"Osmanlılar insanların gönüllerini de fethettiler" – Cezmi Karasu

"Osmanlılar insanların gönüllerini de fethettiler" – Cezmi Karasu
05 Ekim 2019 - 23:37

“Osmanlılar insanların gönüllerini de fethettiler” – Cezmi Karasu

Söyleşen: Ahmet Urfalı
 
Sayın hocam, Şubat ayı içerisinde Oktay Berber ve Tuğçe M. Sakarya ile birlikte hazırladığınız “Kuruluş Osman Gazi Karacahisar ve Osmanlı’nın Temelleri” adlı eserinizin 3. Baskısı çıktı. Öncelikle tarih ve kültür dünyamıza böyle bir eser kazandırdığınız için sizi ve arkadaşlarınızı kutluyorum. Cezmi Hocam, sohbetimize Karacahisar’dan başlayalım. Karacahisar’ın Türk Tarihi açısından önemi nedir?
 
Karacahisar Osmanlı Beyliğinin ilk başkentidir. Devletin kurulduğu yerdir. Yaygın olarak yanlış bilinen bir durum mevcuttur. İnsanlarımız Osmanlı Beyliğinin Söğüt’te kurulduğuna inanıyorlar. Doğrusu şudur: Devleti kuran Ertuğrul Beyin aşireti 1250’lerde Söğüt’e yerleşmiş; burayı kışlak, Domaniç’i de yaylak olarak kullanmışlardır. 1281 yılında aşiretin başına geçen Osman Beyin ilk zamanlarında da bu durum aynen devam etmiştir. Ancak beylikte devlet kurma yönünde atılan resmi adımların adresi hep Karacahisar olmuştur. Osman Beyin bağımsız han olduğunu ila eden ilk hutbe okundu, ilk vergi (bac) buradaki pazarda konuldu. İlaveten siyasi yönetici olarak Orhan Bey, kadı (aynı zamanda belediye başkanı) olarak Tırsun Fakih ve sübaşı (güvenlik komutanı) olarak Gündüz Bey tayin edildi Osman Gazi tarafından… Bu düzenleme tam bir başkent nizamıdır. Osmangazi kendisinin çoğunlukla ikamet ettiği Yenişehir’de veya kayınpederi Şeyh Edebalı’ya emanet ettiği Bilecik’te böyle bir teşkilatlanmaya gitmedi. O nedenle konuları birbirinden ayırarak şu formülü dile getirebiliriz. Söğüt Ertuğrul Gazi ve bazı yol arkadaşları için türbedardır; ancak devlet Karacahisar’da kurulmuştur.
 
 
Osmanlı Devletinin kuruluş aşamasını daha iyi anlayabilmemiz için 13. Yüzyıldaki siyasal olayları, Anadolu’nun ekonomik durumu ve dini hayatı hakkında bir değerlendirme yapar mısınız?
 
XIII. Yüzyılın ilk yarısı Anadolu’nun gördüğü en parlak dönemlerdendir. Bir yandan sağlam bir şehirleşme diğer yandan bereketli bir kırsal kesim hayatından söz edebiliriz. Bunlara ek olarak İpek Yolunun getirdiği ekonomik kaynaklarla Anadolu adeta pırıl pırıl parlamaktadır. Bu vaziyet hem batıdaki Haçlıların hem de doğudaki Moğolların dikkatlerini üzerine çekmektedir. Nitekim Anadolu Selçuklu ordusunun 1243 yılında Moğol İlhanlı ordusu karşısında aldığı yenilgi Anadolu’nun kaderini değiştiren bir kırılma noktası meydana getirdi. Yüzyılın sonuna kadar artık Anadolu giderek fakirleşen, insanların denizlere paralel dağlara çekilmeye başlamaları ile ıssızlaşan ve kaynakları her geçen yıl daha fazla yağmalanan bir coğrafya haline dönüştü. Aynı dönemde Bizans’ta da merkezi idarede zayıflama görülür. Bu zayıflama şehirleri tekfur adını verdiğimiz yöneticilerin elinde merkezden kopuk özerk yerler haline getirdi. İşte Selçukluların kuzey-batısında yer alan ve Moğol güçler ile zayıflayan Bizans arasındaki konumları Osmanlıların geleceklerini şekillendiren bir husus olmuştur. İbn Haldun’un “Coğrafya Kaderdir” hükmü burada varlığını göstermiştir.
 
 
Selçukluların Uc teşkilatı nedir? Uc teşkilatı içerisinde Osmanlı Beyliğinin durumu hakkında neler söylersiniz?
 
Selçuklular Anadolu çanağı diyebileceğimiz orta Anadolu’nun hakimi idiler. Bu çanağın kenarlarını denizlere paralel uzanan dağlar oluşturuyordu. Karadeniz ve Ege’ye paralel dağların arasındaki kesinti Eskişehir-Bilecik hattı idi. Burada Ertuğrul Gazi ve aşireti yerleşmişti. Uclar ve uc yönetimi Selçuklu Devletinin dışarıya karşı güvenliği bakımından son derecede önemli idi. Bu nedenle güvenilir Türkmen unsurlar uçlara yerleştiriliyordu. Moğol istilasından sonra Sivas, Kayseri, Konya, Aksaray, Niğde gibi merkezdeki bölgelerin ahalisi giderek uçlara doğru çekilmeye ve buralarda kendilerine istikbâl aramaya başladı. Osman Gaziden itibaren Osmanlılara gönüllü olarak katılan Türkmen kafilelerin hareketlerinin temel dinamiği işte bu hareketliliktir. Yukarıda da değindiğimiz üzere iki büyük uc bölgesi arasındaki boğazda yer tutmuş olmaları Osmanlı Beyliğini en stratejik yer haline getiriyordu.
 
Osmanlı Beyliğinin Ertuğrul Gazi ve Osman Bey zamanlarındaki gaza ve fetih siyaseti nasıldı? Hedefleri neydi? Bu hedeflere ulaşmak için nasıl bir strateji izlendi?
   
Son zamanlarda çok tutulan bir televizyon dizisine aldanarak Ertuğrul Gazinin sürekli bir çatışma ortamı içinde olduğu zannedilmesin. Erken dönem Osmanlı kaynaklarında Ertuğrul Gazi hakkında verilen bilgi çok çok azdır (toplasanız birkaç sayfa ancak eder!) o bilgilerde de çatışma pek yoktur. Ertuğrul Gazi etraftaki tekfurlarla iyi geçinmiş ve aşiretinin uc bölgesinde varlığını tehlikeye düşürmeden devam ettirmeye öncelik vermiştir. Osman Gazi ilk birkaç yıldan sonra çevre tekfurlarla çatışmaya başlamıştır. Osman Gazi daima elindeki kaynakları (insan gücü, ekonomik kaynak vb.) en yüksek verimlilikte ve en iyi neticeyi alacak şekilde kullanmıştır. Kaybetme riski olan çatışmalara girmemiştir. Çünkü herhangi bir yenilgi eldeki her şeyin kaybı anlamına gelebilecektir. Şunu hemen belirtelim ki Osman Gazinin elindeki asker gücü binlerle değil ancak onlarla ifade edilebilecek bir miktardadır. Eldeki imkanların İznik ve Bursa gibi şehirlerin fethi için yeterli olmayacağını biliyordu. Buna karşılık aynı yıl içinde hem Bilecik hem de İnegöl’ün fethi olağanüstü bir hadisedir. Zaten o da bu iki büyük fetihten sonra kendi adına hutbe okutma gücü hissetmiştir. Diğer yandan Osman Gazi kendilerine gönüllü olarak katılan Türkmenlerin ihtiyacını karşılamayı da vazife bilmiştir. Bu uğurda çatışmaya girmeden, esir alma yoluna gitmeden ganimet ve yağma seferleri yapmıştır. Özellikle Sakarya nehri ötesindeki Göynük, Mudurnu, Taraklı tarafları bu seferler için önemli hedef bölgeler olmuştur. Osman Gazi ile başlayan Osmanlı genişleme siyasetinin temelinde fethedilen yerlerin hemen diğer bölgelere ekonomik ve sosyal bağlarla entegre edilmesi ve deyim yerindeyse “sindire sindire” hareket tarzı gözlemlenir. İnançlara karşı hoşgörülü yaklaşım ise insanların gönüllü olarak Osmanlılara katılmasını sağlayan bir unsur olmuştur.
 
Osmanlı Beyliğini diğer Anadolu Türk Beyliklerinden üstün kılan güç, şuur, ideal, misyon özellikleri neydi? Osmanlı’nın beylikten devlete geçiş süreci nasıl başladı?
 
Üstün değil farklı özellik diyelim. Yukarıda coğrafya faktörüne ve bunun sağladığı avantaj ve cazibeye değindik. Birkaç noktayı daha buna ekleyelim. Bulundukları şartlar Osman Beyi artık ayakta durmakta zorlanan Bizans üzerine yürümeyi zorunlu kılıyordu. Burada artık enerjisini kaybetmiş şehirler; şehirliler ve köylüler bulunuyordu. Anadolu’daki gibi Türkmen değil de gayrimüslim olan bu ahali Bizans, Sırp, Macar, Bulgar gibi zorba yöneticilerden bıkmış durumdaydı. Kendilerine hoş görü ile bakan, yağma yapmak yerine ekonomik şartlarını ve refahını geliştirmeye gelen Osmanlılar sıcak bir ilgi gördüler. Devleti ayakta tutan gücün insanların refahını sağlamak olduğunu iyi bilen Osmanlılar bu sayede sadece toprakları değil insanları da fetheden bir yol izlediler. Şunu hemen söyleyelim ki Osmanlı Devleti şimdilerde algılandığı gibi bir Ortadoğu devleti değil yönünü batıya çevirmiş esas gücünü batıda Marmara’nın ve Ege’nin ötelerinde arayan ve bulan bir devlet idi. Osmanlılar Mısır’ı kaybedince yıkılmadılar ama Rumeli’yi kaybedince Ortadoğu’yu da elde tutamadan kaybettiler.
 
Karacahisar’ın bugünkü durumu nedir? Kazı çalışmaları ne aşamadadır?
 
Karacahisar bugün askeri bölge içinde bulunmaktadır. Kalenin iç kısmında sürdürülen kazı çalışmalarında işlikler ve garnizon kullanımına uygun mekânlar ortaya çıkarılmaktadır. Kazıları Anadolu Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü yürütmektedir. Merhum tarihçimiz Halil İnalcık’ın gayretleriyle 2000 yılında başlatılan çalışmalar şu anda Prof. Dr. Erol Altınsapan yönetiminde sürdürülmektedir. İlk hutbenin okunduğu ve sivil yerleşimin bulunduğu alan bize göre şu anda tel örgüler içinde yerde bulunmaktadır. Burada Hava Kuvvetleri Komutanlığının izniyle yaptığımız yüzey çalışmalarında sivil yerleşimin izlerine rastladık. Burada ilerde bir kazı yapılabilirse ilk hutbenin okunduğu mekna ulaşabiliriz inancındayız. İki alanın ortasındaki boş alanda ise ilk Osmanlı vergisinin konulduğu Pazar yeri kuruluyordu.
 
Domaniç ve Söğüt’te kuruluş dönemi anısına halkın yoğun katılımıyla her yıl devlet törenleri düzenlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında Karacahisar törenlerinin zayıf kaldığını görmekteyiz. Tarih bilincinin kazanılmasında bu tür etkinliklerin önemi bir gerçektir. Karacahisar-Domaniç-Söğüt etkinlikleri bir bütünlük içinde ele alınabilir mi? Bu konudaki görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
 
Sorunuzun ortasındaki “tarih bilinci” ile cevaplayayım. Tarih bilinci bilgi ve anlama ile oluşur. İtiraf edelim ki söze “Osmanlı Cihan Devleti” diye başlayanlar, “Biz Osmanlı torunuyuz” diyenler de dahil olmak üzere Osmanlıların ruhunu anlamaya çalışmak gibi bir endişemiz yok. Onun yerine hamasi sözler söylemeyi tercih ediyoruz. Sözlerimizin “Osmanlı hakikati” ile ilgisi yok. Mesajı evrensel olan ve yönettiği kırka yakın millete aynı gözle bakan Osmanlı yerine sadece bir Türkmen Beyliği havasında Osmanlı algısı egemen bulunuyor. Öyle olunca da Osmanlı topluluklarını bir araya getirmesi gereken Osmanlı adına düzenlenen törenler bir Yörük-Türkmen toplantısı olmaktan öteye gidemiyor. Bilinç düzeltilirse geri kalan işlerin daha ruhuna ve hakikate uygun şekilde yapılacağına şüphe yoktur.
 
Sayın hocam son olarak size şunu sormak istiyorum: Eğitim sistemimizdeki tarih öğretimini nasıl buluyorsunuz? Çocuk ve gençlerimize Türk tarih şuuru neden, niçin ve nasıl verilmelidir?
 
Son söylediklerinizi kullanarak cevap vereyim. Tarih; geçmiş zaman bilgilerinin niçin ve nasıllarıyla neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirilmesi disiplinidir. Şu anda çocuklarımıza ve gençlerimize sunduğumuz tarih bilgisi bu sorgulama ve değerlendirme mantığından yoksun; olayların bir kronolojik sıra ile ezberletilmesinden ibarettir. Kısaca şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: Okullarımızda tarih öğretilmiyor!!! O nedenle işi neresinden tutarsak elimizde kalıyor. Geçmişini neden-sonuç ilişkisi ile bilmeyen toplumların bugünleri anlama ve geleceklerini sağlam şekilde inşa etme imkânları da yoktur. Tarihimiz bütün yaşanmışlıkları, bütün kişilikleri ile ayrılmaz bir bütün olarak miras terekemizdir. Borçları kabul etmeyelim alacakları sayalım gibi bir miras anlayışı olamaz. Aynı şekilde tarihimizin tüm unsurlarını kendi şartları ve zamanları içinde değerlendireceğiz. Tarihimiz ancak bu durumda işimize yarar dersleri bizimle paylaşır.
 
*Bu röportaj daha öncesinde http://www.istikbalgazetesi.com/ adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum