun kılıç gibi mısrasına bakınız: «Ferman pâdişâhın, dağlar bizimdir.» diyor. Düpedüz isyan sözü bu, isterseniz eşkıya lâfı, ama kalbi ortasından yarıp içine giriyor, şiirin ta kendisi. Ferdi duyguların da şiiri, romanı, hikâyesi, sanatı olur, kabul. Hiçbir dinî, siyâsî, içtimaî gaye ve mesaj taşımayan sanat da olur. Yârin dudağına ince beline, kara gözüne, keman kaşına da, mehtaba da, rikkat uyandıran bir manzaraya da, hasrete de, gurbete efe, yalnızlığa da ... mısralar söylenebilir. Sedef Adası'ndaki kuşların da, Boğaz'daki martıların da hikâyesi yazılabilir. Bunları küçümsemek, beğenmemek, değersiz bulmak, millî saymamak aklımın köşesinden bile geçmez. Hayran olduklarım var ve pek çok. Hıyanetin emrinde olmamak şartıyle, güzel söylenen her Türkçe cümle veya mısrâyı millî bir hizmet sayar ve mukaddes bitirim. Şu var ki bir sınırlamaya gitmek olmaz, bunu söylemeye çalışıyorum.

Belki yanılıyorum ama, soldaki şarlatanlık, sürüyle adamın sanatkâr kıtığında ortalığı bulandırışı, sanat eseri nâmına bir yığın propaganda broşürünün vitrinleri dolduruşu bizi biraz yıldırıyor da bunları red etmek isteği, hoşlanmadığımız ideolojilerine karşı içimizde uyanan tepki, «ideolojjik sanat olmaz, olmamalıdır» hükmüne mi götürüyor, diyorum. İdeolojik sanat da olur azizim. Olmalıdır da. Beğendiğimiz, benimsediğimiz ideolojinin sanatı da olur, düşman ideolojinin de. Bir kimsenin ideolojisi, bizce kötü olabilir, temenni edelim ki sanatı da kötü olsun. Ama iyi ise, hayır, ideolojisi kötü, sanatı da kötü, diyemeyiz. Onu, mukabil iyi ideoloji ve sanatla yıkmanın, karşılamanın, tesirsiz hâle getirmenin çâresine bakmalıyız. Çünkü biz red etsek de düşman, sanatını yaparken bize danışmıyor ki! Beğenmiyorsan sen iyisini yapacaksın, beğendiğini ortaya koyacaksın; başka çâren yok İdeolojinin sanatı olmaz, ideolojik sanat olmaz, ideolojinin emrindeki sanat değildir, demek hiçbir şeyi halletmez. Gerçeği de değiştirmez; çünkü, yapabilen varsa, olur.

Sanat ideolojiye feda edilmişse, yok demektir, orada sanat değil, ideoloji konuşulur. İdeoloji sanata feda edilmişse, o yok demektir orada da ideoloji lâfı edilmez, sâdece sanat konuşulur. İkisi bir arada ve birbiri içinde erimişse, ikisi birden konuşulur.

Bence telâşa, karamsarlığa da lüzum yoktur. Bilhassa vadi edebiyat olunca, her dalda biz daha kuvvetliyiz. Hele şiir, gerçekten de «bir iç kale sanatı.» Millî olmak daha kolay, daha imkânlı. Sâdece Doğuş ve Töre'nîn elinizdeki şon birkaç sayısındaki şiirler bile çok cesaret verici. Doğrusu benim moralim düzeliyor. Gençosmanoğlu, Ali Akbaş, Bahattin Karakoç, Beşir Ayvazoğlu, Yağmur Tunalı ve diğer arkadaşlar ne güzel şiirler yayımladılar. Bunlar, emek vererek, güç ve kaabiliyetlerini ortaya koyarak sanat olsun diye neyi yazsalar, güzel yazabilirler. Sayıyı çoğaltmak, faaliyeti hızlandırmak, kesifleştirmek gerekiyor. Son yıllar, kavga gürültü yıllarıydı. Bomba kurşun yağmuru altında kaldıydık. Bu sebeple biraz kaybımız var, ama telâfi edebiliriz. Destânî bir mücâdeleden geçip gelenler, destanlık çilelere katlananlar Türk milletinin var olmak ve var kalmak azim ve irâdesini temsil eden en haklı ve yegâne haklı bir ideolojinin sahibi olanlar, bunun sanatını niçin yapamasınlar ve hele niçin yapmasınlar? Sanatkâr yetiştirmeye bakmalı. Onları öz kaynaklarla buluşturmalı, beslemeli. Lâyık ve muhtâc oldukları, bekledikler ilgiyi, himayeyi, teşviki esirgememeli. Ve onları kendi hâline bırakmalı; ister ideolojin yapsın ve yazsınlar, ister ideolojisiz.

Şüphe etmeyelim, güzel yaparlarsa, her türlüsü güzel olur. İpekböceğine koza örmeyi, arıya bal yapmayı öğretmeyi düşünüyor muyuz? Sâdece yardımcı oluyoruz değil mi?

(DOĞUŞ Edebiyat Dergisi - 1982)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum