Naci YENGİN'in Kitaplarında Aşk Teması

İlk insandan günümüze üzerinde en çok konuşulan konuların başında gelen aşk;tutkuyla inanma,bağlanma ve tutkuyla sevme anlamında da kullanılabilen görece bir kavram olarak her dem tazeliğini korumaktadır.

Naci YENGİN'in Kitaplarında Aşk Teması
11 Ekim 2017 - 22:53 - Güncelleme: 13 Kasım 2017 - 10:42

 Mehmet Naci’nin Kitaplarında Aşk Teması   

 

      Ayten Durdu

      Edebiyat Eleştirmeni

      

      İlk insandan günümüze üzerinde en​ çok konuşulan konuların başında gelen aşk;tutkuyla inanma,bağlanma ve tutkuyla sevme anlamında da kullanılabilen görece bir kavram olarak  her dem tazeliğini korumaktadır.

      Her ne kadar aşk temasını Mehmet Naci’nin çalışmaları ekseninde ele almayı çalışıyorsak ta konu ile ilgili ele aldığımız yazarı etkileyen,genelde aşk üzerinde eser veren, düşüncelerini ortaya koyan herkesin etkilendiği   Yunus Emre’den Fuzuli’ye... Mevlana’ya kadar toplumun derinliklerini oluşturanlarla  ele aldığımız yazarın dinamiklerini karşılaştırma yapmadığımızı vurgulamalıyız. Ancak ister istemez satırlarımız bizi ortaklıklara,etkileşimlere de götürecektir.        

      İnsanla ortaya çıkan,insanla büyüyen ve insanla gelişen aşk Ferhad’a dağları deldirmiş,Kerem’i yakıp kül eylemiş,Nesimi’ye derisini yüzdürmüş...deryalara yol eylemiş ve firavuna boyun eğdirmiş yüce bir düşüncenin üç harflik şifreli kelimelerinden oluşmaktadır.

      Aşk,güzel olandan daha güzel alana ulaşabilmenin bir arayışıdır aslında. Kimilerine göre Kaf Dağının ardındaki Zümrüd-ü Anka Kuşu,kimilerine göre    Mutlak Aşk’a         ulaşabilmenin keyfi olmuştur. Sanat olmuş,kültür olmuş,uygarlıkların kuruluşunda harç olmuş...Yunus’un ifadesiyle “Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevmenin” sırrı olmuştur.

      Beşeri olandan ilahi olana ulaşma coşkusu olan aşk  popüler kültürün beşerileştirdiği bayağı kavramlar arasında itilip kakılmış ve özünü yitirmeye başlamıştır. Bu anlamda gerçek aşkın toplumları etkileyen,harç görevi gören ve medeniyetlerin farklılaşmasını sağlayan önemli bir görev ifa ettiğini de belirtmek yerinde olacaktır.

       Aşkın dile getirilişini özetledikten sonra asıl üzerinde durmak istediğimiz Mehmet Naci’nin eserlerinde aşk temasını vermek olacaktır.

      “Satır Arası Aşk”*,  “Postal Ülkesinde Aşk”**çalışmaları üzerinde yatığımız karşılaştırmalı çalışmamızda eserleri genel olarak ele alıp “aşk” kavramı üzerinde yoğunlaşacağız.

      Mehmet Naci Manisa-Salihli-Akören Köyünde doğdu. İlk yazısını  Yeni Düşünce Gazetesinde yayımladı. Manisa Teknik Lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. Kamu ve özel kurumlarda eğitimcilik,idarecilik yaptı. Bir dönem “Yörünge”dergisinde yazar ve muhabir olarak çalıştı. Yeni Şafak, Vakit, Objektif, Yeryüzü,Kardelen,Üsküdar Bülten,Nehir,Kitap Haber, Editör,Okumuş Adam,Zaman...Olay gibi günlük haftalık,aylık basın organlarında deneme,araştırma ve şiirleri yayınlandı. Şamil İslam Ansiklopedisinin yayımlanmasına katkı sağladı.

      Yazarın yayınlanacağı bildirilen kitabı “Türkiye’de Ulus Devletin Dinamikleri”çalışmasıyla birlikte toplam beş eseri yayımlandı.

      Burada ele almaya çalıştığımız Mehmet Naci’nin biyografisinden ziyade iki eserinden yola çıkarak aşk kavramı üzerinde yoğunlaşmak olacaktır.

      “Satır Arası Aşk”istek ve isteksizliğin,karar ve karasızlık ikilemlerinin çatışmasıyla oluşan bir arayışın ürünüdür denilebilir. Bir ihtiyaçla ulaşılmak istenen,inanç ve umutla başlayan bir aşkın aranışı satırlar. Kitabın ilk bölümleri incelendiğinde  insanın kendisini ve duygularını sorgulaması,güvensizlik,kuşku öğelerini görmek mümkündür. Ancak zıtlıkların çatışmasından doğan bir karalılık halinin de ortaya konulduğu satırların yazarın ince ve keskin bir çizgide ilerlediğini ortaya koymaktadır. “Kendimin sonu olacak.” “Çıktık yola, dönüşü olmayacak.”(s.5) gibi satırlarda farklı,popülerize edilen aşktan öte bir aşk arayışının belirtilerini görmek mümkün.

      “Sana nasıl sunacağım içimdeki seni.” “Güneyin sahilsiz,insansız ve sensiz kaldırımlarını bir it edasıyla karışladım.” (s.6) İçerikle bağlantılı olarak anlatıcıdaki üslup başlarda bir monolog şeklindedir. Ancak bu monoloğu içsel bir diyalog takip eder. Üçüncü bir kişinin varlığı varsayılarak kaynağı tek kişiye  dayalı üçlü bir anlatım üslubu dikkat çekicidir.

      Anlatıcı birey “bendeki benle” bir diyalog geliştirir. “Sana nasıl sunayım içimdeki seni.” “İçime girmiş benliğin.”(s.5)

      Görüleceği gibi anlatıcı birey sevgiliye olan özlemini yoğun duygularla dile getirirken bu belirtilen tamamıyla bir aşk ve sevgili portresi çizmez.  Onuncu sayfada özlem ve sevgi duyulan bir kadın göze çarpıyorsa da aslında kullanılan ifadelerin birey ve kadını da aşan özlem ve beklentiler olduğunu gözler önüne sermektedir. “Sadece bana,sadece hayallerime gelen  yabancı,hiçbir ortağı olmayan bakir.” “Sakladığım kimliklerimi bir sana bir de hayallerime verdim.” (s.6)

      Sayfa dokuzdaki duygu halinin anlatıcıda özlem duyulan sevgiliden bağımsız olduğu dikkat çekmektedir. Sevgiliye yakınlaştığında aslında gerçek arayışının bu olmadığını farkına varan anlatıcı hayalinde farklı ölçülerde ve kimliklerde kurguladığı sevginin,aşkın arayışındadır. Sığınıp bütün benliği ile tabi olmak istediği bir sevgili arayışının eseri gibidir satırlar bir baştan ötekine.

      “Rüzgarlar...çekingenlikler alıp götürüyor beni senden.”(s.9) “İşte varsın,yanımdasın,yaşıyorsun. Çılgın bakirem değilsin. Yaşıyorsun. Varlığın yokluk yaratıyor ruhumda.”(s.10)

      Anlatıcının hayal dünyasında ulaşması güç kimlik ve kişilikle yarattığı bir sevgiliden söz etmek mümkündür. Sevgiliden uzak olduğu zaman aşkın en yoğun hallerini  duygularında düşüncelerinde yaşayan anlatıcı bir erkek kimliğindedir. Genel,alışılmış ölçüler dikkate alındığında erkeğin buyurganlıkla eşdeğer olduğunu,ancak kitapta anlatıcı,aşık olan tabi olmayı ister. Her dert ve keder karşında sevgilisine sığınmak. Fırtınadan,dolu ve borandan kaçmak için bir sığınak bir liman gibi sığınacak bir menzil bulmak...Anlatıcının bu anlamda aşka yüklediği erkek misyonu buyurgan değil aksine sığınma iç güdüsüyle hareket eden özelliğe sahiptir. Günlük ilişkilerinde sıradanlaşan aşk anlayışından uzak durma çabası anlatıcıda kendini belirgin bir şekilde hissettirmektedir. Bu ayrımın farkında olan anlatıcı çelişkiler ikliminden epeyce yararlanmış görünmektedir. “Sana aşık olmam mümkün değil. Yapamam bunu. Yapmamalıyım. Farklı tenler aynı bedende yaşamaz.”(s.11)

      Aşıkın aşk seyrine bakıldığında somuttan soyut bir aşk arayışı eğilimi dikkat çekici bir şekilde belirgindir. Bazen aşk anlayışı ve arayışı anlatıcıya yetmez. Öyle ki,hayallerde yaşayan ve büyütülen farklı aşk ve sevdalar da satırları zenginleştirmektedir. “Ulaşılmayacak kadar kimlikler yarattım kendime. Başka mevsimlerde derlediğim çiçekleri toplamak ve onların baharlarında yaşamak belki de.”(s.12)

      Yukarıdaki satırlardan da anlaşılacağı üzere aşk öyle kolay ulaşılacak bir duygu değildir. Aranan ve çok istenen aşk hayallerde yaşayandır. Zira hayallerdeki aşk sınırsızdır. Bireyi ardından sürükleyen bu duygunun insanı yeni dünyalara,yeni kimliklere doğru uçurması için öyle özel çabaya da ihtiyaç duyulmaz çoğu zaman.

      Tarihin hiçbir döneminde belki de aşktan,sevgiden uzakta bir başka dönem yaşamamıştır insanoğlu. Belki de Mehmet Naci’nin üzerinde durduğu ve yüzyıllarca unutturulmaya yüz tutmuş bu tür gerçek aşklara duyduğumuz özlemdir bizi yazara götüren nedenler.

      Elbette ki yazar bir Mevlana,bir Yunus Emre  değildir ancak çok önemli bir dönemde ve çok önemli bir yerde duran kitaplarıyla işlenen temalar bizi yüzyıllar öncesine götürür.

      Bizi biz yapan,bizi bu günlere getiren bize moral,inanç güç veren;bizleri benzerliklerimizden ayıran,farklılaştıran,benzersiz kılan aşk duygusunun gerçekliği değil de nedir?

      Aşk olarak bellediğimiz veya belletilen,aşk olarak inandığımız yaşadığımız hayat veya günümüzün beynelminel popüler aşkı bizlere yeni ufuklar açmıyor. Bizlere gerçek aşka götürmüyor. Mehmet Naci bu yönüyle ayrılıyor  genel kabul görmüş aşkı konu edinen yazarlardan.

      Yazar aşkı aranması gereken yüce bir kuvvet olarak ele alıyor. Aşka belirleyici bir rol veriliyor satırla boyu. Anlatıcıya göre aşk sadece bedensel hazlar alabileceğimiz bir duygu olmamalıdır. Aşk isteği ve arayışı bir amaca yönelme ile karşı karşıyadır. Sanırım dünle bugünü ve geleceği birleştirmeye çalışan;çağdaş olanla geleneksel olanı harmanlayan kutsallın peşindedir anlatıcı.  Bence anlatıcının ele aldığı kavramın derinliği günümüz insanının kaybetmeye yüz tuttuğu,toplumun her geçen gün bağlarının zayıfladığı,insana dair öğelere sahip çıkılmış olması da ayrı bir önem taşımaktadır Mehmet Naci’de.

      Her iki kitap ta ayrı ayrı incelendiğinde ortaya çıkan mesaj aynıdır. Yunus Emre’nin aşka dair tanımlamalarının yansımalarını görmek mümkündür. Yunusun İlahi aşkının gücü yine kendisindedir. Ve İlahi bir sığınmadır... “O bir dilberdir yoktur nişanı/nişan alır mısın nişandan içeri/Nereye bakar insan dopdolusun/seni nerede koyam benden içeri/ Süleyman kuş dili bilir dediler/Süleyman var Süleymandan içeri...”  “Müslüm Yunus biçareyem,baştan aşağı yareyem,dost ilinden avereyem,gel gör beni aşk neyledi...”

      Yazar kitaplarının büyük bölümünde üslup yönünden tek bir kişiye dayalı aşk üzerinde dururken bu kişinin  anlatılan kişinin yaşayan,canlı bir  varlık olmayabilmektedir. Zira yazar aşkı öylesine yüceltmiştir ki bu durum ancak Yunus Emre’nin üslubu ve Necip Fazılın şiir diline benzetilebilir. Zıtlıklardan anlam bütünlüğü çıkaran  yazar bu yönüyle Necip Fazılla örtüşmektedir. Uzaklaşan benlik,karamsarlıklar ve özellikle kaldırımlar...Necip Fazıl etkisini ortaya koymaktadır.  Dil içinden dil oluşturma kaygısı temanın satırları aşma isteğini de beraberinde getiriyor.

      Üslup özelliklerini vermeye çalıştığımız yazarın aşk temasına geri dönebiliriz.

      Yazar aşk arayışında ilk bakışta bir kadın ve bir erkek özgülünde yeni bir yaşam düzeni kurmak uğraşındadırlar. Duygusal yönü ağır basan,hayal dünyası geniş,sıradan ilişkilerden ziyade sevgiye önem veren bir insan tipi öne çıkıyor satırlarda. Ancak iki insanın sevgi beraberliğinin aşk arayışında yeterli olmadığını görmek sanırız yazarın Mutlak Aşk’a ulaşma arayışından başka bir anlam olamaz. “Seninle olmak yalnızlığımı gidermeye,sorunlarımı çözmeye yetmiyor.” “Aşk ısrarcı olmaktır biraz da. Hep iyiyi daha iyiyi aramaktır.” Yazar bu tür anlatımlarla adeta temel kavram ve içeriği ortaya koymanın zeminini oluşturmaya çalışmış gibidir. Çünkü  mevcut ilişki düzeneklerinin anlatıcıyı ikna etmediği,gerçek arayışın bu olmadığı görülmektedir. “Aşkı tanımamak Tanrı tanımamakla eşdeğer tutulabilir mi? Birbirinden ayrı tutulan kutsallıkları birleştirmeliyim. Hayatın anlamının dolu dolu yaşanması için yapmalıyım bunu.” (s.50) Bu satırlar olgunlaşmış bir aşk duygusu ve gerçeğin ifadeleri olarak görülebilir yazarda.

      Tasavvuf Edebiyatında işlenen  aşk temasıyla benzerlik,belki de özde ayniyet ifade ediyor. Beşeri aşktan İlahi aşk yolculuğuna yönelmenin satırlara yansıyan yüzünü görebiliyoruz Mehmet Naci’de.

 

      Tasavvuf İnanışı:

      Allah evreni kendi yüceliğini yansıtmak için yaratmıştır. Tasavvufun esası mutlak ve tek olan Allah’tır. Evrendeki bütün varlıklar Mutlak Varlığın çeşitli görünüşleridir. Allah’ın varlığı mutlak varlık ve mutlak gerçekliktir. Mutlak Varlıktan bir  parça olan insanı Allah’a ulaştıracak tek araç ise Aşk’tır.

      Satır Arası Aşk’ın son bölümünde aşk anlayışının gerçek mecrasına doğru aktığını,olgunlaştığını görmekteyiz. Anlatıcı aşık olmanın zorluklarının bilincindedir. Aşk ve aşığın ciddiyetinde olan anlatıcı bu duyguya karşı uzak durma e kenardan seyretme gibi pasif bir eylem içerisindedir. “ Ben yaşamıyor seyrediyorum. Oyuna girmiyor kenardan sonumu merak ediyorum.”

      Aşk kavramının başlık olarak kullanıldığı  “Postal Ülkesinde Aşk” ve “Satır Arası Aşk” kitaplarında karmaşayı yaşayan bir insanın belirsizliklerden sıyrılıp Mutlak Aşk’a doğru yöneldiğini görmek mümkündür.

 

*Mehmet Naci,Satır Arası Aşk,Birey Yayınları,İstanbul  Ekim  2003

**Mehmet Naci,Postal Ülkesinde Aşk, Bir Harf Yayınları,İstanbul Kasım 2004

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum