"HOŞ GELDİNE GİTMEK" / Prof. Dr. Öcal Oğuz

"HOŞ GELDİNE GİTMEK" / Prof. Dr. Öcal Oğuz
05 Nisan 2020 - 13:01

“HOŞ GELDİNE GİTMEK”

Türk kültürü zengin ritüeller, şölenler, toplanmalar kültürüdür. Sanayileşme ve kentleşme gibi “bireyselleştirici” etkiler dahi onun bu yönünü ortadan kaldıramamıştır.

Beşikten mezara kadar hayatın her alanında kendini gösteren bu kültür, örülen bir patik veya alınan bir maşallahla topluca doğdu görmeye gitmekle başlar, birbirimizin boynuna sarılıp ağıtlar yaktığımız cenazelerle sürer.

Çocuğu kırklarken ayrı toplanır, konu komşuyla hısım akrabayla diş hediği töreni yapar,  hele sünneti büyük bir toya, düğüne çeviririz. 

Şeker veya kuru yemişten olan düğün okuntusunu avuç avuç dağıtır, Camide mevlit şekerini veya bisküvi-lokumu tek tek ve elimizle ikram ederiz. 

Bu kültürde düğün evi ayrı şendir, bayram yeri ayrı. Düğünde halayımız, horonumuz, zeybeğimiz el ele, omuz omuzadır. Bayramda mendil kapmacayı aynı mendille, dalyayı aynı taşlarla yaparız. Çimenlerde kucak kucağa nefes nefese güreşiriz.

Sade bayramdan bayrama değil, iki gün görmesek büyüklerimizin ellerini öperiz, birbirimize sarılır, kucaklaşır hasret gideririz. Büyüklerin biraz da tatlı sert “öp bakayım elimi” sözünü çocukluğumuzdan beri kim bilir kaç kez duymuşuzdur.

Hasta ziyaretini topluca yaparız. Hastamız yatağından doğrulamasa, elini kaldıramasa bile biz uzanır elini öper, boynuna sarılırız. Şehirlerde hastane ziyaretine haberleşir topluca gideriz. “Geçmiş olsuna gitmek” diye bir deyimimiz bile vardır.

Biz “düğünde eğlenir, ölüde ağlanır” diyen katılımcı ve paylaşımcı bir kültüre sahibiz. Düğün evi ve cenaze evi, gelenle gidenle, çıkanla girenle dolar taşar, her seferinde büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpülür. Kırk gün de sürse düğün evi boş kalmaz, yedisinde, kırkında veya sene-yi devriyesinde ölü evinde uzaktan yakından yas almaya gelenler eksik olmaz. Aynı tastan çorba, aynı fincandan mırra içilir. 

Her hane, varına varlığına göre evladının doğumunu, düğününü, askere gitmesini veya askerden dönmesini köyün veya mahallenin ortasına kurduğu aş kazanlarıyla ve çifte davullar dövdürerek kutlar. Keşkeğinden kavurmasına kadar envai çeşit yemek, bildik bilmedik, tanıdık tanımadık herkese ikram edilir. Şimdi bu gelenek daracık düğün veya nikâh salonlarına sıkışsa da kaynaşmaya engel değildir.

Askere giden genç, bütün akrabayı, konu komşuyu dolaşır, helallik ister, el öper, harçlık alır. Bu gelenek “en büyük asker bizim asker” sloganıyla yapılan uğurlama törenleriyle yeni kente de taşınmıştır.

Evladını kınalayıp askere gönderen kültür, aile büyüğünü de “gidip de dönmemek, gelip de görmemek var” diyerek Hacca da törenle uğurlar. Hac yemeği eski kültürden kalma ölü aşı gibidir. Bu nedenle Hacı uğurlama bir dostla son görüşme gibi görülür. Hacı karşılama ise kazanılmış sevaba tanıklık etme heyecanı taşır. Kabe’ye sürülen ellerin avuç içini öpmenin, bir hurmanın ve bir yudum zemzemin manevi hazzı ölçülemez.

Bizim kültürümüzde gurbet, kâra, kazanca gidenin aylarca belki yıllarca sılasına dönemediği yerdir. “Yârim sen gideli yedi yıl oldu” diye ağlayan taze gelin kadar, bütün eş dostun konu komşunun hasretini çektiği gurbetçi ya İstanbul’dan ya Halep’ten ya da son dönemin acı vatanı Almanya’dan dönüp gelince evler, ocaklar şenlenir.  Gelen giden eksik olmaz, sofralar kalkar, çaylar, kahveler gelir. 

Köylerin boşalıp şehirlerin dolduğu sanayileşme çağında daha çok emekliler, hem eski günleri anmak hem de şehrin karmaşasından kaçmak için köy evine dönmek, bağını bahçesini yeşertmek ister. Onlar da gurbetçi sayılır ve tabii sarılıp kucaklaşıp özlem giderilir. Köyün kahvesi veya Camisi buluşmanın, kaynaşmanın diğer adresleri olur. 

Toplanıp saatlerce eğlendiğimiz, dip dibe, diz dize oturup aynı kaptan yemek yediğimiz yarenimiz, baranamız, sıra gecemiz, ferfenemiz, odamız ayrı şendir, kadın meclislerimiz ayrı. Hıdırellez’de toplanır martufal okuruz, imece de mani yarıştırırız. 

Şehir hayatı belki bunların bir bölümünü yapılamaz hâle getirdi ama biz “ole ole şampiyon” diyerek statlarda tuttuğumuz takım için tezahürat yaparak, kahvehanelerde şifreli kanallardan maç izleyerek, altın günü yaparak bu toplanma, görüşme ve kaynaşma ihtiyacımızı gidermeye devam ederiz.  

Hele iki dinî bayramda ve son zamanlara yılbaşında aile büyükleriyle bir araya gelmek, sevgimizin nişanesi, bağlılığımızın göstergesi olmuştur. Meşakkatli yolculukların, eskinin çarşı pazarında veya şimdinin AVM’lerinde itiş kakış yapılan alışverişlerin hepsini birbirimize sarılınca unuturuz. 

İster gurbetçi, ister asker ister Hacı olsun gurbettekilerin dönüp geldiği her durumda günlerce süren “hoş geldin” ziyaretlerine tanık oluruz. Halk arasında bunun adı “hoş geldine gitmek” olarak kodlanmıştır. Gelmeyenler ayıplanır, hatta küsülür. Elbette bir de bunun uğurlaması vardır. “Bana güle güle demedi” diye sitem ederiz o zaman da.

Muhabbetin azlığını “aramıza kara kedi mi girdi” diye sorgularız veya “aramıza mesafe girdi” diye üzülürüz. 

Hâsılı kelam, atalarımız birbirimize duyduğumuz sevginin bir gün bu denli öldürücü olacağını bilselerdi bizi korumak için daha soğuk, daha mesafeli bir kültür inşa ederlerdi belki… 

Ama bu kültürün bu yönlerinin virüsü yayıcı etkisi kadar virüsle gelen sıkıntılardan kurtuluşun  kodlarına sahip olduğunu önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz. Umudum ve inancım bu yöndedir.

Prof. Dr. Öcal Oğuz

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum