RÜMEYSA ERTEM: KÜÇÜK ADAM

Babasının şehit cenazesine giden çocuğa kim kurban olmazdı, ağlarken ki iç çekişinde kim orada, o an ölmeyi düşünmezdi? Elbette olunurdu, düşünülürdü... Fakat şuan tüm zerrelerimizi, bedenimizi, tüm varlığımızı "elimden bir şey gelmiyor" deyimi kaplıyor. Çünkü elimizden gerçekten bir şey gelmiyor...

RÜMEYSA ERTEM: KÜÇÜK ADAM
05 Şubat 2016 - 23:39

KÜÇÜK ADAM

Gece, elleriyle tutmuş;  pilesiz, düz kayan eteklerinden ve mehtap var içinde, ışıldayan... Kara manzaranın ak ışıltısını selamlıyorum elimle, diğer elimde kalem... Ev sıcak, ben hep dağınığım. Uyumaktan öte yazmayı tercih etmişim bu gece, ne güzel...

Kaç zamandır hissettiklerimden öte yaşadıklarımı yazar oldum. Nedendir bilmem, yaşadıklarımı yazmayı sever oldum. Bir an için kuş olmak istedim, ya da bir sincap, belki de bir kauçuk. Yazmak için, onları yaşamak istedim. Bir tavşanın avcılarla karşılaştığı mücadelesini anlatmak isterdim ilk ağızdan. Veya okyanustaki küçük bir balığın kendinden büyük olanlardan kaçışındaki heyecanı... Bir çiçeğin koparılış hikâyesindeki acıyı anlatmak ya da... Öyle ki ben ne bir balıktım, ne bir kauçuk, ne de bir başkası. İnsandım ben, yaptıklarım ve hissettiklerimle bir mayalanmıştım. Gördüklerim ve yaşadıklarımla ise göçecektim. Hissedilenler bir herkesle, yaşantıları dökecektim bugün önüme...

Bir arkadaşım var, bunları yazdığımdan habersiz. Doğduğum, büyüdüğüm şehre kısa bir veda edeceğim gündü, oturuyorduk parkta. Çikolata aşığı iki genç, bir yandan muhabbet ediyorduk, bir yandan elimizde ki çikolataları iştahla yiyorduk. Genelde her yan yana gelişimizde tekrarlardık bunu. Çocuk gibi hissederim kendimi her çikolata yiyişimde. Onu yerken, pamuk şekerini çok seven bir çocuğun, onu bulduğunda ki sevincini yaşardım içimde. Ve ben yine o sevinçteydim o gün. Evvela oturuyorduk ve çikolatalarımızı yiyorduk o his ile...

Bir çocuk geldi yanımıza. Çok da küçük değil ama biz o yaşa yine de "çocuk" diyoruz. Gülmeyi, oynamayı, çikolata ya da pamuk şeker yemeyi, bisiklete binmeyi, eğlenmeyi her çocuk gibi sevenlerinden bir çocuktu. Dedi "abla mendil alır mısın?" Filmlerde hissettim kendimi desem yalan olmaz. O gün çikolatamızı arkadaşım almıştı bende de yola çıkacağım için son kalan az miktar vardı. Yani ikimizde de tam anlamıyla var denilemezdi. Garip değil, öğrenciliğin gerektirdiği şeyleri yaşıyorduk bizde, her öğrenci gibi, kıt kanaat. Çıkarıp poşetten, uzattım "çikolatamız var alır mısın?" Paranın az kaldığını bildiğimden, çok düşünmemiştim ne cevap vereyim diye. Çikolataya baktı  "Paranız yok mu?" diye sordu. Nedense onunla cevap niyetli sorularla konuşmuş olduk hep. Ama bunu cevaplamama fırsat vermedi esmer, hafif toplu, kısa çocuk ve "o zaman sen bana çikolata verdin bende sana mendil vereyim abla" dedi bıraktı bankın üzerine, aldı çikolatayı. Dur, yapma, etme, karşılık beklemedim senden diye söylensem de dinlemedi yürekli çocuk. Çikolatayı açarken uzaktaydı biraz, selamladı, güldüm ve iştahla yiyişini seyrettim gözümden kaybolana kadar. Biliyordum, her çocuk çikolatayı severdi. Ve çikolatayı seven her çocuk büyüdüğünde, kendini yine çocuk hissederdi...

Ne zamandır düşer oldu bu ufaklık aklıma. Uykumda, uyandığımda... Çok farklı bir durum değildi bu, etrafımız zaten dört bir yanda dilenen küçük çocuklarla doluydu. Beni bu kadar düşündüren, "sen bana çikolata verdin, bende sana mendil vereyimdi”. Biliyorum, o çocuk büyüdüğünde vefa nedir bilirdi. Biri sevgiyle yaklaştığında, o daha fazla sevgiyle yaklaşırdı. İhtiyacı olanlara yardım etmeyi de bilirdi, ona yardım edenlere karşılık vermeyi de. Küçük yaşta parklarda olmak yerine, kalabalıkların arasına karışıp bir şeyler çabalamayı öğrenmek, belli ki çok şey katmıştı ona. Bu demekti ki, devran bazı hayatlarda da böyle dönüyordu. Hayatla mücadeleye kalkıştığın gün, yaş önemli değildi, sen yine de büyümüş oluyordun...

Aslında biraz şişmandı, ne kıyafeti çok eskiydi ne ayakkabısı. Ya ailesi zorluyordu onu bu işi yapmaya, ya da ailesi çocuklarına her imkânı sunamadığından kendi çabasıyla uğraşıyordu, bilmiyorum. Öyle çok isterdim ki, dünyadaki tüm ülkeler savaş halinde bile olsa; çocukların haberi dahi olmamasını. İsterdim, bir toplumda herkes açsa bile çocukların karnının tok durmasını. Herkes çalışmaya muhtaçsa da, çocukların eğlenmeye doymasını; tüm herkes yaralıysa da çocukların sağlam kalmasını, öyle isterdim ki... Ve her çocuğun, "çocukluk" kavramını tüm doygunluğuyla yaşamasını kim istemezdi?

Babasının şehit cenazesine giden çocuğa kim kurban olmazdı, ağlarken ki iç çekişinde kim orada, o an ölmeyi adüşünmezdi? Elbette olunurdu, düşünülürdü... Fakat şuan tüm zerrelerimizi, bedenimizi, tüm varlığımızı "elimden bir şey gelmiyor" deyimi kaplıyor. Çünkü elimizden gerçekten bir şey gelmiyor... Başkası için, hatta yanımdaki arkadaşım için, bu durum ne anlam ifade eder bilmiyorum. İsmini bilmediğim o ufaklığın yaptığı, benim için büyük bir incelikti. Mendilin paketini dahi açmadım, nedenini de bilmiyorum. Belki bir gün çikolata yiyen bir çocuk görürüm, ağzını silmesi için ona uzatırım. Belki de hiç ellemem durur bir kenarda. Bir gün yine karşılaşsak, ona istediği kadar çikolata alırdım. Kendimi bir nebze rahatlamış hissederdim o gün. Fakat şimdilik, o görmese bile, ona söyleyeceğim şeyler vardı... Belki bir gün, diyerek, belki bir gün görür umuduyla; görüşürüz umuduyla...

Elimden bir şey gelmezdi...

Ben, ona çikolata yemeyi çok gören dünyayı değiştiremezdim, değiştiremedim de.

Ben, onun eline mendil verenleri ya da eline mendil almayı mecbur bırakanları yalnızca Allaha havale etmekle yetinebildim.

Onunla bir an yaşadık, ben yıllar sonra bunu sadece yâd edecek fakat onun ne durumda olduğundan habersiz olacaktım.

O onları satmaya uğraşıp, belki de cebine girecek iki-üç kuruş harçlık için çabalarken; ben yine rahatlık içinde olacaktım.

Şimdi çok düşüyor aklıma, bir gün gelecek ki, belki hatırlayamayacaktım onu.

Ve onun gibi milyonlar vardı, bense hepsini birden kucaklayamayacaktım...

Bu acı durum beynimi kemirdikçe kemiriyor... Onu bir daha görsem, daha sayamayacağım tüm herşey için özür dilerdim. Ve elimden yine, yalnızca özür dilemek gelirdi... Ve onunla çikolata yerdim. Sevinçle... İkimizde çocuk gibi hissederdik birlikte. Yaşının gerektirdiği şeyleri yaşayamayan küçük adamla, çocuk gibi hissederdik...

Gece, karanlık ile aydınlığın karasızlığında... Tıpkı içimin karmaşık halini anımsatıyor bana bu manzara. Ev hâlâ sıcak, ben uykusuz... Ellerin mendiller yerine hep çikolatalarla dolsun ufaklık, diyor ve direnen göz kapaklarımı bırakıyorum aşağıya...

Rümeysa ERTEM 04.02.2016

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları