Şair Ömer Erdem'le yeni kitabı üzerine

Bir şair ‘İstanbul bana bir mezar ver’ demişse ötesi yoktur

Şair Ömer Erdem'le yeni kitabı üzerine
15 Mayıs 2019 - 10:13

Ömer Erdem ‘İstanbul’a’ ile kadim şehrin ruhunu mısralarına taşıdı: İstanbul sadece bizim için değil dünya için de bir nazar noktası. Gerçekten güzel ama bu güzelliğin yüksek fikri kayboldu. Betonist yağmacılar İstanbul’un ‘kurucu’ vasfını bilmedikleri için şiirimizin hizasına yaklaşamayacaklar. Şiir böyledir, son sözü söyler.

İNCİ DÖNDAŞ / İSTANBUL

Ömer Erdem, yeni şiir kitabı ‘İstanbul’a’ ile şehrin güzelliğini, sorunlarını, güneşin doğuşunu, havasını her şeyini mısralarına taşıdı. Daha önce ‘Evvel’, ‘Kireç’, ‘Kör’, ‘Pas’ ve ‘Azap’ isimli şiir kitaplarına imza atan Erdem, İstanbul şiirlerini yazarkenki duygularını “Kaybolmuş İstanbul ancak güncelin sızısından geleceğe kök salabilir. Bu bir yaşam teklifidir. Ben, İstanbul’u yazdım çünkü kendimi kurdum” diye açıklıyor. Erdem ile konuştuk...  

Bir şair için İstanbul, şehir olarak nasıl malzemeler veriyor?  

Burada ilkin önemli olan İstanbul’un bir malzeme değil bir duyuş ve ona bağlı yüksek düşünüş kuluçkası olup olmayışıdır. Şehir, sanıldığı kadar aktif bir varlık değildir büyük şiirin karşısında. Şiir, dokunuşu, yorumu, bakışı, baktırışı ve tanımlayışıyla sanki bir malzeme kaynağıymış havasına sokar onu. Şiir, müzik, resim, mimari vb sanat dokunuşu olmadan, toprağın altında yatan bir ham mermer yatağıdır şehir. Pasiftir. Dolayısıyla şehre değil, şiir-şairin yaratıcı hamlesine odaklanmak gerekir. İstanbul vazgeçilmez yaşama/ yaşatma değeridir şiir yönünden. İstanbul’a malzeme yönünden bakmak onun naturasına ters düşer. 

Türk şiirinin her döneminde hemen hemen her şairin İstanbul’la ilgili bir şiiri var. Sizi İstanbul şiirleri yazmaya, bunu kitaplaştırmaya götüren duygu, etki nedir? 

Tek tek şiirler var. Fakat sadece İstanbul olan şiir kitabı, bu bağlamda tam yok. İlhan Berk belki, Galata, Pera, İstanbul kitaplarında bu yola girmiş. Ancak o daha çok izlenimci ve dökümcü konumunda. Benim yazdığım daha varoluşsal. Hesaplaşmaya dayalı. Nostaljik değil. Yaşayan, çok katmanlı ve önermeli, teklifli bir kitap. Personanın ve şiiri kanatan ana gerekçenin tarafı yok. Özgürlüğü bir yerden bağış değil. Kökü ve toprağı tek adrese bağlı değil. İlerlemeci. Neden, çünkü ben, tarihsel bir eşikte durduğumuzu ve adeta yeni bir ‘kuruluş’ ihtiyacı içinde olduğumuzu düşünüyorum. İnsan tekinde, onun yaşar bir özne olarak yarına kılacağı nazarı çok önemsiyorum. Kaybolmuş İstanbul ancak güncelin sızısından geleceğe kök salabilir. Bu bir yaşam teklifidir. Ben, İstanbul’u yazdım çünkü kendimi kurdum. 

19-05/15/d.jpg

Bu şiirler ne kadar sürede ve nasıl yazıldı? ‘İstanbul’a’ kitabının bir öyküsü var mı?  

Bu kitabı aslında çocukluğumdan beri yazıyorum. Son 30 yıldır zihnimin gündeminde. Son 10 yılda ise ete kemiğe büründü. Ömrünüzün bir noktasında, tam da bir nokta olduğunuzu fark edersiniz. O nokta ya nokta nokta bir çizgiye dönüşecek ya da silinip gidecektir. Ben o noktayı resme, sese, bilgiye, bilince, tarihe, arkeoloji ve antropoloji yanında, asıl İstanbul’a yakışan şiire dönüştürmeye çalıştım. Bu halde, her bir kelime bütüne giden nokta değerindedir. Öyküsünü anlatmak ise imkansızdır. Yaratılış öyküleri sonuçta kaosa çıkar. 

Kitabınız kent, ev ve ülkeye dair yazılan şiirlerin yer aldığı üç bölümden oluşuyor. Bunun nedenini açıklar mısınız?  

Mekanı poetik bağlamda düşündüğümüzde ülke en geniş alanı kaplıyor. Sonra kent, sonra ev. Elbette bir belde olan kalpte olup bitiyor bunlar. Ama kalp hayat değil onun özüdür. Biz, evi, kenti ve ülkeyi daha metaforik bağlamda, insan, şiir, dil bağlamında düşünmek zorundayız. Dilimiz ülkemiz, kentimiz insanımız, evimiz ise şiirimizdir. Bunlar birbirlerinden kopamazlar. Koparlarsa bugünkü manzara kaçınılmaz olur. 

19-05/15/d-1557870676.jpg

‘Diğer Şehirlerin Rahatı’ şiirinizde İstanbul’u göklere çıkarmışsınız. Ne kadar da eleştirilerde bulunsanız şiirleriniz genelde şehrin güzelliğini anlatıyor. Şiir sadece güzeli mi anlatır?  

Şehrin güzelliğinden ziyade güzellik isteğine yoğunlaşmalı. Şehir güzeldi demek bir avuntu. Güzel demek tek başına yalan. Ama onu yeniden güzel kılmaya girişmek sorumluluk. İstanbul sadece bizim için değil dünya için de bir nazar noktası. Bizim kim olduğumuz kadar ne olmak istediğimizin düğüm yeri. Kaldı ki İstanbul gerçekten güzeldir ama bu güzelliğin yüksek fikri kaybolmuştur. 

Şiirlerinizde bu şehre yapılanlara sitem de ediyorsunuz. ‘Kimseler Ona Bir Şans Vermiyordu’ şiirinizde şehirdeki garip görüntüleri anlatıp İstanbul’un İstanbul’dan düştüğünü söylüyorsunuz. Bunları dizelerle anlatmanın avantajı ve dezavantajları neler?  

Avantaj, dezavantaj şiirsel ölçüler değildirler. Bana göre şiir göstermeli, duyurmalı, düşündürmeli ve fakat asıl önemlisi ufuk açmalıdır. Ben İstanbul’un ve dolayısıyla ülkenin yalak/yalama zihinler eliyle körleştirilmesine rıza göstermiyorum. Betonist (betona tapıcılar, inanç maskeli materyalistler) elinde nasıl bir maddeye dönüştürüldüğünü, putperest bir ikon halinde nasıl bir sahte inançla şişirildiğini görme uyanıklığını okura emanet bırakıyorum. İstanbul’u yapılmış tarifleri çürüğe çıkarıp kendi çağdaş mayamı çalıyorum. Böylece o asıl benim oluyor.  

‘İstanbul’a Yakarış’ isimli şiirinizi hangi duygularla kaleme aldınız?  

Her bir kelime ve mısranın yıllara dağılıp yayılan etkileri var. Ama bir şair; ‘İstanbul bana bir mezar ver’ mısraını kurmuşsa ötesi yoktur. 

İstanbul şiirleri güzel ama İstanbul hala şiirler kadar güzel mi? 

İstanbul hala güzel değil. İstanbul güzel fakat betonist yağmacılar ve onların gönüllü paydaşları İstanbul’un ‘kurucu’ vasfını bilmedikleri için bizim şiirimizin hizasına da yaklaşamayacaklar. Şiir böyledir, son sözü söyler. Tanım ve kurma ödevini üzerine alır. Ben, İstanbul’u kurdum. 
Kaynak:https://www.karar.com/hayat-haberleri/bir-sair-istanbul-bana-bir-mezar-ver-demisse-otesi-yoktur-1210824

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum