Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu / Asım'ın Neslinden

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu / Asım'ın Neslinden
06 Mart 2019 - 00:08 - Güncelleme: 21 Ağustos 2020 - 21:22

"Onsekiz, ondokuz,
yirmi, yirmibeş,
Yaşlarımızdır.

Deli rüzgârların estiği dağlar,
Başlarımızdır.

Bamsı Beyrekleriz. Bânû Çiçekler
Düşlerimizdir.

Şölenler eyleriz toylu, düğünlü
Kıvrak omuzları bakır güğümlü,
Sülün göğüsleri sıkı düğümlü
Kırk ince belli kız eşlerimizdir.

Anarız en eski Türk çağlarını
Aşarız her gece Kaf dağlarını
Tanrı Dağları'na konar, döneriz.
Zümrüt-ü Ankalar kuşlarımızdır.

Vakta ki, dil sustu: Namlu konuştu.
Kurşunlara hedef döşlerimizdir.

En yüce doruklar mezarlarımız,
En sivri kayalar taşlarımızdır.

Gayri Kızılırmak, Sakarya, Fırat,
Su değil: kan ve göz yaşlarımızdır.

Fedâ ettik en sevgili, al kınalı koçları
Güneşin tez doğmasını istemekti suçları.

Bıyıkları terlememiş genç irisi şehitler
Neslimizin yedi gökte parıldayan burçları.

Mayaları Oğuz Atam, Dedem Korkut mayası,
Karılmıştır son Peygamber duasıyla harçları.
Düğünlerde, bayramlarda ellerinde elimiz,
Yel estikçe alnımızda, yüzümüzde saçları.

Yeşil ekin, körpe filiz, al tomurcuk güllerle
Yedi rengin koyusundan bezeliydi taçları.

Cepleri boş, hep yarı aç, giysileri yalın kat.
Süleymanca duygularla dopdoluydu içleri.

Gelişleri akıl almaz efsâneler gibiydi,
Destanları kıskandırdı bu dünyadan göçleri

Ruhlarını ihlâs ile devrettiler Allah'a
Kapanırken bizde kaldı gözlerinin uçları.

Şehid, gazi, cümle ecdâd, vatân, bayrak, din, devlet.
Dâvacıdır kıyamette, alınmazsa öçleri.

Koç yiğitler, cins atlara bütün binip gittiler.
Heves dolu, ümit dolu, ülkü dolu hurçları.

Karıştılar Üçler ile Yediler'e, Kırklar'a
Ağıtlarda, destanlarda, romanlarda kaldılar.

Zûl saydılar el bağlayıp gerilerde durmayı
"Onbin" gidip, "bir" dönmeyen tümenlerde kaldılar.

Sineleri gök kurşunla doldurulan yiğitler.
Kanlarıyla tuğralanan fermanlarda kaldılar.

Genç göğüsler "vatan" diye düşerlerken toprağa
Şom ağızlar, hayretlerde, gümanlarda kaldılar.

Can verenler cennet içre kanatlanıp uçtular.
Sağ kalanlar, çakallarla ormanlarda kaldılar.

Devşirilip çer-çöp, saman, hastalıklı tohumlar.
Kalbur üstü nur tâneler harmanlarda kaldılar.

Hergün mazlum bacalardan Arş'a doğru yükselen
Kıvrım kıvrım alevlerde, dumanlarda kaldılar.

Yelkenleri bölük-pörçük, süvârisiz gemiler.
Hiç yolcusu bulunmayan limanlarda kaldılar.

Rûhumuza Mâverâ'dan gizli sesler getiren fırtınalar,
"Gönül" denen ummanlarda kaldılar.

Mürüvvetli zamanlardan gelmişlerdi bu güne,
Yadırganıp yine aynı zamanlarda kaldılar.

Sakarya'nın kan fışkıran toprağından yoğrulup
Unutulmuş pınarlardan doldurulan testiler.

Azgın kuzey yellerinin ateşinde kavrulan
Bağırlardan, dudaklardan susuzluğu kestiler.

Her birinden bölük bölük yumaklanan bulutlar,
Şol Ebabil kuşlarınca kanatlanıp, estiler.

Haykırdılar... Can bölünmez, et tırnaktan ayrılmaz!
Bozkurt olup, çakalları inlerinde bastılar.

En kudurgan namlulardan boşaltılan ölümü
Döşleriyle göğüsleyip, başlarıyla süstüler.

İtildiler, kakıldılar, dövüldüler, öldüler...
Lâkin düşen bayrakları burçlarına astılar.

Yaz yağmuru sağnaklardan Kırk ikindi gürleyip .
Şom ağızlı baykuşların seslerini kıstılar.

Ne dünyalık istediler, ne aferin umdular,
Ne kavgadan vaz geçtiler, ne gücenip küstüler.

Vatan, millet, din ve devlet, alsancaklar hakkına
Dar günlerin erkek arslan sesiydiler... Sustular!"

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu / Asım'ın Neslinden


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum