Âhlarla Ahıska - Gözde GÜNDÜZ

Eğitimci - Şair - Yazar Gözde GÜNDÜZ Hanımefendinin "Âhlarla Ahıska" adlı ilk defa sitemizde yayınlanan hikayesi...

Âhlarla Ahıska - Gözde GÜNDÜZ
25 Ağustos 2019 - 01:18 - Güncelleme: 14 Kasım 2019 - 12:07

Âhlarla Ahıska

...Sonbaharın son günleriydi...

Havale geçirmiş çocuklar gibi oluyorum kimi zaman, durup düşünüp bir noktaya dalıp gidiyorum.

Maziyi düşündükçe benzim sararıyor, kanım çekiliyor.

Şimdi gibi hatırımda yaşananlar. O günü hiç unutamadım. İliklerime kadar işledi bütün açıklığıyla zaman. Köydeyiz Üşkür Köy’ü bizim köy. Ekimin son günleri bir cuma günüydü. Havanın aldatıcılığıyla bir içeri bir dışarı ahırdaki hayvanların günlük işleriyle uğraşıyordu annem. O serin havada boncuk boncuk terlemişti. Kuzinenin önüne eğildi. Bir süre öyle bekleyince rahatsızlandığını sandım. Sonra doğruldu ibrikteki suyu küçük çaydanlığın altına döktü kuzinenin üzerine koydu. Bol basma donunun ağını toplayarak ayağa kalktı, tahta merdivenleri çıtırdata çıtırdata aşağı inip avluya çıktı. Ahlat ağacının altına koyduğumuz, dağdan bayırdan topladığımız çalı çırpılardan bir kucak alıp, çuvalın üzerine koydu. Bir vakitte ağacın altında çömeldi kaldı. Yan komşu avluya kafasını uzatıp bir şeyler diyordu, bir süre konuştular. Annem basma donunun ağını elleriyle toplayıp çuvalı eline aldığından bi gayret içeri girdi. Merdivenin çıtırtıları onun ne kadar mecalsiz kaldığının sesleriydi sanki. Kapı eşiğini adımlayıp içeri girdi. Çuvalı açtı, ince ince çıtırdakları kırıp kuzinenin içine özenle yerleştirdi. Ateşi harladı. Avluya indik. Beş ekmeklik hamuru daha gün ayarken yoğurmuştu. Ahlatın biraz berisinde kuyunun yanında fırın vardı. Ordan burdan topladığımız taşları üst üste yığıp, üzerine de beyaz toprakla ahırdaki samanlardan çamur karıp sıvayarak yapmıştık. Beş on gün bekleyip taşları çıkarmıştık o zamanlar. Fırının önüne uzun çırpıları sürüyerek getirdik. Annem fırını yaktı. Yukarı çıktık. Kuzinenin yanında içine sofra bezi serilmiş piniyedin üstünden sofra bezini açtı. Ekmekler kabarmıştı. Beraber tutup aşağıya indirdik. Eşiğin oraya koyduk. Fırın harlı yanıyordu, içine çırpılardan biraz daha yerleştirdi. Havanın ayazı icimizi üşütüyordu, kapı eşiğinin oraya oturduk. Az önce seslenen komşu avluya gelmişti. O günlerde su sızdırmıyorlardı aradan hatırımda... Birr süre yanımızda oturdu, sonra gitti. Annem közlenen fırının başına geçti. Ucuna telle bez bağlı süngüyü aldı. Bakır kovayı tıngırdatarak kuyuya saldı, biraz şu çekip süngünün ucundaki bezi ıslattı. Uzunca bir karıştırgaçla közleri fırının ağzına çekip süngüyü fırının içinde gezdirdi. Piniyedi tuttuk fırının oraya getirdik. Küreği aldım fırının ağzına dayadım. Annem sofrabezininbi ucundan tutup, kabaran ekmeği öteki eline attırdı. Küreğe koyup fırına koydu. Hepsini bu şekilde yerleştirdik. Fırının önünde teneke dayadı. Piniyedi sırtladı, yuları çıktık. Kaynayan suda çayı demledi. Bir şeyler atıştırdık . Yeşil çerçeveli camın önüne oturduk. Kuzinenin cızıltısında bakınıyorduk avluya doğru.

İki üç Rus askerinin az evvel gelen komşuyla avlunun ilerisinden bizim eve baktığını gördük. Aralık perdeyi çektik.

Anam garip işte şimdi şimdi anlıyorum, hayra yorardı hep.

Birden kuzinenin önüne geçti. Soğuk soğuk terlediğini farkettim. Avludan bi hışım pirket gibi bir şey bulup getirdim. Kuzinenin üzerinde ısıttı ayaklarının altına koydu.

Uzandık biraz, uyumuşuz... Uyandığımızda vakit epey olmuştu. Kalktı biraz işlendi. Elinde sofra beziyle fırının yanına indik. Tenekeyi aldı. Kürekle ekmekleri fırının ağzına koydu,

külünü, közünü silkelletti. Üst üste sofra bezine koyup bohça yaptı. Tuttuk beraber çıkardık yukarı.

Bi tuhaflık olduğu belliydi annemin üstünde. Sanki avluda askerleri gördüğünden beri kanı çekilmişti. Beti benzi atmıştı. Hâlâ gözümün önünden gitmiyor o halleri. Yıllar yılı silinmedi o gün...

Vakit akşama yaklaşıyordu. Babamın yukarı çıktığını duydum. Çalışmaktan dönmüştü. Gözleri kan çanağı, yorgunluğu yüzünden, üzgünlüğü gözlerinden okunuyordu. Geçti kuzinenin dibine ısınırken biraz muhabbet ettik ailecek. Konuşmaya bî mecaldi. Öyle eskisi gibi çiftçilik değil tabi yaptığı iş.

Çalışmak mı? Şöyle çalışmak.

Komünist imecesi duydunuz mu hiç? Duymadınız değil mi? Biz o yaşlarda çocuk aklı ne olduğunu bilmeden öğrendik hep... Şimdi şimdi düşünüyorum da hangi şartlarda hangi yaşantılar, zorluklarmış...

Demiryolu inşaatında çalıştırılıyorlardı babamlar, o hayvan vagonlarına bindirilip gönderileceğimiz demiryolu inşaatı... Kendi elleriyle yaptıklarından bi haber.

Annem yaptığı sıcak ekmekten kesti. Sofra bezini attı yere, tahtanın üzerine mükellef bir sofra hazırladı. O gün sanki son günmüşcesine ne varsa koymuştu sofraya. Muhabbetle oturduk sofranın başına. Avluda sesler oldu. Babam hemen perdeyi aralayıp kafasını uzattı, karanlık basmak üzereydi hemen hemen.

İki üç Rus askeriydi gelenler , o gündüz gördüklerimiz. Avluya çıktık. Bizi üç dört günlüğüne alıkoyacaklarını sonra da geri getireceklerini söylediler. Içimize bi şüphe düşmüştü.

Tabi çok sonraları öğrendik. Komşularımızdan öğrenmişlerdi Türk evlerini. Sonra bi dizi ihbar falan başlamış bizler için. Yanınıza birkaç elzem eşya almanız yeterli dediler.

Nasılsa geri döneceğiz ya...

Eve çıktık. Annem lüzumlu birkaç eşyayı topladı aldı yanımıza. Evin anahtarını bahçenin kilidini komşularımıza verdi. Döneceğiz ya güya üç gün... Ahırdaki hayvanları yemleyin sulayın diye. Iyi güzel her işi hallettik.

Meğer son görüşümüzmüş, her şeyi evimizi, barkımızı, köyümüzü son görüşümüz... Kim ne bilsin.

Yanımıza aldığımız üç beş önemli eşyayla aldılar götürdüler bizi. Biraz yol gittik. İstasyonmus getirdiker. Bizim gibiler hep orada. Meğer hepimize benzer şeyler söylenmiş. Üç beş gün sonra getireceğiz sizi diye. Buz gibi gecenin ayazında hayvan taşıyan katar vagonlara bindik. Bir şeyler oluyordu ama ne..?

Yemek yok, su yok, yolda çilemiz başladı. Günler sürdü. Açlıktan bitâp düştük. Hastalanan mı ararsın, vefat eden mi ararsın. Vefat edenleri zebellah gibi sarı benizli Rus askerleri katarlardan aşağı atıyor. Türklüğümüzü geçtim, insanlığımıza, analara, çocuklara zerre ihtimam yok.

Yani anlayacağınız o gün bugün işte. Unutulmadan geçen yıllar. Anlayacağınız çoluk çocuk perişan olduk.

Anam beni babamın urbalarıyla örttü bastırdı. Kapılardan ayaz ciğerlerimize kadar işliyordu. Ölsek iyi de diyordum, ölünmüyor da...

... Çocuk aklım...

Nasıl ölünür ki, nasıl çıkarız burdan, nasıl biter? Günler geçmedi. Durduğumuz istasyonlarda birkaç yiyecek dağıtılıyor. Anam pay etmeden hepsini bana veriyor garibim. Nimet ama yenilecek gibi değil. Su istiyoruz su yok, verilmiyor. Her şeyden mahrum insanlığımızı unutarak kırk güne yakın yol gitmişiz. Üç beş gün diye çıktığımız köyümüzden günlerce mahrum kaldık. Bilmiyoruz ki hala... Hâlâ dönme umudu... Vardığımız yer neresi söylenmedi. Meğer Kazakistan’mış. Onu da sonradan öğrendik. Kazak elinin kışı malûm.

Neredeyiz, niye geldik, suçumuz ne bilmeden günlerce harap düştük. Nerede yatacağız? Yatacak yer yok. Yiyecek bir şey yok. Eşya yok. Toprak vatan neye tutunalım..?

Ölmedik velhâsıl...

Yaşayacak , görecek günümüz varmış. Sadece hayatta kalabilmekmiş tek düşündüğümüz.

O günler mıh gibi aklımda. Malum Kazak kışı bile yıpratmaya yeter insanı. Hele ki barksız kaldıysan. Tahtalardan başımızı sokabileceğimiz bir yer yapabildik günler sonra. Yeni bir düzen tutturmaya koyulduk. Bir daha köyümüze dönmeyeceğimizi anlamamız çok geç oldu.

Neydi bizim kabahatimiz? Yerimizden yurdumuzdan sürülecek kadar...

Türklüğümüzdü suçumuz.

Yılmadık. Yıldırmadı bizi, ana yurttan ata toprağına gitmek ağrımıza gitmedi bizim. Bizim ağrımıza giden Türk olduğumuz için yerimizden yurdumuzdan edilmemiz.

Biz ölmedik. Stalin öldü, biz ölmedik.

Bizim adımız Ahıska...

Gözde GÜNDÜZ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum