Mehmed Âkif'in "İstiklâl Marşı": Atatürk'ün Kurtuluş Hareketinde Din ve Milliyetçilik

Mustafa Kemal (Atatürk)’in[1] milliyetçilik hareketinin resmî gazetesi Hakimiyet-i Milliye, 17 Şubat 1921’de Mehmed Âkif (Ersoy)’in şiirini tam metin olarak yayınladı.[2] Âkif’in şiiri, Hamdullah Suphi (Tanrıöver) tarafından 1 Mart’ta, kürsüden Millet Meclisi Üyeleri’ne okundu. 12 Mart’ta Âkif’in şiiri, Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak resmen kabul edildi. Ekim 1923’de Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Cumhuriyet’e dönüştürülmesiyle İstiklâl Marşı, Millî Marş oldu. Yarım asırdır T

Mehmed Âkif'in "İstiklâl Marşı": Atatürk'ün Kurtuluş Hareketinde Din ve Milliyetçilik
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 12 Mart 2020 - 19:09

Mehmed Âkif’in “İstiklâl Marşı”: Atatürk’ün Kurtuluş Hareketinde Din ve Milliyetçilik - Yazar: Dankwart A. RUSTOW -  Tercüme Eden: Yrd. Doç Dr. Zeki GÜREL

Türk Yurdu Dergisi, Mart 2010 - Yıl 99 - Sayı 271

                 Mustafa Kemal (Atatürk)’in[1] milliyetçilik hareketinin resmî gazetesi Hakimiyet-i Milliye, 17 Şubat 1921’de Mehmed Âkif (Ersoy)’in şiirini tam metin olarak yayınladı.[2] Âkif’in şiiri, Hamdullah Suphi (Tanrıöver) tarafından 1 Mart’ta, kürsüden Millet Meclisi Üyeleri’ne okundu. 12 Mart’ta Âkif’in şiiri, Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak resmen kabul edildi. Ekim 1923’de Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Cumhuriyet’e dönüştürülmesiyle İstiklâl Marşı, Millî Marş oldu. Yarım asırdır Türkiye’nin her yerinde resmî törenlerde, ilk iki kıtası okunur.

                Buradaki tercümem, Âkif’in şiirinin ilk defa olarak, kafiyesiyle İngilizceye çevrilmiş şeklidir:

 

        Fear not! Red floats the flag from dawn, nor shall it wane

        While flame yet flickers in my country’s last hearth to remain.

        This is my nation’s star: forever let it shine!

        This one is mine, my nation’s only mine.

 

        Don’t frown, coy crescent, while I go to my ordeal!

        Smile at our race of heroes! Where can you find such strength such steel?  

        Or else you cannot answer for the blood spilled in the fight

        For independence, my godly nation’s God- entrusted right.

 

        Free have I lived from all eternity, and free I live.

        What sort of fool would cast me into chains, I can’t conceive.

        Like a raging torrent I shall break my dam and gush,

        I’ll rip the mountainside and over the plains I’ll rush.

 

        And though an iron wall surrounds us from the West,

        My bastion is the faith that fills my breast.

        Fear not! How can I the monster called civilization

        Choke, with the last tooth in its jaw, the faith of an entire nation?

 

        Comrade, don’t let the dastards enter in your land!

        Make of your breast a shield and foil their shameless hand!

        The days the Lord has promised will be here

        Maybe tomorrow, maybe even sooner: have no fear!

 

        Don’t tread upon this sacred earth as if it were mere soil!

        Take heed beneath of thousands of unburied martyrs’ toil!

        You are the son of martyrs: don’t make your fathers writhe in pain!

        Don’t yield this paradise though in return whole worlds you gain!

        

        Who would not give his life for his country, for this paradise?

        Just press the soil, and martyrs will surge forth for one more sacrifice.

        Let God take life from me, my loved ones, my one, my all,

        But let Him never make me witness to my country’s fall.

 

        I pray to you, o Lord, but from a single need:

        My evermore the prayer calls the summarize the creed

        Continue to ring out above my land,

        And never may God’s shrine be touched by any unclean hand.

 

        Then to the ground in ecstasy shall bow my stone,

        Then drained of blood out of its every wound, no longer prone.

        My body like ethereal spirit shall ascend the skies.

        Perhaps my head as high as the heavenly throne will rise.

 

        Float on then, crescent, like the dawns, in glorious flight.

        Proudly I shed my blood to its last drop in your full sight.

        Never shall you, shall my people be confounded in this fight.

        My free-born flag’s eternal right is freedom,

        And independence is my godly nation’s God-entrusted right.

Önce bir çeviricinin özrü: İtalyan atasözünün söylediği gibi her çeviricinin orijinalinden sapma riski vardır. Âkif’in şiiri çok titiz bir ahenge sahiptir. Ve sondaki beş mısralı kıtanın sondan bir önceki mısrasının kafiyesizliği hariç her kıtanın dört mısrası kafiyelidir. İngilizce kafiyenin sınırları –veya çeviricinin ustalığının çok iyi olması- kafiyelendirilmiş beyitlerin dokuz kıtaya dağılması.

Âkif’in İslâmî ve Türk milliyetçiliği duygusunun sentezini, Batı dünyasına nakletme zorluğu çok önemlidir. Türk bayrağı, Osmanlı zamanından kalma kırmızı renk (1. satır) ve üzerine ay (5. satır, 37. satır) ve yıldız (3. satır) sembolleri ile süslenmiştir. 9. ve 41. satırlar, kelimeler üzerinde dinî işlemeyi ihtiva eder: … hakkıdır Hakka tapan… “hak” kelimesi adalet için yaygın olarak kullanılan kelimedir, dinî adalet duygusundaki “hak” ise büyük H ile başlayan “Hak” olup Allah’ın isimlerinden biridir; evrensel adaletin dengesi ve kaynağıdır.

Şiirin teması, kafirlerin saldırısıyla Müslümanlar’ın ölmesinin tekrar vuku bulduğu savaş meydanıdır: “Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl” (5. s). Atalarımız ”şehid”dir (17.,22. s); onların her biri bir şehiddir veya şahadetin şüheda namzedidir. Bu savaş veya cihad gerçekte asırlardır devam ediyor, Âkif’in marşını yazmasından önceki ve sonraki aylarda kesin sonuçlu savaşlar yapılmıştı, aynı savaş meydanlarında Osmanlı Devletinin kurucuları yedi asır önce Yunan Ortodoks düşmanlığının doğmasına karşılık savaşmışlardı. Bu yüzden toprağı sıksan “şehid” veya “şuheda” fışkıracak (26. s).

İbadet için, günde beş vakit minareden okunan ezandaki itikat şahadettir (30. s), Müslüman’ın “şahedeti” veya “şuhedası”: Allah’tan başka Tanrı yoktur ve Muhammed onun elçisidir. Burada şehidin mezar taşı günlük ibadetin parçaları olan vecd halinde secde ediyor (Gerçekten, 33. satırın tercümesi: “O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım”- 22. satırda kabul edildiği gibi birçok savaş meydanlarında şehidler gömülmeden güzelce kalırlar). İslâm inancına göre savaş meydanlarında kafirlere karşı savaşta ölen Müslüman doğruca Cennet’e girecektir.

        Fışkırır rûh-u mücerred gibi yerden na’şım;

        O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım! (35. ve 36. satırlar)

Şiirin diğer teması ise batılı okuyucularca okununca kolaylıkla bulunabilir. Mehmed Âkif ve Mustafa Kemal’in ataları Osmanlı, uzak kafirlere karşı fetihlerde savaşmış –ve sonra da mücadelelerini sürdürmüşlerdir-, Çin’in batısından Roma’ya kadar uzanan çok geniş ve sağlam bir imparatorluktu. Fakat şimdi “Bütün dünya”yı (24. s), Balkanları, Ukrayna’yı veya Afrika’yı fethin yerine geriye dönüş başlamıştı, şimdi bu Müslümanlar’ın yaşamış olduğu Anadolu denilen “Cennet vatan”ın korunması lazımdı (24-25. s). Batıya Yunan askerleri, İstanbul ve Musul bölgesine İngiliz askerleri, Fransız askerleri Suriye’den, güney sahillerinde Antalya bölgesine İtalyan askerleri ilerlemeye hazırdı. Vatan toprakları, bir kere daha şehid kanlarıyla sulanacaktı (26. s); vatansever milliyetçi kuvvetler, tekrar grup kurarak seferberlik ilan etmek için dağlardan, vadilerden sel gibi akarak geldiler. Halbuki Yunan orduları, eski Bizans İmparatorluğu’nun yerinde Büyük Yunan Birliği’ni “Büyük İdeal” veya “Megola İdeali” gerçekleştirmek için ilerliyorlardı, Türk milliyetçileri ise kalplerinde son ateş (2. s) sönene ve son damla kan dökülene kadar vatanlarını savunmaya hazırlardı (7, 25,34,38. s).

Şiirin çok dikkat çeken parçalarından biri medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın hor görülmesidir (15. s). Türk ve Ortadoğu Müslümanları’nın böyle düşünmelerinin sebepleri arasında; açgözlü emperyalist rakiplerin stratejik avantaj veya ekonomik sömürme eşitliği, “güya dünyayı uygarlaştırma” fethinin gerçekleşmesinde veya bir misyon hareketinin yüksek ideallerini gerçekleştirmesinde batı emperyalizminin medenîleştirme gösterişinde olması gibi büyük sebepleri vardır. Fakat emperyalizm, dört yıllık kanlı savaşta fazlaca yenik düşürülmüştü. Batılı emperyalistler birbirleriyle savaşırken, Osmanlı Türk orduları, Viyana ve Petesburg’daki eski emperyalist rakiplerden daha fazla dayanmayı başarmışlardır. Rusya, Aralık 1917 de, Avusturya ve Almanya Kasım 1918 de antlaşmayla savaşı bıraktılar –oysa Türk kuvvetleri, 30 Ekim 1918 Mondros Osmanlı Antlaşmasından sonraki aylarda savaşa yeniden başladılar. Âkif’in İstiklâl Marşı’nı yazdığı zamanlarda Venizelos’un Anadolu’yu fethetme “büyük ideal”i, İngiltere’nin savaş yorgunu olmasından dolayı daha az destek buluyordu. Şiirin Ankara Meclisi’nde okunmasından altı ay sonra Türk milliyetçileri Sakarya’da kesin zaferlerini kazandılar. Bir yıl sonra ülke yabancı işgal kuvvetlerinden kurtulmuştu; emperyalizmin son dişi de çıkarılmıştı. Türk istiklâli, 1923 Lozan Barış Antlaşması’nda, 1918 antlaşması öncesi çizgilerine göre yeniden düzenlenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, görünüşte 1914 Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen merkez güçlerin en zayıfı olmuştu. Şimdi milliyetçilerin hedefinde tek şey vardı, barış antlaşmasını da kazanmak.

Türkiye’nin zaferi üç ana faktöre dayandırılabilir. Bunlar şunlardır: Avrupalı emperyalist düşmanların Atatürk’ün hareketini tamamen istismar etmesi, dayanıksızlıkları ve oyalama zamanı. Kemal’in hareketi; Yunanistan fiilen ayrılana kadar resmî ve gayrı resmî olarak birer birer Bolşevik Rusya, Fransa, İtalya ve Britanya ile temas kurdu. 19. Yüzyıl’ın başlarında rakip güçler Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmadan toprak bütünlüğünü sağlamak için yardım etmişlerdir. O zaman, 1889’dan 1920’ye kadar Osmanlı’nın rakipleri, Osmanlı İmparatorluğu arazisinin Arap parçalarının ve uzak Balkanlar’ın bölüşülmesinde acele etmişlerdi. Şimdi, Âkif’in şiirini yazdığı zamanda Mustafa Kemal’in akımı, millî istiklâl mücadelesinde diğerlerine karşı tamamen teknik bakımdan bitkin hale gelmiş bir imparatorluk gücünü kullanıyordu. Fakat o teknik Kemal’in başarısının ikinci kısmı hariç, Türk halkının kendisinin emperyalizmden milliyetçiliğe olan değişikliğini başaramayabilirdi. Mustafa Kemal hatiplik kariyerinde en büyük hitabet konuşmasını, Aralık 1919’da Ankara’ya ilk vardığında vermiştir. O zamanda Yemen’in terk edilmesi, dağlarda, uzak savaşlarda kanlarını dökerek vatandaşlarının ölmesine ve vatandaşlarının susuzluğuna üzülür. Diğerleri gibi seve seve sömürge olmaya razı olmaz. Ve kendisini istiklâle adar, cesaretle asırlardır halka hakim olmuş yönetim kabiliyetleri denenmiş kişileri açıklar. Kemal’in politik programı Osmanlı Türkiye’sinin asırlardır sahip olduğu eski imparatorluk ihtirasları ile imparatorluk ihtiraslarına karşı gelenleri böylece birleştirdi.[3]        Kemal’in zaferlerindeki üçüncü faktör ise millî ve dinî duyguların senteziydi. Her ne kadar gerçeği savunan topluluğun hürriyeti hakkında birkaç şüphe vardıysa da, popüler (halka ait) teşkilatlar “Müdafaa-i Hukuk” sloganı etrafında bütün Türkiye’yi canlandırdı.[4] Yunanistan veya diğer Avrupa güçlerinden istila veya ilhak tehdidinin olduğu, Müslüman halkın yaygınca bulunduğu yerlerde adaleti sağladılar. Sadece Kilikya veya Mezopotamya gibi Türk-Arap halkının karışık olduğu bölgeler “Türk” halkının hakkına apaçık referanslardı. Mustafa Kemal Ankara’da olağanüstü bir toplantı yaptığı zaman  “Büyük Millet Meclisi”nin tarif etmeğe sahip çıktığı (Osmanlı mı? Müslüman mı? Türk mü?) millî ismini ilk önce belirtmekten dikkatle kaçındı. Âkif’in şiirinde açıkladığı dinî ve millî duyguların şiddetli sentezi olmaksızın parlak bir şekildeki askerî ve politik gayretler Türk halkını toparlamaya yetmeyebilirdi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün batı hesapları radikalizmini, yenilik hareketlerini ve geçmiş ile bağlarını çok kere baskı altında tutmuştur, fakat sadece Atatürk’ün başarısının bir görünüşüdür. O geçiş serüvenindeki liderdir. Başarılarında devamlılık ve yeniliği eksiksiz olarak birleştirdi. Atatürk Osmanlı İmparatorluk müessesesi içerisindeki en yüksek rütbeye, veliahdın emir subaylığına yani generalliğe yükselmişti. Ancak ondan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun hareketleri üzerine millî bir devlet yükseltmeyi ilerletti. Ankara meclisinin diğer üyeleri ile beraber sultanın sağlığı için dua ederken aynı zamanda sultan da Kemal’in milliyetçi ordusuna karşı kuvvetler gönderiyordu. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Anadolu milliyetçilerini isyancı olarak göstererek, onları gören her Müslüman’ın öldürmesi için fetva veriyordu. Bu fetvaya karşılık da bir Anadolu müftüsü; İstanbul’un İngilizler tarafından işgaline istinaden, esaret altındaki bir hükümdarın tebaalarının ona sadakatinin doğru olmadığını beyan eden bir fetva verdi.[5] Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesi ve Mustafa Kemal’in ordularının zaferleri, Sultan Mehmed Vahdeddin’in bir İngiliz savaş gemisiyle kaçması ve yeni Türk Devleti’nin başlıca yabancı güçler tarafından tanınması –bütün bu olaylar Sultan’ı suçlu çıkardı ve İslamî geleneğin en mutaassıp çevreleri tarafından bile Mustafa Kemal’in başarıları muteber oldu. “Gerçek inananlara göre güç Allah ve Peygamber’ine aittir”.[6] Bu sebepten Padişah, gücünü kaybettiği zaman otomatikman meşruiyetini de kaybetti. Yani on sene içinde Türkiye’de politik ve dinî tartışmalar dikkate değer derecede şiddetlenmiştir, Osmanlı ülkesini yenilemeye dönük hiçbir kanuni hareket olmamıştır.

Bu asrın Millî Kurtuluşunun ilk başarılı savaşındaki Türkiye’nin zaferi geçmiş asırlardaki batılılaşma sürecinde yeni bir safha başlattı. Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık Rusya’sı ve Japonya gibi “kendini koruyan modernleşmenin”[7] bir süreci ile meşgul olmuştu. Askerî, idarî, yasama v.s. organizasyonların Avrupa modelleri yavaş yavaş zorlama ile kabul ettirilir. Şimdi Mustafa Kemal’in liderliği altındaki yeni Türkiye, emperyalizm denilen canavarın son dişini de kırmıştır. Kemal’in zaferini yakından izleyen –Latin alfabesi ve cumartesi tatilleri- hürriyet mefhumuyla toptan kabullenmiş olunabilirdi.

Mustafa Kemal’in Aralık 1919 Ankara konuşmasında isnat ettiği milletler arası hüküm süren örneklere dayanarak ‘Millî İstiklâl’ için savaşması onu haklı çıkardı. “Bugün dünyanın kabul ettiği sadece bir hakimiyet vardır: Millî Hakimiyet”. Âkif’in ve Kemal’in kendi soyu olan Türkler için öne sürdükleri hakimiyet talepleri ve istiklâl savaşlarını kazanmak için şiirlerinde belagatle açıkladığı dinî ve milliyetçi fikirlerin tam bir sentezini gerekli buldular. Gerçekte İstiklâl Marşı’nın Türkiye’nin Millî Marşı olarak kalmasına, İslâm inancına karşı hiçbir düşmanlık taşımayan Atatürk’ün laikliği delil olarak gösterilir. Bu durum bir arada yaşama arzusunun tam bir ifadesidir.        _______________________________________________________________________

*Rustow, (Cıty Univercity of Newyork’da) siyasal bilimler sahasında söz sahibi olan bir profesör olup, modern Türkiye hakkında pek çok makale ve kitap yayınlamıştır. Rustow, Dankward A., “Mehmet Akif s “Independence March”: Religion and Nationalism in Atatürk's Movement of Liberation”, Journal of American Institute for the Study of Middle Eastern Civilization, Vol: 1 (3-4), 1980-1981. pp. 112-117.

**Gazi Üniversitesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi.

[1] Parantez içinde verilen isimler 1934 yasası altında aile isimleri olarak kabul edilmiştir veya Mustafa Kemal’in durumunda Büyük Millet Meclisi’nin toplantılarında görüşülmüştür.

[2] Hakimiyet-i Milliye, Nu:3, 17 Şubat 1921; T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Birinci Devre (2. baskı, Ankara 1940), Cilt:9, Sayfa:12.

[3] Atatürk’ün söylev ve demeçleri nutku yeniden basılmıştır, Cilt:2 (Ankara 1952) Sayfa:8-12; 19’un yerine yanlışlıkla 28 Aralık olarak tarih verilmiştir. “Bir Millî Devletin Kuruluşu: Atatürk’ün Tarihi Başarısı” üzerine yazıma da Türkiye İş Bankası’nın Atatürk Üzerine Milletlerarası Sempozyumu’nda sunulmuştu ve Suna Kili tarafından düzenlenmiş bir cilt halinde yayınlanmıştır.

[4] Osmanlı’dan Türk Milliyetçiliği Fikrine Geçişe bak. Mesela Bernart Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu (2. baskı, Londra 1968),s.323. Tarık Z Tuna’ya göre İstiklâl hareketinde milliyetçi konular, Türkiye’de Siyasî Partiler (İstanbul 1952) s.502 ve 514 “Türkiye’de 1920-1955 Arasında İslam ve Politikalar” adlı makaleme bak, Richart N. Frye, İslam ve Batı (Lahey 1957),s.71.

[5] Fetva ve 11 Nisan 1920 tarihli karşı fetva üzerine, aynı kitaba bak, s.75, ve Faik Reşat Unat ve D. A. Rustow, İslam Ansiklopedisi’nde “Dürrizade Abdullah” (2. Baskı,Leiden 1959),Cilt:2,s.630.

[6] Kuran suresi: 63:8.

[7] Cf. Robet E. Wart and Dankwart A. Rustow, Japonya ve Türkiye’de Politik Modernleşme (Princeton 1964),s.3 ve 434.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum