İngilterenin En Büyük Yenilgisi: Kut'ül Amare Gerçeği

Kûtu’l- Amâre Kahramanı Halil Paşa’nın manevi oğlu Necdet Özgelen, Çanakkale’den sonra ikinci büyük zaferimiz olan Kûtu’l- Amâre ve kahramanlarının unutturulduğunu, paşanın da bir çok yerde yanlış anlatıldığını söylüyor. Halil Paşa’nın meçhul asker olarak kaldığını belirten Özgelen, “Paşa babamı anlatmak, halka öğretmek için 70 sene uğraştım ama Kûtu’l- Amâre ve Halil Paşa’yı bilen bir tane tarih hocasına rastlamadım” diyor.

İngilterenin En Büyük Yenilgisi: Kut'ül Amare Gerçeği
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 29 Nisan 2020 - 18:51

Dr. Necdet Özgelen, 1923 yılında Edremit'te doğdu. 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne girdi. İki yıl sonra Türkçülük Olayları'na karıştığı iddiasıyla okuldan uzaklaştırıldı. İşte tam bu sırada Kut Kahramanı Halil Paşa'yla tanıştı ve paşanın vefatına kadar onun tarafından korundu, kollandı. Paşanın ağzından hatıralarını dinledi, yazdı. Kûtu'l- Amâre Zaferi'nin 100. yılı dolayısıyla düzenlenen panel ve yazdığı kitabın görüşmelerini yapmak için yaşadığı Altınoluk'tan İstanbul'a gelen Özgelen'le, Yahya Efendi Dergâhı'ndaki mezarı başında Halil Paşa'yı, unutturulan Kûtu'l- Amâre'yi, Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve yakın tarihi konuştuk. Halil Kut'a “paşa babam” diye hitap eden Necdet Özgelen, paşanın ve Kut Zaferi'nin unutturulmasından ve bilinmemesinden çok muzdarip. Ömrü boyunca kazandığı her şeyi, bazen duygulanıp ağlayarak anlattığı paşa babasına borçlu olduğunu söylüyor. Bu arada bizi uyarmayı da ihmal etmiyor: “Burada konuşan ben değilim. Halil Paşa!”

Halil Paşa ile tanışmanız nasıl oldu?

1942 senesinde Balıkesir Lisesi'ni bitirmiştim. Aynı sene İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne kaydoldum. İlk iki sene kazasız belasız geçmişti. Bütün siyasi hadiseler üçüncü sene vaki oldu. Ankara'da bulunan Orhan Şahin Gökyay, Namık Orkun ve benzerleri Türkçülük davasından tevkif edildiler. Ben de nasibimi aldım. Fakülteden bir sene için kovuldum. Babamın fakirliği yüzünden dört senelik mecburi hizmet karşılığı resmi bir yurtta kalmaktaydım. Oradan da kovuldum. Aç sefil dışarıda kalmıştım. İmdadıma Sansaryan Han yetişti. Bir anda kendimi hanın en üst katında hücrelerde buldum.

Komşularınız kimlerdi?

Çok muhterem insanlardı. Mesela bir tanesi meşhur general Ali İhsan Sabis Paşa idi. Alman namına casusluk etmiş kişiler, koministler de bizim komşularımızdı. Aylarca süren hücre hayatı esnasında birçok sıkıntı çektik. Neticede beni serbest bıraktılar. Parasız pulsuz İstanbul'da gezerken bu sefer imdadıma Enver Paşa'nın küçük kardeşi Nuri Paşa yetişti. Paşanın o devirde Sütlüce'de bir silah fabrikası vardı. Orada ambar kâtibi oldum. Paşa çok hayırsever bir adamdı. Bana bir pansiyon tuttular. Kirasını fabrika ödedi. Bir kap işçi yemeği çıkardı, sabah akşam onu da yerdim. Maaşım da 58 liraydı. Geceleri geç vakitlere kadar ambar odasında kitap okurdum. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa da fabrikanın müdürüydü. Arnavutköy'de otururdu. Uzak mesafe olduğu için geliş gidiş zordu. O yüzden fabrikada yatar kalkardı.

Yıl kaç?

1944. 21 yaşımdayken bugün üniversitelerdeki tarih hocalarının adını bile duymadığı Halil Paşa'yı tanıdım. Ona, sen hatıratını anlat ben yazayım dedim. Paşa bu teklifimi kabul etti ve yazmaya fabrikada başladık. Bir müddet sonra işten vazgeçti ve Arnavutköy'e çekildi. Artık yalının hafta sonları devamlı misafiriydim. Anadolu'dan gelmiş şehir hayatını pek tanımayan bir gençtim. Hele Halil Paşa gibi birinin yanında çok dikkatli olmam gerekiyordu. Paşa babam, “Oğlum bu evde dileğin hakkındır, ne istersen yapabilirsin” derdi ama bu benim için bir tuzaktı. Çünkü hareketlerime daha çok dikkat etmem lazımdı. Kendi kendimi kontrol hissini bana Halil Paşa öğretmiştir.

Paşa nasıl bir insandı?

Askeri akademide çok iyi eğitim almış bir askerdi. Girdiği bütün çarpışmalarda muvaffak olmuştu. Fakat onun askeri mesleği, insani yönünün gölgesinde kalır. Model aldığım bir kahramandı. Ben onu asker olarak değil, insan olarak sevmiştim. Emretmezdi. Empatisi çok derindi. Sizi gayet iyi tanır, ona göre sualler sorar, size faydalı olup olmayacağına karar verirdi. Bana göre bir pedagogdu.

Kaç yıllık bir eğitim?

Üniversiteden kovulmuştum. Bu benim için çok büyük bir felâketti ama devam eder, bitiririm diye hedef çizmiştim. Talih bana Arnavutköy'de Halil Paşa üniversitesine girmeyi nasip etti. Ben o üniversitede çok şey öğrendim. 13 sene sürdü. Halil Paşa'nın ölümüyle neticelendi ama ben o üniversiteyi hâlâ bitirmiş değilim. Bugünkü halimi ona borçluyum. Nur içinde yatsın.

Atatürk'le tartışıp sofrayı terk etti

 

Enver- Halil ikilisi ile Mustafa Kemal ve arkadaşları arasında bir çekişme vardı. Bu benim değil, Şevket Süreyya'nın fikridir. Şevket Süreyya eserinde; Halil- Enver ikilisi kompleksi ve Mustafa Kemal kompleksi diye bu iki zıt teşekkülü anlatır. 1910 senelerinde başlayıp Milli Mücadele'de devam eden, daha sonra da bir çok hadisenin unutulması ve meçhul olarak kalmasının bir sebebi bu mücadeledir. Yakın tarihimizde bu iki kompleks çok büyük rol oynamıştır. Enver- Halil kompleksini anlatmak daha kolaydır. Halil Bey, Enver Paşa'nın amcasıdır ama bir iki yaş daha küçüktür. Amca yeğen olarak aynı çatı altında kalmışlar, aynı terbiyeyi görmüşler. Beraber oynamış, beraber sevinmiş, beraber okumuşlar. Dolayısıyla beraber olmaları zaruridir. Fakat iki şahıs ruhi bakımdan aynı değildir. Hatta hiç benzemezler. Enver Bey daha çocukken bile aile bireyleri üzerinde koruyucu bir melektir. Büyük olduğu için kardeşlerine daima şefkat göstermiştir. Adeta ailenin paratoneridir. Dolayısıyla Enver Bey'de bir benlik, baş olma hissi çocukluktan beri vardır. Eğitim ilerledikçe bu baş olma sevdası çok derinleşmiş, iliğine kadar işlemiş, bir tutku olmuştur.

Halil Paşa, Enver Paşa'nın bu yönünü anlatır mıydı?

“Bizim Enver baş olmak ister, soğanları bir araya getir, bir baş lazımsa bizim Enver soğanbaşı bile olur” derdi. Böyle karikatürize ederdi. Aynı baş olma sevdası Mustafa Kemal'de de vardı. Bu yüzden paşa babam, “İki cambaz bir ipte oynamaz” derdi. Fakat 1900'lerde bu iki kompleksten muvaffak olup nam salan Enver- Halil ikilisidir. Akademiyi bitiren Enver ve Halil verdikleri dilekçeyle Balkanlar'da komite savaşlarının olduğu yere tayinlerini isterler. Aylarca dağlarda gezen bu iki genç subay parlar. Enver Bey biraz daha ileri gitmiş, daha büyük hadiseler içine girmiş, Makedonya'da Şemsi Paşa'nın vurulmasıyla Resneli Niyazi Bey'le birlikte dağa çıkmıştır. Bu hadise İstanbul'da yankılar bulur ve Enver Bey Hürriyet kahramanı olur. Daha İstanbul'a gelmedin lehinde bir çok türküler yakılır. Bu adeta bir boks maçı gibidir. İlk raundlarda kazanan Enver Bey'dir. O devirde İttihat Terakki'ye mensup olanların hepsi gençlerdendir. Mustafa Kemal de İttihatçıdır, Karabekir de, Ali Fuat Cebesoy da. Ama Enver Bey hepsinin üstündedir. Bu arada Mustafa Kemal her yerde lider kadrosunu tenkit etmektedir. Merkez-i Umumi, Halil Bey'in de bulunduğu bir toplantıda Mustafa Kemal'in katline karar verir. Paşa babam Mustafa Kemal'le sınıf arkadaşı olduğu için onu tanımaktadır ve “Yanlış yapıyorsunuz, vatansever, iyi bir insandır. Bu işi bana havale edin gidip bir vaziyete bakayım” diye itiraz eder. Karar çıkar ve Selanik'e tetkike gider. İki arkadaş bir hafta boyunca yerler, içerler, eski günleri yad ederler ama bu ölüm kararından hiç biri bahsetmez.
 

Mustafa Kemal karardan haberdar mıdır?

Evet, Halil Bey'in niye geldiğini bilmektedir. Bir hafta sonra Halil Paşa İstanbul'a döner. Merkeze öldürülmesi caiz değildir, vatana hizmette faydalı bir insandır raporu verir, hadise de kapanır. 1951 senesi, Milliyet gazetesinde Kılıç Ali'nin hatıraları neşrediliyor. Kılıç Ali, içkili Çankaya toplantılarının devamlı azası ve Atatürk'ün silahşörüdür. Ali Çetinkaya da aynı durumdadır, o toplantılarda hep bulunurlar ve ne yapacakları belli değildir. Kızıp adam öldürdükleri de vakidir. İşte böyle bir içkili toplantıda Halil Paşa da vardır. Atatürk, Halil Paşa'ya; “Sen beni vurmaya geldin, korktun vuramadın” der. Halil Paşa da, “Affet paşam bir kusur ettik” der, eline ayağına sarılır. O tefrikada Kılıç Ali'nin işlediği tema budur. Ben gazeteyi aldığım gibi doğru Arnavutköy'e gittim. Paşa babama gazeteyi gösterdim. Evvela o gazeteye, “Evet o tarihte Çankaya'daki toplantıda bu hadise olmuştur ama Kılıç Ali'nin anlattığı şekilde cereyan etmemiştir. El öpme diye bir durum yoktur” mealinde, noter tasdikli bir tekzip gönderdik. Bu tekzip yayınlandı.

Hadisenin aslı nedir?

Bu hadisenin esasını sordum paşa babama. Toplantıda öldürme hadisesi konuşulmuş. Atatürk, “Sen beni öldürmeye geldin, korktun öldüremedin” demiş. Paşa babam da, “Ben seni öldürmeye gelmedim ama isteseydim öldürebilirdim” demiş. Tartışma büyümüş ve hava iyice elektriklenmiş. Toplantıda iki silahşör Kılıç Ali ve Kel Ali var. “Hiç korkmadın mı?” diye sordum. “Korktum oğlum ama arka cebimde küçük bir tabanca vardı, ilk şüphede Atatürk'ü öldürecektim” demişti. Paşa babam toplantıyı terkeder ve iki lider bir daha hiç görüşmez. Bu toplantı Son Osmanlı Paşası Halil Paşa kitabında Şevket Süreyya tarafından da işlenmiştir. Orada, iki arkadaş neticede bunu tatlıya bağlamış ve hal yoluna gitmişlerdir diye anlatılır, hadise örtbas edilmeye çalışılır. Zaten Şevket Süreyya bazen kasıtlı, bazen bilmeyerek Halil Paşa'yı çok karalamış ve çamurlar atmıştır.

Yardımları alın paşa gitsin

Enver- Mustafa Kemal rekabetine dönersek...

Halil- Enver ikilisi ile Mustafa Kemal ve arkadaşları devamlı rekabet halindedir. Bu rekabet bazen ezici, birbirini yok edici olabilmiş.

O reddeye çıktığı oldu mu?

Oldu, mesela buna bir örnek. Halil Paşa mütareke yıllarında Bekirağa Bölüğü'nden kaçtıktan sonra ar dağ bayır Sivas'a gelir. Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir onu pek hoş karşılamaz. Çünkü Halil Bey'in Milli Mücadele'ye iştiraki istenmemektedir. Halil Bey ise kararlıdır. Aradaki anlaşmazlıklar yok edilmeli herkes vatan müdafaasında bir araya gelmelidir. Ama “Paşa sen doğuya git. Bizim ne olacağımız belli değil. Belki biz de senin yanına geliriz” diye atlatılır. Paşa bu durumu sezer, yanındaki Tosyalı Ali Çavuş ve küçük Talat'la beraber Azerbaycan yoluyla Moskova'ya gider. Artık asker değil birinci sınıf diplomattır. Nitekim Moskova'dayken Lenin, Stalin Buharin gibi kızıl liderlerin hepsiyle ahbaptır. Kendini kominist olarak takdim eder ve inandırır. Fakat Troçki onunla bir türlü temas etmek, konuşmak istemez.
 

Evet. Niçin konuşmuyorsun diye sorduklarında, “Siz onun ben koministim demesine bakmayın. Biraz kazırsanız altından Osmanlı Paşası çıkar” dermiş.

Bu arada Moskova- Ankara arasında diplomasi faaliyetleri yürütüyor...

Bu diplomatik faaliyet esnasında Halil Paşa'nın üç tane prensip kararı var. Bir tanesi her ne pahasına olursa olsun Ankara'ya yardım. İkincisi, nerede olursa olsun İngilizler'e darbe. Üçüncüsü de Çin Türkistanı'nda başlamak üzere bilahare Sovyet Türkistanı'na geçen İttihat Terakki ayarında gizli bir cemiyet kurup Türkistan Türklerinin özerkliğini sağlamak. Bu prensiplere dayanarak hareket eden Halil Bey, Rus heyetini 8 ton altın bir o kadar silah ve topla beraber Kars'a getirir. Ankara'dan bir emir gelir. Halil Paşa'nın getirdiği yardımları alın, Halil Paşa'yı sokmayın. Şevket Süreyya, Halil Paşa kendisi istemedi, onun için girmedi der. Bu yanlıştır.

Halil Paşa üzülür mü?

Halil Paşa hiç müteessir değildir. Çünkü o vazife adamıdır. İş verirsin bitirir. Karşılığında para da istemez, mevki de. Soruyordum, üzülmedin mi diye. “Vatan için yaptım” diyordu. Moskova'da akciğer tüberkülozu olur. İklim serttir. Memleketine gitmesi tavsiye edilir. O şekilde Trabzon'a gelir. Trabzon karışıktır. Padişah, Ankara, İngiliz taraftarları vardır. Bir de bin tane adamı olan kayıkçılar kralı Kahya Yahya vardır. O, Halil Paşa'yı sahildeki bir evde korumaya alır. Ankara tedirgindir. Çünkü batıda Yunan ilerlemektedir. Bu arada doğuda da bir tehlike belirir. Enver Paşa, Kuşçubaşı Hacı Sami'yle birlikte Batum'a gelmiştir. Niyetleri Anadolu'ya girmek, Mustafa Kemal'i safdışı edip idareyi ele almaktır. Bu yüzden Ankara Halil Paşa'nın Trabzon'da kalmasını doğru bulmaz ve hudut harici edilmesini ister. Paşanın eşi Safiye hanım da üç çocuğuyla beraber Trabzon'a gelmiştir. Aile Trabzon'da buluşmuş, hasret gidermektedirler, ayrıca Halil Paşa hastadır. Müşkül bir durum. Neticede aile kararı alınır, Halil Paşa Moskova'ya, Safiye hanım da İstanbul'a döner. Bu konu da Şevket Süreyya tarafından iyice istismar edilmiştir. Halil Paşa da Enver Paşa'yla birlikte Ankara'ya gitmek istiyordu diye anlatılmıştır. Külliyen yalandır.

Enver Paşa şehit edildiği sıralarda Halil Paşa neredeydi?

Moskova'da. Paşa babam derdi ki, “Halil- Enver ikilisi Ankara için daima tehlikedir. Enver şehit olduktan sonra Halil bir mana ifade etmez, korkulmaz.” Enver Bey şehit düştükten sonra Ruslar Halil Paşa'yı hudut harici ederler. O sıralarda akciğer tüberkülozu ve onun sirayetiyle böbrek tüberkülozu olmuştur. Viyana'da ameliyat olur. Milli Mücadele bitmiş, hadiseler durulmuştur. Refet Paşa yoluyla Ankara'ya müracaat eder. Memlekete girmesinde mahsuru olup olmadığını sorar. Mahsuru yoktur derler ve Türkiye'ye döner. Doğru Ankara'ya gider bir vazife ister. Kendisine istirahat etmesi ve özel sektörde iş bulması tavsiye edilir. Her türlü vatan hizmetinden mahrum.
 

Son günleri nasıl geçti? O günlerde yanında mıydınız?

O, sanki bir arkadaştı ama aynı zamanda o bir babaydı. Hiçbir zaman ona baba diye hitap etmedim ama o biliyordu ki ben onu baba biliyorum. Bu yüzden şimdi bile 'paşa baba' diyorum. Doktor olduktan sonra mecburi hizmet için Anadolu'daydım. Dahiliye ihtisası yapmak üzere Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne tayin edildiğim sırada Halil Paşa da gırtlak kanseri olmuştu. Son zamanlarda durumu ağırlaşınca Haydarpaşa Askeri Hastanesi'ne getirilmişti. Sene 1957, ağustos ayı ve çok sıcak. Artık paşa sondadan bile bir damla su içemez haldeydi. Böyle hastalara serum başlanır ama hastane çok bakımsız. Seruma bile başlamamışlardı. Paşa babam susuzluk içerisindeydi, sanki Kerbela'daydı. O feci halini görünce çılgına döndüm. (Ağlıyor) Hastanenin duvarlarını çın çın öttürdüm.

Paşayı tanımıyorlar mıydı? Tanıyorlardı. Orada Kûtu'l-Amâre kahramanı, kendini vatana hizmete adamış, para mevki istememiş bu kahramanın acıklı halini gördüğümde çok perişan bir duruma düştüm. Hemşireler başhekime söylemişler. Başhekim de ne isterse yapın demiş. 10 gün kadar paşa babamı o hastanede rahat ettirdim. Talih bana paşa babamın son on gününü doktor olarak tedavi etmemi sağladı.

Güzel bir talih.

Bu da benim için bir kazançtı. Ölümü gayet sakin karşıladı. Telaşa düşmedi, artık öleceğini anlamıştı. “Oğlum ben öleceğim, beni evime götür” dedi. Ben de bir ambulansla Arnavutköy'e götürdüm. O gece de vefat etti. Başucunda Safiye Hanım'la birlikteydik. Ertesi günü basit bir seremoniyle Yahya Efendi Dergâhı mezarlığına defnedildi.

Askeri tören olmadı mı?

Öyle ahım şahım bir tören olmadı. Basit bir cenaze töreniydi. Zaten hayatı hep basit geçmişti. Öyle debdebeden hoşlanan bir adam değildi. Sessizce doğmuştu. 40- 50 senesini vatana hizmetle geçirmiş, son senelerinde Arnavutköy'e hapsedilmiş bir adamdı.

Niye öyle diyorsunuz? Bir mahkumiyeti yoktu.

Vatan hizmetinden mahrumdu. 40 yaşında, her türlü deneyimden geçmiş, askerliğinden ziyade devlet adamı, diplomat olmuş bir insandı. Hizmetten men edilmesi bir mahkumiyettir. Böyle bir insanın devlet hizmetinden uzak tutulması memlekete yapılmış en büyük ihanettir. Ayrıca cezalı olarak emekliye sevkedilmiştir. Orgeneral rütbesiyle emekli edilmesi lazımken, korgeneral olarak emekli edilmişti. Emekli aylığı 120 liraydı ama hiç şikayet etmemiştir.

Yalıyı nasıl almıştı?

Bağdat Cephesi'nde 6. Ordu Komutanı iken 2 sene İstanbul'a gelmemiştir. Arkadaşları ona bir ev almak ister ve bu evi münasip görürler. 15 bin lira kıymet biçilmiştir. Babadan kalma Beşiktaş'ta bir evi vardır, onu satar. Geri kalanı da arkadaşları aralarında toparlarlar ve o yalı bu şekilde alınır.

Halil Paşa'yı anlatmak için Antartika'ya giderim

Halil Paşa size her şeyini anlatır mıydı?

Anlatırdı. Halil Paşa'nın hatıratını yazan tek kişi benim. Benim notlarım, paşa babamın bana dikte ettiğidir. Yani şu anda ben konuşmuyorum. Halil Paşa konuşuyor.
 

Birinci amacım Halil Paşa'ya atılan karaların, çamurların doğru olmadığını, yanlışlığını delilleriyle ispat içindir. İkinci gaye olarak Halil Paşa'nın hayatından kesitler bulup o kesitleri anlatarak Halil Paşa'nın karakterini, düşüncelerini, duygularını aktarmaktır. Üçüncü olarak da Halil Paşa niye meçhul askerdir, niçin ve kimler tarafından unutturulmuştur? Bunun sebebini araştırmaktır. Ben 70 sene Halil Paşa'yı kimseye anlatamadım. 70 sene içerisinde Halil Paşa'yı bilen bir tarih hocasına rastlamadım.

Tarih hocaları da mı bilmiyordu?

Hiç kimse bilmiyor evlat. Tarih hocası bilmezse vatandaş nasıl bilsin? Bu, benim büyük derdim olmuştu. Aslında Halil Paşa hakkında yazılmış bir çok eser var. Bence iki tanesi orijinaldir. Benim yazdığım ve paşa babamla birlikte “Bitmeyen Savaş” ismini koyduğumuz yazılar Halil Paşa'nın orijinal sözleridir. İkinci orijinal kaynak Şevket Süreyya Aydemir'in eseridir ama Şevket Süreyya, Halil Paşa ve Enver Paşa hakkındaki fikirlerinde bitaraf değildir.

Neden?

Kendini affeden Atatürk'e karşı bir vefa borcu vardır. Bir çok yerde hadiseleri çarpıtır, bazı yerlerde de karalar, çamur atar. Bu iki kaynağın arasında yazılmış melez eserler vardır. Mesela tarih hocası Mehmet Emin Dinç'in doktora tezi var. İyi bir çalışma ancak eksik. Taylan Sorgun beye gelince, zannediyorum 1940 doğumlu. 17 yaşında gazeteciliğe başlamış. Halil Paşa'yla röportaj yaptığını Mehmet Emin Dinç'e söylemiş. Halil Paşa'yla röportaj yapması bence mümkün değil. Çünkü Halil Paşa 1957'de 6- 7 ay boyunca hastaydı. Esasen gazeteciyliğe yeni başlamış bir insanın da Halil Paşa gibi bir adamla röportaj yapması biraz güçtür. Mamafih yazdığı eser Bitmemiş Savaş ismini aldığına göre benim yazdığım notları görmüş olması lazım.

Siz o notları ne yapmıştınız?

İki üç sene sonunda tamamlanan hatıratın ismini paşa babamla birlikte Bitmeyen Savaş koyduk ve dosyalayıp rafa kaldırdık. Yani ona bırakmıştım. Vefatından sonra ne olduğunu bilmiyorum. Taylan Sorgun bey de bunu nasıl elde etti hiç malumatım yok. Erhan Çiftçi'nin de bir derlemesi var, o da melez eserdir.

Kûtu'l-Amâre ve Halil Paşa'nın gündeme gelmesinden memnun musunuz?

Ben Halil Paşa'nın bir çok yerde yanlış anlatıldığını, karalandığını, hadiselerin bir kısmınının unutturulduğunu ve Halil Paşa'nın meçhul asker olarak bırakıldığını düşünüyorum. Bu çok ayıp bir hadiseydi. 2015 senesinde Kûtu'l-Amâre ve Halil Paşa konuşulmaya başlandı. Bunun sebebi nedir bilmiyorum ama hangi sebeple olursa olsun bu siyasetten çok memnunum. Halil Paşa ortaya çıktı ya... Halil Paşa mevzuu için Antartika'ya git konuş deseler, giderim.

yenişafak gaz

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum