Rümeysa ERTEM : NİZAMİ BOŞLUK

"Kız kısmı dediğin oturmaz, kız kısmı dediğin ev işi yapar, kız kısmı az konuşur, kız kısmı, kısım, kız, dediğin, kısım..." Onlara kadın eli tohumdur, dokunduğu yer yeşilliklerle donanır; yeşilliklerse biz insanoğlunun solunum kaynağıdır, hocam, diyemedik; çünkü soluk alamıyorduk...

Rümeysa ERTEM : NİZAMİ BOŞLUK
14 Haziran 2017 - 19:07

NİZAMİ BOŞLUK

Ayın ve yıldızların her zaman ki nadanlığı ile el ele tutuşup sırlarını dünyanın gözleri önüne serdiği bir gece vakti sessizliğinde, kedilerin pencere önü uğultusuna kulak verdiği için sinirle dönüp duruyordu yatağında. İçinde bir hareketlilik hissediyordu, kalkıp bir şeyler yapma isteği gibi ama değil gibi de. Sanki bir isyan çağrısı yankılanıyordu içini kemiren seslerin hışırtısında. Gün içerisinde kulağına dokundurulan o sesler içine doğru akmıştı ve rahatsız edici bir hareketlilikle uyumasına izin vermiyordu.

"Kız kısmı dediğin oturmaz, kız kısmı dediğin ev işi yapar, kız kısmı az konuşur, kız kısmı, kısım, kız, dediğin, kısım..."

Sus yeter dedi, kendisine yahut karanlığın doldurduğu boşluğa. Oturup şunları yazsa bir bir, hani "düşündük, şiir yazarsak temizlenir ülkemiz." mısraına boyun eğip de yazsa; kendisine yöneltilen "yine mi bu mesele?", "abarttınız ha!", "dünyanın kanunu bu" cümleleri karşısında yine susacaktı. Yazmasa, kedi uğultularına kulak verip tüm masum kediler için nefret cümleleri kuracaktı. Yazsa, en azından fikirlerini sunabilecekti dünyanın kanunlarına. Yazmasa, birilerinin sınırlandırdığı dünyasında asla "kendi" olamayacaktı.

Bunaltıcı geliyordu artık insanların "kız kısmı"ları, "kadın dediğin"leri, "kadının kariyeri", "kadının mahremi", "kadının tesettürü" "kadının şu'yu bu'yu"ları; kadın, kadın, kadın... Kadın, dediğin için de "şak! Avniiiiiii iğne getir oğlum şu mor kurdeleyi takayım bacımıza, bu da feminist tayfasından." Oysaki hiç bir -izm, kendini sıkıştırılmış hissetmesine çare değildi, onun için. Evet, sıkıştırılmış hissediyordu kendini, sağ ve sol taraftan hızla gelen iki trenin arasında önce omuzları burkuluyordu, kolları öne doğru kalkıyor ve sıkıştıkça kürek kemiklerinden baldırlarına kadar kırılma sesleri duyuyordu. Ne modern çağın yükünü kaldırabiliyordu artık, ne eski çağın geleneklerini. "Bir bırakın bizi bize, çiçekler ekelim dünyanın dört bir yanına; bırakın bizler karar verelim oturup oturmayacağımıza, çalışıp çalışmayacağımıza. Artık bir isyandan çıktı bu söylemlerimiz, bir yalvarışa döndü... İçimizde dağ olup büyüyor ve biz boğuluyoruz, siz bırakın biz ilgilenmek istiyoruz kadınlığımızla, kariyerimizle, tesettürümüzle, şuyumuz -buyumuzla.

 Her şeyden evvel, siz anlatın, biz anlatalım: Doğruluk ne? Adalet ne? Hak yemek ne? Savaş mıdır güzeli barış mı, anlatın. Selamı anlatalım hep birlikte, selamsızlık ve sevgisizliğin hiçliğini... Sevgiyi yayalım ve asıl aşkı öğretelim birbirimize, yaratıcının fıtratlarımıza yerleştirdiği aramızdaki o çözülemez uyumun ve dengenin ruhundan bahsedelim. Kanımızda dolaşsın yağmur damlalarının dansı ve bizler birbirimize giydirdiğimiz yaftalardan arınalım... Erkekler ağlamaz da ne demek? Ağlayan bir erkek gördüğümüzde bunu söylemek yerine ona omzumuzu sunalım. Kusun midenizden, her bir zerrenizden çıkarın 'kadınlar iş hayatına girdiğinden beri boşanmalar çoğaldı' tezini. Ev hanımlarının evi, bin bir sorumlulukların üstlenildiği bir kurumken ne ona çalışmayan diyebilirsiniz, ne de ev haricinde bir sorumluluk üstlenenlere bunu diyebilirsiniz. Nasıl mutlu hissedecekseniz kendinizi, deyin; çünkü mutluluğa, sevgiye ihtiyacımız var artık, deyin; sizleri eleştirmekten artık biz de usandık, deyin, lütfen..." diye geçirdi içinden, kedi seslerinin ve karanlığın harmanı ile dövüşerek.

Kalktı, eşini uyandırmamaya dikkat ederek doğruldu. Günün ağarmasını izledi büyük bir dinginlikle. Belki de kendini dinlemeye çalışıyordu. Soluk almaya ceht gösteriyordu fakat yapamıyordu. Hemen gitti ve bir kalem aldı eline, iki üç yaprak kağıt. Koyuldu yazmaya...

"Allah'ın koruduğu, birer emanet olarak gönderdiği, onun karnında insanlığı şekillendirdiği ve onlara karşı cinsinde bulunandan farklı bir irade vermediği; iki iradenin de aynı güçten meydana geldiği bir oluşumda, "ille de kız kısmı, kadın dediğin, kadının şu'su!" diyen kulları olmak neyin göstergesi ve çabasıdır? Öyle ki, Uhud'da erkeklerle omuz omuza İslam için, cihat için çatışan; yaralıları onca yol boyu Medine'ye taşıyan, tedavilerini yapan Müslüman kadınlarımız için kim bu yaftaları kullanıyordu? Hz. Hatice'nin otoriter yapısıyla şehrin ileri gelen tacirlerinden olması, Peygamberimizin eleştirdiği, onur kırıcı söz söylediği bir mesele değil iken, kadını kendi fikrî yaklaşım ve gelenekleriyle şekillendiren ümmet olmamızı, söyleyin, mantık çerçevesinde mi vicdan çerçevesinde mi ele almalıyız?"

Tekrar soluk almaya çalıştı. Biriktirdiklerini yaydıkça göğüs kafesinde boşluklar açılıyordu ve az-çok soluk aldığını hissediyordu. Devam etmesi gerektiğini düşündü. Bir anısını, unutmak için yazmayı istedi.

"Üniversite sıralarında, hayatın, içinden çıkılamaz kurallarıyla henüz yüzleşen öğrencilere, " erkek mutfağa girmez, öyle şey olmaz" söylevinde bulunan bir hocanın, sırtında yüksekçe yer edinmiş kitapların yalnızca bir yük olarak sırtında kaldığını veyahut zihninin sonsuzluğuna onları aktaramadığını nasıl görmezsiniz? Çok kitap okumalı, tezinin çürütülmesine bu gibi söylevleriyle destek çıkan kişilerin 'Dr.-Doç.-Prof." olarak anıldığı çağda, dişil de eril de bir sınırlandırma ve sıkıştırılma içerisindedir bunu hissetmez misiniz?

Bugün bir zâtın, 'Allah erkeğe kadını dövme yetkisi vermiştir, deşarj olmak için vurdurtturuyor Allah' fetvası, sınıf ayrımı olmayan barışçıl din İslam'da, birbirimizi ayrıştırdığı ve de bunu yaratıcıya atfettiği için, Allah'a, kadına ve erkeğe hakarettir. "Kadın kocasından izinsiz dışarı çıktığında erkeği onu dövebilir" fetvası, biz kadınların uzun çitlerle çevrili alana kilitlenmiş bir hayvanat bahçesinde yaşamadığımızın bilincinde olmayan kimseler tarafından söylenmiş olmalıdır ki, Allah'ın "Ey müminler!" hitabının içinde her iki varlığa birden seslenildiği de göz ardı edilerek, din adı altında sunulmuştur, görmeli artık!"

Uykusuzdu, uyuyamayınca sol bacağında bir ağrı hissediyordu genellikle. Bugünse o ağrı acıtmadı onun canını. Yazdıkça rahatlıyordu. Uykusuzluğun etkileri gözleri ile savaş halindeydi ama yılmadı. Nefes almak için, yazacaktı.

"Sıkılıyorsunuz bu konulardan artık... İnanın, inanın bizler de öyle! Değil ilkokul-lise, üniversite sıralarındaki kızlara dahi "neden okuyorsunuz ki, zaten kocanız size bakacak, bununla yükümlü" sözleriyle ders veren hocaları dinlemekten, yemin olsun bizler de bunaldık. Onlara kadın eli tohumdur, dokunduğu yer yeşilliklerle donanır; yeşilliklerse biz insanoğlunun solunum kaynağıdır, hocam, diyemedik; çünkü soluk alamıyorduk... Çünkü nefesimiz sizlerin aldığı nefesten daha fazla olamazdı, hatta sizlerin nefesine kadar bile ulaşmamalıydı, böyle öğretildik, kız kısmıydık... Siz bizlere ne kadar soluk verirseniz onunla yetinecektik, kadındık... Akşam üzerileri dışarılarda görünmeyecek; evde kararlar erkeğindir, cümlesiyle yaşayacaktık.

Bunlar artık sitem değil, yakarış... Üstelik ne erkeğe yakarış, ne kadına; boşluğa yalnızca... Çünkü her iki tarafa da böyle yaşanması gerekildiğini duyuran bir boşluk var. Ve de kimsenin bu boşluğu doldurmadığı bir düzen. İlahi düzeni tahrife uğratmaya çalışan beşeri bir düzen bu, hatta bu boşluk, nizami boşluk."

Ve sabahı etmişti. Saate baktı. Yaklaşık bir saat sonra eşi uyanıp işe gidecekti, çocuklar da okula uğurlanacaktı. Tekrar kalkıp pencere önüne ilerledi. Ne uğuldayan kedileri duyuyordu, ne içinde yankılananları. Bu defa yalnızca nefesine kulak vermişti. Doruklarının tüm dokularında hissetti nefesini, içine çekti... Sonra geri döndü.

"Bir boşluk ki, sevgisizliğin sularında yüzüyor ve yamaçlarına bizi çarpıyor. Oysaki gelin, sevmeyi sevelim artık... Onu ellerimizin her zerresi ile okşayalım. Aramızdaki tüm yaftalanmış duvarları yıkmak için, sevgiden güç alalım... Lütfen, sevgiyi yaşatalım..." diye ekledi son olarak.

Sonra, televizyonun sağ yanına yerleştirilmiş olan çekmecede çakmak aramaya koyuldu, sessizce, ev ahalisini uyandırmamaya çalışarak... Çakmağı aldı, içini döktüğü kâğıtları aldı; umutlarını, düşüncelerini, geceyi ve sabahı, pencere önünü, kedileri ve uğultuları, uykusuzluklarını ve ağrılarını ve son olarak da kadınlığını aldı. Usulca yaktı her birini. Ateşin coşkuyla gerçekleştirdiği ahengi seyrederken, " kadınsın sen, dedi, kadınlığını bileceksin!". Bu cümleyi kurduktan sonra, evvelki gece, tartıştığı eşinin bağırışlarına karşılık tepki verdiği için kendini af ettirmesi gerektiğini düşündü. Kadınlığının tüm hünerlerini sergileyeceği bir kahvaltı sofrasıyla, kocasının gözünde "kadın dediğin"in iyi sıfatlarıyla donanacağına inanarak, çay suyunu koydu. Bir anda, gece boyu boşalttığı göğüs kafesi, eski doluluğu ile nefesini kesti...

Rümeysa ERTEM 05/06/2017

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum