MİLLİ EĞİTİM MESELEMİZ - Necmettin Hacıeminoğlu

MİLLİ EĞİTİM MESELEMİZ - Necmettin Hacıeminoğlu
17 Kasım 2019 - 17:47

MİLLİ EĞİTİM MESELEMİZ - Necmettin Hacıeminoğlu

Türkiye'de en fazla tenkide uğrayan müessese, Milli Eğitim teşkilâtıdır. Bizler orta okul ve lise sıralarındayken gazetelerde bu konu ile alakalı birçok makale çıktığını hatırlıyorum. Üniversiteye geldikten sonra ise kaç tane ciddi kitap ve araştırma görmüşüzdür. Farklı dünya görüşüne sahip çeşitli kişilerce yazılan makale ve kitapların hepsi Türk Milli Eğitiminin iyi işlemediği noktasında birleşmektedir. Yarım asır içinde iktidarlar, hükümetler, bakanlar değişmiş fakat eğitim sistemindeki bozukluk giderilememiştir. Daha da fenası her iş başına gelen, Milli Eğitim'de ''reform” yapmaya kalkışarak aksi kusurlara yenilerini ilave etmiştir.

Böyle, düzeltmek niyetiyle kolları sıvayan kim varsa, biliniz ki, halen çekmekte olduğumuz sıkıntılardan az-çok sorumludur. Bunun içindir ki şimdi gördüğümüz bozukluklardan şikâyet ederken belli devir ve şahısları değil, bütün bir maziyi göz önüne almak zorundayız. Bunu yaptığımız takdirde herkesin hata payını hesaplayıp avuna koymak mümkün olacaktır.

Artık yediden yetmişe milletçe kabul ediyoruz ki bizim eğitim teşkilatımız, aslî vazifesini yerine getirememiştir. Nedir bu vazife? Türk insanını çağın şartlarına ve ülkenin ihtiyacına göre seçip eleyerek yetiştirmek.. Dut yaprağından ipek çıkaran o hayırlı böcek gibi çocuklarımızın istidat ve kabiliyetlerini iplik iplik çekip dokumak.

Hangi çiçekten bal alınacağını bilen arı gibi, milletimizin özündeki cevheri sezip geliştirmek. Bahçesindeki zararlı otları ayıklayan, ağacındaki lüzumsuz dalları budayan köylümüz gibi, nesillerimizin menfi temayüllerini körletip müsbet vasıflarını kuvvetlendirmek. Sütün yağını ve kaymağını ayırır gibi insanımızın meziyet ve hasletlerini süzerek meydana çıkarmak. Tezgâhından geçen gençleri doğuştan getirdikleri zekâ ve kabiliyet derecelerine göre, hayatta "boy sırasına" dizmek. Hangi toprağa ne ekileceğini bilen çiftçi gibi, kimlerin ne yapabileceğini keşfetmek. Hasılı mevcut un, yağ ve şekerden "helva pişirmek."

Yukarda saydığımız bu vazifeler eğitimin zihin üzerinde yapması gereken tasarrufudur. Ancak şimdiye kadar bunda başarı sağlanamamıştır. Aksine müsbet, faydalı ve lüzumlu unsurlar ihmal edilip menfi, zararlı ve zayıf unsurların büyüyüp gelişmesine zemin hazırlanmıştır, ilkokuldan itibaren lise sonuna kadar öğrencilere verilen bilgilerin seçiminde, miktarında ve sırasında isabetli hareket edilememiştir.

Çocuklara "öğrenme aşkı" aşılanamadığı için, herkes, çeşitli usûllerle bir diploma koparmaya çalışmıştır. Her derecedeki okulun tek müfredat programı olduğu halde, bunların mezunları arasında bilgi ve şahsiyet bakımından büyük farklılıklar teşekkül etmiştir. Böylece kaç adet lise varsa o kadar farklı seviyede öğrenci yetişmiştir. Bu yüzden fırsat ve imkân eşitliği asla sağlanamamıştır.

Eğitimin aslî unsuru olan öğretmen camiası ise, ne muhteva, ne fikir, ne gaye ve ne de menşe itibariyle, hiç bir zaman bütünlük gösterememiştir. Tabiî onların birbirlerinden kopmuşluğu ve dağınıklığı sistemin baştan aşağı aksayıp sarsılmasına sebep olmuştur. Devletin, esasları hiç değişmeyen Milli Savunma planı gibi bir de Milli Eğitim politikası bulunmadığı için, teşkilat bütünüyle, gelip geçenlerin elinde oyuncak haline gelmiştir.

Eğitimin bünyesindeki bu zaaflar yüzündendir ki, durumu bilen düşman önce oraya göz dikmiştir. Demek ki Türkiye Cumhuriyetinin en zayıf cephesi burasıymış. Kaç yıldır yaşadığımız hadiseleri hatırlarsak, teşhisimizin doğruluğu kabul edilecektir. Ancak Milli Eğitim hakkındaki şikayetler bunlardan ibaret sanılmasın. Onun asıl büyük kusuru Türk dili, Türk tarihi ve Türk kültürü karşısında menfi tavır takınmasıdır.

Atatürk'ün ölümünden sonra yakalandığı ümanizim hastalığı ile bulaştığı Marksizim illetidir. Bu konular çeşitli vesilelerle çok işlendiği için tekrar üzerinde durmayı lüzumsuz görüyoruz. Çünkü o "hastalıkları" bilmeyen ve duymayan kalmamıştır. Doğru ve güzel Türkçeyi unutturup, yerine uydurma "kuş dilini" ezberlettiğini, Yunan-Latin ve kültürünü baş tacı ettiğini, Türk tarihini eksik, yanlış ve üstünkörü okuttuğunu ve Türk edebiyatını "kerhen" öğrettiğini kırk yıldır yüzlerce kalem yazmaktadır.

Bu konulardaki sert, acı ve haklı tenkitlere belki yalçın kayalıklı dağlar dayanamazdı. Fakat, maşallah, bizim Milli Eğitimin başındakiler hiç tınmadan, her şeye katlanıp yollarına devam ettiler. Tahammül güçlerini tebrik etmek gerekir.

Yalnız böyle tenkitlere uğrayan Milli Eğitimin başarılı tarafları da yok değildir. Mesela Milli Eğitim Bakanlığı görme, işitme, konuşma ve öğrenme eksiklikleri olan "özürlü" çocuklar için "özel eğitim kurumları" açmıştır.

Buralarda, iyi yetişmiş "uzman Öğretmenler" sakat yavruları birer meslek sahibi yapıp hayata kazandıracak şekilde yetiştirmektedirler. Çeşitli sebeplerle tahsil görmemiş yetişkinler için de gene adı geçen Bakanlıkça, birçok kurslar tertip edilmektedir. Böylece, kadınlarından ihtiyar dedelere kadar her Türk vatandaşının bilgisini arttırıp maharetini geliştirmek Devletin gayelerinden biri olmuştu. Bu gibi hizmet ve çalışmalardan iyi neticeler alındığı da bilinmektedir. Fakat ne hikmetse, Bakanlığın sağlam çocukları okutmak için açtığı normal okullar hiç bir zaman istenilen başarıya ulaşamamıştır.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum