Kurtuluş Savaşı'nı ve Orduyu Küçümsemek!

Bu direniş, asker-sivil bürokrat-aydın-eşraf-halk/köylü direnişiydi. Tüm işbirlikçilere, ihanete ve manda/himayeden yana olanlara rağmen bir direniş, işgallerle birlikte kendini gösterdi.

 Kurtuluş Savaşı'nı ve Orduyu Küçümsemek!
08 Haziran 2019 - 21:05

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında devlet ve toplum savaş yorgunuydu. Yüz binlerce çocuğunu uzun savaş yıllarında harcamıştı. 1912-1922’ye, Birinci Balkan Savaşı’ndan Milli Mücadele’nin sonuna geçen süreçte insan kaybı çok yüksekti. Birinci Dünya Savaşı’nda toplam 375.000 şehit verilmişti. Mondros Ateşkes Antlaşması’na kadar yaralı, hastalık sonucu ölüm, yaralanma sonucu ölüm, hasta, firar, kayıp vs sebeplerle yaklaşık 2.750.000 askerin savaş dışı kaldığı tahmin edilmektedir. Savaş sonunda halk savaştan bıkmıştı. 

Döneme ilişkin pek çok hatırada halkın asker üniforması görmek istemediği, savaştan bıktığı açık bir dille anlatılmaktadır. Savaş yorgunluğuna ve neredeyse ortada sadece iskeleti kalmış orduya son darbeyi Mondros Ateşkes Antlaşması indirdi. 30 Ekim 1918 tarihli Ateşkes Antlaşması’nın maddelerine ana hatlarıyla bakacak olursak geride kalan ordu kalıntısını tamamen tasfiye ederek Sevr’in, işgallerin önünü açma hedefi açık bir şekilde görülmektedir.

Mondros, işgallerin önünü açmaya, Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan gizli paylaşım antlaşmalarını uygulamaya yönelikti. Ancak İtilaf devletlerinin hesap edemediği şey, ordusu dağıtılan, padişah ve hükümeti işbirlikçi olan bir ülkede halk direnişinin başlamasıydı. Bu direniş, asker-sivil bürokrat-aydın-eşraf-halk/köylü direnişiydi. 

Tüm işbirlikçilere, ihanete ve manda/himayeden yana olanlara rağmen bir direniş, işgallerle birlikte kendini gösterdi. İlk başta Wilson prensiplerinin etkisiyle sivil protestolar halinde kendini gösterdi. Çünkü Wilson ilkeleri, her milletin kendi kaderini tayin edebileceği vaadinde bulunmuştu. Bu nedenle de başta mitingler, protestolar ve mektup/telgraflarla İtilaf devletlerinin dikkatini çekilmeye çalışıldı. Müdafaai Hukuk “hakların savunulması” demekti. Bu başta sivil bir hareket olarak doğdu, meşruiyetini halktan, vatanın savunulmasından alıyordu. İşgallerin sivil protesto eylemleriyle durdurulamayacağı anlaşıldıktan sonra hakların, silahlı direniş ile savunulması gündeme geldi. Silahlı direnişe meşruiyet, müdafaai hukuk cemiyetleri ve onların düzenlediği kongreler üzerinden sağlandı. 

Müdafaai Hukuk, devlet mekanizmasının zayıfladığı ya da etkisini yitirdiği ortamda, onun yerine alan, geçmişte Türk tarihinde örnekleri görülen dönemlerin örgütlenme tarzını yansıtmaktadır. Devlet otoritesi işgaller vb nedenlerle ortadan kalktığında ortaya çıkan boşluğu doldurmaktadır. Tıpkı Moğol istilası döneminde Ahi teşkilatlarının boşluğu doldurmaya çalışması gibi… İşte Kuvayı Milliye de bu örgütlenmenin milis gücüdür. Bölgelere göre farklılık gösterse de genel hatlarıyla aynı örgütlenme modelinin farklı yerel uygulamalarını içinde barındırmaktadır. Zaman zaman “başıbozuk” olarak nitelense ve kontrolden çıksa da, esas itibarıyla geçici bir kimliği olduğu açıktır. Nitekim tekrar toparlanma döneminde, bu örgütlenmeler kademeli olarak merkezi yapıya entegre edilmişlerdir. Atatürk’ün bu konuda izlediği strateji gerçekten etkileyicidir. 

Mondros sonrasında terhis edilen ordunun subayları hem İstanbul hükümetinin hem de işgal güçlerinin baskısı altındaydı. Bekirağa bölüğüne tutuklanarak gönderilenleri Malta’ya gönderilenler izledi. Dönemin kanaat önderleri ve subayları itibarsızlaştırma ile karşı karşıya idi. Bu durumu Atatürk, Temmuz 1920’de Afyon’da ziyaret ettiği subaylara şöyle anlatır: 

“İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar.

Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. 

Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz. 

Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; ‘ordunun ruhu subaylardadır’.

Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. 

Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. 

Onları aşağılar ve hor görürler. 

Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz.

Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak!

Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır.

Dolayısıyla subay için ‘ya istiklâl, ya ölüm’ vardır.

Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!’

Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Kurtuluş Savaşı bu yerel direniş odaklarını, yakılan çoban ateşlerini tek merkezde toplamak için yoğun çaba harcadı. Öncelikli olarak yapılan işgaller ve işbirlikçi hükümet karşısında bir “ihtilal bildirisi” ortaya koymak ve direnişin meşruiyetini sağlamaktı. Nitekim Amasya Genelgesi bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır: 

- Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.

- İstanbul Hükümeti, üzerine düşen görevi yerine getirmemektedir.

Bu iki tespitten sonra da, yaşanan sorundan kurtuluş yolunu da göstermektedir:

- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.

- Kurtuluşu sağlamak için Anadolu’nun en güvenli yeri olan Sivas’ta bir kongre toplanmalıdır.

Bir taraftan mücadeleyi meşru temellerde, gücünü milletten alarak yapma hedefi belirtilirken silahlı direniş de gücünü bu meşruiyetten almalıydı. Dolayısıyla Kuvayı Milliye geçici olsa da, gücünü milletten almalıydı. Milli direniş, milli orduya dönüşmeliydi. Nitekim meşruiyetin kaynağı olan kongrelerin Meclis’e dönüşmesinin ardından sıra orduya geldi. Milli direniş hareketi olarak Kuvayı Milliye, işgal karşısında direniş ateşini yakmış, düşmanı oyalamış ve milli ordu için zaman kazanılmıştı. O süre içerisinde kademeli olarak yerel direniş odaklarına komutan atamak, onları Sivas Kongresi’nde birleştirilmiş olan Müdafaai Hukuk cemiyetleri idaresi altına almak ana hedef haline geldi. Çünkü milli devlet, kendi içerisinde feodal unsurlar, merkezi yönetimden bağımsız ya da özerk silahlı birlikler barındıramazdı. Ancak bunlar İstanbul’daki yönetimin tanımladığı üzere fitne ve fesat yuvası da değillerdi. Onlar merkezi yönetimin olmadığı ortamda bir boşluğu doldurmuşlar ama disiplin eksikliğinin yarattığı sıkıntıları da bünyelerinde taşımışlardı. Bununla birlikte görevlerini de layıkıyla yapmışlardı. Atatürk de bu örgütlenmeyi yakından takip ediyor, denetlemek ve ulusal bir bilince entegre etmeye çaba harcıyordu.

4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi’nde Kuvayı Milliye’nin etken hale getirilmesi ilke olarak benimsenmiş ve Batı Anadolu’daki direniş örgütlenmesi bir komutanlık çatışı altında birleştirilmişti. Bu yerel direnişi ulusal direnişe entegre etmek ve merkezi otoriteye bağlamak için atılan önemli bir adımdı. Kongrede Atatürk’ün önerisiyle Ali Fuat Paşa, Batı Anadolu Kuvayı Milliye yapılanmasının başına getirildi. Ancak bu sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyordu. Söz konusu milis kuvvetleri denetim altına alınamamış ve aralarında işbirliği sağlanamamıştı. İlave olarak Kuvayı Milliye güçlerinin halktan zorla para ve eşya alımları, baskıları, keyfi uygulamaları ve tutuklamaları şikayet konusu olmaya devam etmekteydi. Yerel kongrelerin oluşturduğu yönetim organlarının (Heyeti Milliye) halka koyduğu vergiler, topladığı yardımlar ile yetinmeyen kimi Kuvayı Milliye birlikleri kendi başlarına ve zorla alımlara girişmişlerdi. Bunlar elbette halkın şikayetine yol açmaktaydı. Hem halkı milli direnişten soğutacak bir nitelik taşıması itibarıyla sıkıntılı bir durumdu hem de İstanbul hükümetine malzeme olması itibarıyla can sıkıcı bir sorundu. Üstelik Atatürk’ün liderlik ettiği Anadolu direnişi hem İstanbul ile egemenlik mücadelesi yürütmekteydi ve hem de yerel direniş odakları üzerinde otorite sağlamaya çalışmaktaydı. Bu zorluk işgalci güçlerle mücadeleyi de sıkıntıya sokmaktaydı. 

Batı Cephesi komutanlığı kurulup TBMM’ye bağlandığında Çerkes Ethem ve Demirci Mehmet Efe gibi isimler, Milli Mücadele’ye karşı tavır aldılar. Ethem ayaklanarak merkezi otoritenin emrine girmemiş ve Yunana sığınmıştı. Ardından tüm yerel güçler tasfiye edilerek ulusal orduya bağlandı. Böylece ulusal zaferin elde edilmesinde de önemli bir dönemeç geçilmiş oldu.

Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda izlediği strateji incelendiğinde tesadüflere yer olmadığı açık bir şekilde görülmektedir. Bunlar dış politika alanında İtilaf devletleri bloğunu parçalamak, Sovyetler Birliği ve İslam dünyasıyla ilişkiler gibi konuları kapsadığı gibi içeride ulusal egemenlik ilkesinin kademeli olarak yürürlüğe konulmasını da içermektedir. Düzenli ordunun kuruluşu sürecinde izlenen strateji de büyük stratejinin bir parçasıdır. Kuvayı Milliye ile yerel direniş fitili ateşlendi ve uzun süreli savaşa hazırlık için zaman kazanıldı. Bununla birlikte aynı yapı hem denetim altına alınmak istenmiş, geçici olarak görülmüş ve en sonunda düzenli orduya eklemlenmiştir. Dolayısıyla ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık savaşı olan Türk Kurtuluş Savaşı, Mondros ve Sevr karşısında bir cinnet hali ya da mucize olmanın ötesinde bir strateji ve hesap işi olduğunu söylemek gerekir. Kuvayı Milliye de Atatürk açısından bir izlenen stratejinin en önemli parçalarından biridir. Görevini tamamladıktan sonra tarihteki yerini almıştır. Tıpkı Cumhuriyetin ilanından sonra efe ve zeybekliğin tarihteki yerini alması gibi… 

Mehmet Akif, “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!” demişti. Ondan ilham alarak “Allah bu millete bir daha Kuvayı Milliye kurdurmasın!” ve “Kuvayı Milliye kurulmasına yol açacak kadar ordusunu bizzat milletin ve ülkeyi yönetenlerin kendisine tahrip ettirmesin” diyelim.

Kaynak:http://www.egemeclisi.com/haber/96898/kurtulus-savasini-ve-orduyu-kucumsemek.html?fbclid=IwAR15v4oS01APffXSNU1H7OAsghkOdVKRKAqdL627WJq665qqdZa2_l3nnq4

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum