Irak'ta Unutulmaya Terk Edilen Türk Kökenli Alevi-Bektaşiler: Şebekler Yazan: İKBAL VURUCU

Irak'ta Unutulmaya Terk Edilen Türk Kökenli Alevi-Bektaşiler: Şebekler Yazan: İKBAL VURUCU
17 Haziran 2019 - 23:28

Irak’ta Unutulmaya Terk Edilen Türk Kökenli Alevi-Bektaşiler: Şebekler

Yazan: İKBAL VURUCU

Elimde bir çırpıda okuyup bitirdiğim bir eser var. Haziran’da yayımlanmış. Yaklaşık 100 sayfa, eklerle birlikte 200 sayfayı buluyor. Kitap, Aleviler, Süryaniler ve heteretoks gruplar hakkındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Ahmet Taşğın Bey’e ait. Bir saha çalışması olan bu eser, şimdiden, Türk bilim dünyasında, özgünlüğü ve yerine getirdiği işlev bakımından yeri doldurulamaz kaynak eserler arasına girebilecek niteliktedir. Eserin sahasında özgün bir yere sahip olduğunu abartısız ifade edebiliriz, çünkü eser, Türkiye’de bilinmeyen ve üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamış olan Irak Alevi Bektaşileri olan Şebekler üzerine (Irak’ta Mezhep Çatışmaları Arasında Aleviler ve BektaşilerÖnsöz Yayıncılık, İstanbul, 2012).

Başlığı gibi içeriği de dikkat çekici olan ve önemli bilgiler veren kitap büyük ölçüde bölgede yürütülen saha çalışmasının ve Irak’ta yayınlanan literatürün bir ürünü. Araştırma nesnesini oluşturan Türk kökenli bir Alevi Bektaşi grubu olan Şebekler’in Türkiye’de birkaç küçük makale dışında varlığından bihaber olunduğu yazarın kitabın girişinde verdiği bilgiden öğreniyoruz. Türk akademisinde bilinmeyeni bilinir kılması ile özgünlüğünü kazanan bu çalışma her geçen zaman yok olma sürecindeki bir zümrenin varlığından bizi haberdar etmesi bakımından takdire şayan. Bilim camiasının kısırlaştığı bir zaman diliminde yeni keşiflerin olabileceğinin de açık bir göstergesi aynı zamanda.

Taşğın hoca, Türkiye’nin güneyinde yer alan ülkelerdeki mevcut Osmanlı bakiyesi Alevi-Bektaşiler hakkında Türkiye’de yok denecek mesabedeki yayınların yetersizliğine ve genel akademik ilgisizliğe vurgu yapar. Yayınlananların da çeviri olduğunu özellikle belirtir. Konuyla ilgili çalışmaların nicelik ve nitelik açısından değerlendirilmesinden, Türkiye’nin ne akademik ne de stratejik bir aklının ve hafızasının bulunduğunu esefle görüyoruz.

 

Bilim-siyaset arasındaki ilişkiye atıf yaparak şunu söyleyebiliriz ki ABD ve AB gibi sömürgeci geçmişleriyle hala genetik bağları devam eden siyasi geleneklerin kendilerine stratejik ortak yaratmak için farklılıklardan yararlanma politikalarını hatırlayınca Türkiye gibi Balkanlardan Kafkaslara, Kuzey bölgelerinden Güneye kadar soy, kültür ve tarih birlikteliği yaşamış büyüklü küçüklü, güçlü zayıf toplulukların varlığı karşısındaki ilgisizliğin nasıl açıklanacağını bilemiyoruz. Gerçi yaklaşık üçer milyonluk Türkmen varlığının bile yok sayıldığı Irak ve Suriye gibi ülkelerde birkaç yüz binlik Alevi Bektaşi topluluğunun varlığı ve bunların içinde bulunduğu yok olma süreci Türk siyasal dünyasında bir anlam ifade etmemektedir. Ama en azından bunlarla ilgili akademik bilginin bütün boyutlarıyla elimizde olması gerekirdi. Herhalde siyasi alandaki ilgisizlik akademideki ilgisizliği de beraberinde getiriyor. Kanaatimce bu ilgisizliği kendi kültürüne yabancılaşan anti-Türk elitler ve yaklaşık iki yüzyıllık Batıcılaşma maceramızda aramak doğru olur.

Neyse, biz Türkiye’nin ilgisizliğini bir yana bırakalım ve esas konumuz olan eserimize dönelim.

“Ortadoğu”daki Alevi-Bektaşi varlığını Osmanlı dönemindeki Bektaşi geleneğinin bir devamı olduğunu belirten Taşğın, aradaki ayrılığın Osmanlının parçalanmasıyla gerçekleştiğini söyler. Bu coğrafi bölünme kültürel bölünmeyi gerçekleştirememiştir ta ki 1980 yılına kadar. Yazar Türkiye’deki Alevi-Bektaşi toplulukları ile Ortadoğu’nun tamamında var olan topluluklar arasında dini, tarihi, siyasi, sosyal ve kültürel ilişki kurulmasında güçlük çekildiğini bunun en önemli sebebinin ise Osmanlı Devleti’nin parçalanması ve bu parçaların her birinin birer devlete dönüşmesi olduğunu söyler. (S. 17). Doğal olarak bu parçalanmış siyasi yapı bünyesindeki dini, kültürel yapıların da parçalanmasına neden olmuş yeni bir form ve ilişki biçimi geliştirmiştir.

Taşğın, Osmanlı döneminde Alevi-Bektaşi gruplarıyla devletin arasındaki ilişkinin kalıplaşmasının Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail arasındaki Çaldıran savaşı ile şekillenmeye başlandığı tespitinde bulunur.

Osmanlı Devletinin parçalanması ile kurulan yeni ulusal devletler farklı isimlerle anılan söz konusu bu grupların yani, Kızılbaş, Işık, Torlak, Babai, Zındık, Mülhid, Rafizi vb. yerini “Alevi” kavramına bırakmıştır. Bu kavram zamanla bu zümrelerin heteretoks bir yapı olmasının verdiği dışlanmışlıkla da başa çıkmak için olsa gerek hepsinin ortak kimlik tanımlaması haline dönüşmüştür. Oysa bu tek kimlik tanımlaması birbirinden farklı olan bu zümreleri belirli norm ve değerler etrafında müşterekleşmeye de kaynaklık etmiştir. Birbirlerini daha iyi tanımaya başlamışlar ve aralarındaki ilişki biçiminde köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Alevi-Bektaşi olarak anılan topluluklar kendi içlerinde bazı farklılıklara rağmen Mürşid, Pir, Rehber ve Taliplerden oluşan sosyal kompozisyonu aynıdır. Bu gruplar söylem olarak da tekleşmişlerdir.

Taşğın hocanın kaleme aldığı eser ise işte bu grupların hepsini değil sadece birini Şebekler’i konu edinmektedir.

Şebekler, Osmanlı Devleti dağıldıktan sonra Alevi ismi etrafında Sunniler ve Şiiler arasında kalmışlardır. Bu değişim ve ortaya çıkan baskıya karşın Alevi isminin etrafında yaklaşabilecekleri yeni birlik oluşturamamışlar. Bugün Şebekler’in Türkiye’deki Alevi-Bektaşilerle de bağlantıları yoktur ve bu aralarındaki sürekliliğin kesilmesine neden olmuştur (S. 20). Şebekler’in Türkiye ile olan ilişkileri seyidlerinin Diyarbakır’daki seyidlerle olan akrabalıkları dolayısıyla 1980’e kadar sürüyor. Sonrasında bu da kesiliyor. Bu seyidler kendi aralarında Türkçe konuşuyorlardı ve bağlantının kopması akabinde Türkçede unutuldu. Türkçe konuşmaya vesile teşkil bu ziyaretler ve bağlantılar sonrası Türkçenin konuşulmamasına rağmen Şebeklerin okudukları, gülbanglar, deyişler ve cem Türkçe olarak sürdürülmektedir.

Irak-ABD savaşıyla birlikte başlayan süreçte Musul ve çevresinde yaşayan Şebekler’e yönelik suikast ve bombalı saldırılar dikkat çekmeye başladı. Şebeklerin yerleşim yerlerine yönelik bombalı saldırılarda yüzlerce Şebek öldü. Fiziki alandaki bu saldırılardan daha vahimi Şiileşme ve Sunnileşmede görülen artış ve kimlik kaybıdır. Kimlik kaybı Şebeklerin karşılaştıkları önemli sorunların başında yer almaktadır. Bu yok olma durumu hala devam etmektedir. Şebeklerin Sunnileşmesi Osmanlı döneminde başlamıştır. Tanzimatla birlikte Sunni olmayanlara yönelik “ıslah” programlarıyla Şebeklerin büyük kısmı Sunnileşmiştir. 1950’lerden sonra da Şii ulemanın sistematik çalışmalarıyla Şiileşme sürecine giren Şebekler kendi özgün tarihi varlık biçimlerini terk etmeye başlamışlardır. Bugün çok az sayıda Kızılbaş-Bektaşi bulunmaktadır. Şebek olarak da bugün bu küçük zümre anılmaktadır. Yani gerek Sunileşme ve gerekse Şiileşme Şebeklik kimliğinin de kaybolmasına sebep olmaktadır. Çünkü Şiileşen ve Sunnileşen Şebekler artık kendilerini “Şebek” olarak tanımlamaktan ziyade kendilerini Irak’ın büyük Şii ve Sunni gruplarıyla özdeşleştirmektedirler (s. 23).

Prof. Dr. Ahmet Taşğın hocanın yazmış olduğu Irak’ta Mezhep Çatışmaları Arasında Aleviler ve Bektaşiler isimli eser sahasında büyük bir boşluğu doldurmakla birlikte eser bende daha bitmemiş bir çalışma intibaını uyandırdı. Kitabın başlığında yer alan mezhep çatışmaları eserde çok az işlenmiş. Şebeklerin Türklüğü, asimilasyon süreci ve bu sürecin nasıl ve hangi mekanizmalarla yürütüldüğü gibi konular muğlak bırakılmış. Taşğın hocadan eserin devamını da beklediğimizi söyleyerek herkese bu kitabı tavsiye ederim.,

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum