Reşat ekrem Koçu: Tarihi Sevdiren Yazar

Kitap tarafından yeniden okura sunuldu. Reşat Ekrem’in eserlerinin iki binli yıllardan önceki son baskıları 1960’lı ve 70’li yıllarda yapılmıştı.

Reşat ekrem Koçu: Tarihi Sevdiren Yazar
01 Ağustos 2015 - 21:51

Reşat Ekrem Koçu’nun altı kitabı Doğan Kitap tarafından yeniden yayımlandı: Osmanlı Tarihinin Panoraması, Kösem Sultan, Tarihimizde Kahramanlar, Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmet ve Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri. Reşat Ekrem’in eserlerinin iki binli yıllardan önceki son baskıları 1960’lı ve 70’li yıllarda. İki binli yılların başında tekrar basılmış ve şimdi yeni basımlar elimizde. Bu kadar kısa sürede yapılan baskıların nedeni toplumumuzun çok okuması mı, yoksa kitapları çabuk tüketmesi mi tartışılabilir, ancak tartışılmayacak bir konu Reşat Ekrem’in eserlerinin sürükleyiciliği.

Reşat Ekrem, anlatımına tarih kitaplarında görmeye alışık olduğumuz kuru ve mekanik üslubun aksine, kişisel ve akıcı bir hava katmayı biliyor. Saydığım altı kitabın hemen hepsini bir roman akıcılığında ve heyecanında okuyabilirsiniz. Elbette bunda yazarın zaman zaman tarihle kurguyu bir arada kullanmasının etkisi var. Ancak sadece tarihî kaynaklara bağlı kaldığı ve mümkün mertebe nesnel olmaya çalıştığı zamanlarda bile aynı akıcılık, okuru çeken ve yormayan üslup hâkim.

Kısa osmanlı tarihi
Osmanlı Tarihinin Panoraması adının da işaret ettiği gibi altı yüzyıllık tarihi kısaca özetlemiş. Bu kitabın ilk bölümünde Osmanlı devletindeki padişahlık, şehzadelik, nişancılık, askerlik gibi temel kurumlar anlatılırken, ikinci bölümde daha çok Osman Gazi, Murat Hüdavendigar, Cem Korkut, Murat gibi isimler üzerinde durulmuş. Ancak her iki bölümde de bu yargının dışında kalan konular var. Örneğin birinci bölümde “Menfur Sevr Muahedesi”ni ele alırken, ikinci bölümde “Cellat Mezadı” yani açık artırması, “Eski Donanma Soytarıları” ya da “Bir Onaltıncı Asır Vezirinin Serveti Neydi” gibi konular var. Yazarın her iki bölümde anlattığı konulardan bazıları, örneğin “Esnaf ve Zanaat Ehli Ordu Esnaf Alayları” konusu, son derece detaylı ve kapsamlı, ancak “Bir Deniz Kurdu Hacı Reis”, “İskender Çelebi”, “Taşlıcalı Yahya Bey” gibi bazıları sadece birer değini niteliğinde.
Kösem Sultan, Osmanlı Tarihinin Panoraması’ndan farklı olarak daha çok bir kurgu, bir tarihî roman. Bu kitapta Kösem Sultan ve Osmanlı tarihiyle ilgili tarihsel olaylara yer verilmekle birlikte, okur daha çok yazarın muhayyilesini, düş gücünü görüyor. Kösem Sultan’ın bir Rum kızı olarak küçük bir adada başlayan ve Osmanlı sarayında devam eden hayatı her şeyi bilen, her şeyi gören tanrısal bakış açısıyla anlatılmış. Kösem Sultan’ın belki başka tarihî romanlardan farkı, yazarın tarihî olayları ve metinleri çok iyi bilmesi ve metne dâhil etmesi. Eserde Kösem Sultan’ın ana anlatısının yanında çok sayıda ikincil kişinin kısa ama heyecanlı hikâyeleri var. Yazar bunları şiirlerle, tarihsel ifadelerle desteklemiş: “Aşk nümayişle bağdaşmaz” ya da Reşat Ekrem’in eserlerinde adeta bir leitmotif hâline gelen “Güneşe ya doğ, ya doğayım diyecek kadar güzeldi” cümleleri bunlardan ikisi.

Tarihimizde Kahramanlar bir Osman-lı’da İsimler Sözlüğü gibi tasarlanmış. Herkesçe bilinen kişilerin yanında daha çok tarih kitaplarında ayrıntılı olarak yer verilmeyen adı sanı çok duyulmamış isimler alfabetik olarak verilmiş. Pekâlâ kuru ve sıkıcı olabilecek bir eser ayrıntıların zenginliği ve etimolojik bilgilerle akıcı hale gelmiş. Kasımpaşa, Kocaeli, İmralı gibi yer isimlerinin nereden geldiğini kahramanların kısa biyografilerini okurken öğrenebiliyorsunuz.

Yazarın bir mimari mozaiği dediği Topkapı Sarayı’nı anlatan eser, bir mekân biyografisi. Yazar, bir kamera canlılığında kapıdan başlayarak anlatıyor sarayı. Meğer sadece kapı diye geçip gittiğimiz yer bir kapı değil, başlı başına bir yapıymış. Saraya geçit verdiği için kapı diyormuşuz biz ona. Hatta eskiden üzerinde bir kasır veya bir köşk olduğu da güçlü bir ihtimal. Sarayı adım adım gezerken birden bire odalar, duvarlar, elmaslar, zebercetler, kızlarağaları, enderundakiler, peşkir, anahtar, dülbent ağaları konuşmaya başlıyor ve Topkapı Sarayı beş yüz yıllık Osmanlı tarihi ve üç kıtadaki Osmanlı coğrafyası oluyor. Sarayın hemen her bölümünün ve kişisinin anlatıldığı eserde çok sayıda hikâyeye de yer verilmiş. Yazar, sarayı ziyareti tavsiye sadedinde, “Tarihçesini iyi bilen ve sohbeti tatlı bir rehberle Topkapı Sarayı’nı ve müzesini gezmek, felekten çalınmış bir gün olur.” diyor. Kitabı okurken gerçekten böyle hissediyorsunuz. Altı kitap arasında bana göre okuması en hoş olanı.

Romancı gözüyle fatih
Fatih Sultan Mehmet, Fatih’in babasının ona tahtı hazırlama çalışmalarından ölümüne kadarki olayları, Fatih’in şahsiyetini ve edebi kişiliğini ele almış. Bu eser de tıpkı diğer eserler gibi kişisel bir dille, sürükleyici bir tarzda kaleme alınmış. Yazar okurun elinden tutuyor ve onu, oğlunu üç kez tahta çıkaran II. Murat dönemine götürüyor. Fatih’in doğumunu birkaç kalem darbesiyle anlattıktan sonra “Burada çocuğu, gülüp ağladığı, koşup oynadığı masum âleminde bırakarak hadiselerin peşinde dolaşmak gerekir.” diyerek o dönemin olaylarına geçiyor. Altı eser arasında, tüm nesnel kalma çabalarına rağmen yazarın en çok hissedildiği kitap diyebiliriz. Fatih’i anlatırken başlarda bir coşku, bir sevinç, sonlarda da bir hüzün var. Yazar adeta olaylara ve eşyaya Fatih’in gözünden bakıyor. Padişahın otağını şöyle anlatıyor: “Güzel bir Mayıs günüydü. Çalılar, fundalık ağaçlar kuş sesleriyle ve hava, menekşe ve buhurumeryem kokusuyla doluydu.” Çizdiği Fatih portresinde de tüm nesnelliğine rağmen aynı coşku var: “Yeni padişah, yirmi bir yaşında, tığ gibi bir delikanlıydı; orta boylu, iri kemikli, koç boyunlu, pençeli; teni beyaz, saçları ve gözleri kara, bakışları temiz ve merdane, alnı geniş, ağzı büyük ve dudakları etlice, kırmızıydı. Ve doğan burunluydu. Bu iri kemikli burun, dudağının üstüne bir kartal gagası gibi inmiş, sonsuz bir azmin, iradenin, kudretin, ihtişamın damgası gibiydi. Taze yüzünü, yeni bırakılmış kara bir sakal ve karanfil bıyık süslüyordu.” Tasvirdeki benzetmeler ve sıfatlar dikkat çekici.

Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri adını taşıyan kitap da Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü gibi orijinal eserlere imza atmış yazarın ilginç bir çalışması. Reşat Ekrem İstanbul’daki meyhane hayatını, meyhanelerde kimlerin çalıştığını, insanların sosyal sınıflarına göre hangi meyhanelere gittiklerini,  ne tür mezelerin tüketildiğini, İstanbul’daki meşhur meyhaneleri, içki yasaklarını, meyhaneler hakkında yazılmış eserleri tarihî ve edebi metinlerden, kişisel gözlemlerden hareketle kaleme almış. “Koca İstanbul’da meyhane kalmadı.” nostaljisiyle başlayan eserin bazı bölümleri kurgu olarak da okunabilir. Yazarın Muallim Naci hakkındaki “İçerdi, çok içerdi derler. Ama imanlı bir Müslümandı.” şeklindeki şahitliği ve ilerleyen sayfalarda Evliya Çelebi, Ahmet Rasim, Çaylak Tevfik, Ahmet Mithat Efendi ve Üsküdarlı Vasıf Hoca’nın meyhaneler hakkında yazdıklarından seçtikleri var. Reşat Ekrem köçekler ve çingenelerle ilgili de canlı tasvirler yapmış ve köçekliğin Osmanlı toplumundaki yerini biraz tarihî, biraz kurgusal çerçevede ele almış.

Reşat Ekrem’in altı kitabı akıcı, yormayan, sadece içeriğiyle değil aynı zamanda havasıyla da okuru tarihe götüren üslubu için okunabilir. “Şimdiye kadar balını sen yedin, var arısını da sen teskin et!” gibi az duyulan, “Silaha sarılmak isteyen için sebep bulmak kolaydır:” gibi hakîmane ya da Topkapı Sarayı’nı ziyaret etmenin öneminden bahsederken “İhmal edilecek bir ziyaret değildir.” gibi saltanatlı cümleler, Türkçedeki pek çok kelimenin etimolojisini öğrenmek, yerli ve yabancı kaynaklarda örneğin İstanbul’un fethinin nasıl anlatıldığını görmek ya da herhangi bir öğrenme kaygısı taşımadan sadece hoşça vakit geçirmek için okunabilir bu kitaplar. Doğrusu Selim İleri’nin “görkemli yazar” dediği Reşat Ekrem için bu öneri zayıf oldu. Şöyle diyelim: Birazcık okumakla yazmakla meşgul olanlar Reşat Ekrem’in kapısını mutlaka çalmalı.  

  • Zekeriya Başkal

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum