Reha Çamuroğlu:'Öldüren inanca saygı gösterilmez'

Reha Çamuroğlu, son kitabı "Nazar"da Ortaçağ'da yaşanan cadı avını anlatıyor. Ve bunu devlet eliyle katledilen kadınların hikâyesine ekliyor. İslamiyete göndermeleri nedeniyle de oldukça cesur bulunan kitabının ardından konuştuğumuz Çamuroğlu, cesur açıklamalarını sürdürdü.

Reha Çamuroğlu:'Öldüren inanca saygı gösterilmez'
11 Mart 2013 - 20:04

Bunlardan biri “İnançlara saygı göstermeliyiz”kalıbı. “Bir kadını büyücülük yaptı diye kafasını keserek öldüren, bunu İslamiyete mal eden, bunu İslamiyet olarak sunan bir inancın neresine saygı göstereceğim?” diyor. Çamuroğlu’nun karşı çıktığı kalıplardan biri de “Din adamlarına saygı göstermeliyiz”.

Zulüm gören kadınlara ithaf edilmiş bir kitap; Nazar. Yazar, eski AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun son kitabı. Çamuroğlu kitabında ortaçağda cadı avını anlatırken; kitabın sonundaki “ek söz”de vahşice öldürülen cadıların hikâyesini 21. yüzyılda özellikle Suudi Arabistan gibi ülkelerde “devlet eliyle” katledilen kadınların hikâyesine ekliyor. Nazar’da kurumsallaşmış dinlere ve kapitalizme ciddi eleştiriler yöneltiyor Çamuroğlu. Cadı avcılarının anlayışını “melankoli, düzene isyan ve ayakların baş olmaya çalıştığı bir yer, bunların yayıldığı bir yer görürseniz, artık orada şeytanın kendisini aramaya başlamalısınız” diye özetliyor. Çamuroğlu ile ortaçağdaki cadı avlarından günümüze kadın cinayetleri ve bu cinayetlerin arkasındaki iklimi konuştuk.

- Kitabınız “cesur” bulundu. Herhalde sonundaki “ek söz”de İslamiyete de göndermelerde bulunduğunuz değerlendirmeleriniz nedeniyle, değil mi?

- Birçok yaygın kalıbı fazlaca düşünmeden kullanıyoruz. “İnançlara saygı göstermeliyiz.” Bir kadını büyücülük yaptı diye kafasını keserek öldüren, bunu İslamiyete mal eden, bunu İslamiyet olarak sunan bir inancın neresine saygı göstereceğim? Başka bir kalıp şudur: Din adamlarına saygı göstermeliyiz. Din adamlarına neden doktorlardan, hemşirelerden, askerlerden daha çok saygı duymalıyız? Çok fazla takipçileri, bağlıları var. Pop starın da çok fazla takipçisi, bağlısı var. Genelde dünyadaki gidişata biraz karamsar bakıyorum. Giderek daha fazla cesaretin gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de tuhaf bir Suudi Arabistan sevdası var birilerinde. Hele çok demokrat geçinen bazı kesimlerin Suudi Arabistan ve Katar’ı öve öve bitirememelerini şaşkınlıkla izliyorum.

- Hristiyanlıktaki şeytan kavramıyla Müslümanlıktaki şeytan kavramının anlamının farklı olduğunu, ancak son dönemde “İslam literatüründe cadı avları dünyasının şeytanının hortlatıldığını” söylüyorsunuz. Sivas’ta Aziz Nesin’e “şeytan” denilmişti... Bu da, bu değişimle ilgili görülebilir mi?

- Onun nedeni Şeytan Ayetleri kitabıydı. Salman Rüşdü’nin kitabı başlı başına bir fenomendir. Bir kitaptan korkulmaz, alır, okursun, dalga geçersin, eleştirirsin. Ama bir kitabı totem haline getirmek ya da cahiliye dönemindeki putlardan Lat Manat, Uzza muamelesi yapmak çok tuhaf bir şey. İslamda ilk günah yoktur, affedilmiştir çünkü. Hıristiyanlıkta ilk günah kadının lanetli bir eylemidir, kefaretini hep ödemek zorunda kalır kadın. İlk günahın Hıristiyanlıkta öznesi kadın, bu eylemi şeytanla işbirliği içinde yapar. Şeytan Hıristiyanlıkta adeta ikinci bir tanrı gibidir. İslamiyette ise şeytan, kötülüğün yaratıcısı falan değildir; akılları çelen bir güçtür. Bir tarafta adeta bir kötülük tanrısı vardır, öbür tarafta kovulmuş, düşmüş bir melek vardır. Şeytanla işbirliği yapma görevi tarihin en eski mazlumlarından birine kadına verilmiştir. Cadı avlarındaki cins kırım, daha sonraki Yahudi soykırımı gibi kıyımlara dönük çok ipucu verir.

- Bugün ülkemizde artan kadın cinayetlerinde bu algının etkisi var mıdır?
- Şiddet, kadınlara yönelik şiddet çok arttı. Birincil kaynağı kapitilazmin rakipsiz kalmasına, korkunç rekabet ortamına bağlıyorum. Pazarın, üretimin içine kadınların çekilmesi, ekonomik birer özne olmaya başlamasının zaten yeterince şişkin olan erkek egolarını çok zedelediği kanaatindeyim. Hele bizim erkeklerimizin, kendi kendini geçindirebilen, yeri geldiğinde kafa tutabilen kadınlara tahammül edememelerinin çok anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum. Ama bu eylemlerin cezai karşılıklarını bulduğu kanaatinde değilim. Dinin belli yorumlarının Suudi Arabistan gibi yerlerdeki yorumların kadına baskıyı özel olarak artırmakta birinci rol oynadığı coğrafyaları da bulmak mümkündür.

- Kahramanınız Mathilda “İyi olan bütün tanrılara inanırım ben” diyor. Engizitörün “Satan’ın dinine ne zaman geçtin” sorusuna da” Sizin dininiz beni ve benim gibileri terk ettiğinde” yanıtını veriyor. Ayrıca, “erkekleri savaşa koşan” Tanrının “erkek” olduğunu söylüyor. Müslüman bir kadını kahraman seçseydiniz, örneğin 2011 yılında cadılıkla suçlanıp başı kesilerek öldürülen Amina kahramanınız olsaydı benzer sözleri söyletebilir miydiniz? Bu tür spekülasyonları fazla zorlama mı bulursunuz?
- Hoş spekülasyonlar bunlar. Benim belki de sorulmasını istediğim sorulardır. 1100’lü yılların sonuna doğru Şihabeddin Sühreverdî Şam’da idam edilir. İslam tarihinde işrakilik felsefesinin kurucusu kabul edilir. Kadına bir kutsal yer, “tanrıça” pozisyonu atfeder, idamının bir nedeni de budur. İslam içinde de bu tartışmaların çok yürütülmüş olduğunu, fakat bugün üstüne toprak örtülmeye çalışıldığını, ışık felsefesinin bunlardan biri olduğunu söyleyebilirim.

- Cumhuriyet Kitap ekinde Haydar Akın, “Nazar, Müslüman mahallesi sakinlerini salyangozun varlığından haberdar etme girişimi olarak önemlidir” dedi. “Müslüman mahallesine” kurguyla girmek çok mu zor?
- Dünyada Gilles Kepel’in “Tanrının İntikamı” kitabında öldürüldüğü düşünülen tanrının çok güçlü bir şekilde geri dönüşü konuşuluyor. Dinler kendi içlerinde güçlü evrim, devrim hareketleri doğurmadıkça bunun daha uzun süre devam edeceği kanaatinde değilim. Dinler eğer, kendi içlerinde tartışmayı dondururlarsa, kendi içlerinde tartışmaya, kurguya kapanırlarsa, kendi üzerlerine kapanırlarsa bu canlanmanın çok geçici bir canlanma olacağı kanısındayım. Burada bir tıkanma var. Sanatsal olarak da bir kuraklık var.

- Kadına barışçı, olumlu özellikler yüklüyorsunuz. Bu, biyolojik, ekolojik feminist bir yaklaşım mı?
- Üç tane sürekli mazlumu var insanlık tarihinin. Hayvanlar, çocuklar, kadınlar. Kadının daha iyi olduğu... Bu soruyu sorarak başlamam meseleye. Ama şunu görüyorum; kadın daha hayat dolu, daha şefkatli, daha koruyucu. Erkeklerin dünyayı yönetiyor olması testosteronun dünyayı yönetmesi anlamına geliyor, bu kadar testosteronun çok yıkıcı olduğunu düşünüyorum.

- Fakir kilisenin fakir keşiş-rahibi “Tanrı, önce fakirlere lazım” diyor. Müslümanlık ve kapitalizm ilişkisi sorgulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Genelde Sünni mezheplerin kabul ettiği şöyle bir cümle var. “Ümmetin çoğunluğu yanlışta ittifak etmez”. Şii mezheplerde ise “Yanlışa gitmek istiyorsan çoğunluğu takip et” denir. Ümmetin çoğunluğunun servetin ışıltısına kapılması bence İslamın ruhuna yabancı bir şeydir. Ümmetin çoğunluğu birbirlerine -özellikle de Alevilere- namaz kılıyor musun, oruç tutuyor musun, diye sorarlar. Fakat nedense, zekât veriyor musun, diye sorana rastlamadım. Bir dolar milyarderi Müslüman Türk’ün zekât vermesi durumunda, kaç kişinin maddi durumlarının düzeleceğini düşünmek eğlenceli bir çabadır.

- Ülkemizde iktidarda yer alanlar bu bozulmadan nasibini almadı mı?
- İktidar mutlaka bozar. Mutlak iktidar kesinlikle bozar. Sonuçta şahsi yorumlara, eleştirilere girmek istemiyorum. Ama Türkiye’nin çok daha fazla özgürlüğe; çok, çok, çok daha fazla adalete ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Adalet konusunda muazzam sancılar içindeyiz.

- Siyasete girdiğinize pişman mısınız? Alevi açılımında “kullanıldığınızı” düşünüyor musunuz?
- Pişman değilim. Ama demokratik bir toplum inşa edeceksek, bu toplumu rakiplerimizi tasfiye ederek inşa edemeyiz. AK Parti’de Alevi açılımı meselesini gündeme getirerek önemsiz bir şey yaptığım kanaatinde değilim. Sayın Başbakan’ın 2008 yılında muharrem iftarında yaptığı konuşma, bir yönden 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmaya benzer. Zaman zaman 2005 yılındaki konuşmadan geri gidildiği olmuştur, zaman zaman daha öne çıkıldığı olmuştur. AK Parti’nin 2008’deki o konuşmayı tekrar hatırlayabileceği kanatindeyim. Siyasetçilerden filozof tutarlılığı beklemenin çok doğru olmadığı düşüncesindeyim. Çok virajlı bir yolda ilerliyorlar.

- CHP’li Hüseyin Aygün’ün Meclis’te cemevi önerisine katılıyor musunuz?
- Katılıyorum. Gidip Meclis’te cem yapmak gibi bir özel isteğim olduğundan değil. Fakat eşit haklar ve eşit yurttaşlık meselesinin gereği olarak gördüğüm için katılıyorum. Cemevlerinin resmileşmesi Alevilerin sosyal örgütlülüğünü artıracağı için bazı kesimler bundan büyük endişe duyuyorlar. Bu, Alevilerin siyasetteki ve sosyal hayattaki etkinliğini artıracağı için bundan korkuyorlar.

 

10 Mart 2013


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum