HAÇLI, SİYONİST ve EMPERYALİST BATININ ERMENİCİLİK OYUNCAĞI - Nurullah Çetin

HAÇLI, SİYONİST ve EMPERYALİST BATININ ERMENİCİLİK OYUNCAĞI - Nurullah Çetin
24 Nisan 2019 - 14:42
HAÇLI, SİYONİST ve EMPERYALİST BATININ ERMENİCİLİK OYUNCAĞI
Nurullah Çetin

Not: Üstteki resimde Türklerin soyunu kırmak için silahlanan Ermeni kızları görülüyor.

Ermeni sorunu yoktur. Türklerin Ermenilere soykırım uygulaması yoktur. Tam tersine Ermeniler Türklerin soyunu kırmıştır. Var olan sorun, Haçlı zihniyetini koruyan ve emperyalist amaçlarından vazgeçmeyen Batılı ülkelerin Türkiye’yi, Türk Devletini parçalama ve paylaşma, Türk milletini tasfiye etme, tarihten silme niyeti gibi şeytani bir sorun vardır. Batının Haçlı Emperyalist amaçları için bir araç olarak kullandığı unsurlardan biri Ermenilerdir.

Osmanlı Devleti, 1914 yılında Birinci Dünya Paylaşım Savaşına girince erkekler savaşa gitti, Türkler zor duruma düştü. Seferberlik sırasında askere alınan Ermeni erkeklerin bir kısmı silahını alıp firar ederek Rus ordusuna katılmış, bize karşı savaşmış. Türk ordusu içinde kalanlar da ya askerlerimizi geriden vurmuş ya da casusluk yapmışlar. 

Bu zor durumdan istifade etmek isteyen Ermeni terör örgütleri durumu fırsat bilip köylerde, şehirlerde kalan erkeksiz Türk kadınlarına, çocuklarına, ihtiyarlarına, camilerine saldırdılar, halkı vahşice katlettiler. Ayrıca bu savaş ortamında Ruslarla işbirliği yaparak Doğu Anadolu’ya saldıran Ruslara yardım ettiler. Rus orduları ve Ermeni terör örgütleri birleşerek Doğu Anadolu bölgesini işgal ettiler. Bölge vatandaşı olan Türkleri topluca öldürmeye başladılar.

Türk ordusu, Birinci Dünya Paylaşım Savaşında pek çok cephede savaşırken bu zor durumu fırsat bilen Ermeni terör örgütleri, her tarafı yakıp yıkıyor, kasıp kavuruyordu. Osmanlı Devleti de kendi vatandaşlarını ve devletini korumak için kanun çıkararak terör örgütü üyesi ya da terör örgütlerine yardım ve yataklık yapan bazı Ermenileri, ülkenin bir yerinden başka bir yerine göç ettirdi. Kendi halinde, zararsız, kanunlara uyan, normal vatandaş olan Ermenileri göçürmemiştir. Yani Osmanlı Devleti suçlu, isyancı, eşkiyalık yapan ve devlete silah doğrultanlara karşı yine çok hafif önlemler almıştır. Tehcir dedikleri budur.

Tehcir kanunu şudur:
“Madde 1: Savaş zamanında ordu, kolordu ve fırka komutanları, bunların vekilleri ve bağımsız bölge komutanları halk tarafından herhangi bir şekilde hükümetin emirleri, memleketin savunması ve güvenliğin korunmasıyla ilgili uygulama ve tertiplerine karşı muhalefet edilirse, silahla saldırılırsa ve karşı koyarlarsa hemen askerî kuvvet ile şiddetli şekilde haddini bildirmeye, saldırı ve isyanı temelinden yok etmeye izinlidir ve mecburdur.

Madde 2: Ordu, müstakil kolordu ve fırka komutanları, askeriyenin gereklerine dayalı olarak casusluk ve hainliklerini hissettikleri köy, bölge ve kasabaların halkını tek tek veya toplu olarak diğer başka yerlere sevk ve iskan ettirebilirler.
Madde 3: Bu kanun, yayınlanmasından itibaren geçerlidir.
28 Mayıs 1915”

Türk ordusu, Ermeni terör örgütlerini terör eylemleri yapmamaları, silahlı saldırılarını durdurmaları konusunda uyarmış ama onlar, Rusya ve Avrupa devletlerine güvenerek Türkleri topluca öldürmeye devam etmişlerdir. Bunun üzerine Osmanlı Devleti mecburen çıkardığı Tehcir kanunuyla bir kısım Ermenileri başka bölgelere göçürmüştür. Bu göç işinde Ermenilere kolaylık olsun diye Devlet, 27 Mayıs 1915 tarihinde bir talimatname yayınladı. Şöyle:

1. Göçe tabi tutulan Ermeniler, bütün taşınmaya müsait eşyalarıyla hayvanlarını birlikte götürebilirler.

2. Yeni yerleştirilecek yerlere sevk edilen Ermenilerin yolda hayatlarının ve mallarının korunması ile yeme içme ve istirahatlarının sağlanması, bu işle ilgili memurlar tarafından yapılacaktır.

3. Yeni yerleştirilen yerlerde Ermeniler kasabalar ve köyler yanında yapılacak evlerde veya hükümet tarafından yeniden kurulacak köylerde yerleştirileceklerdir.

4. Yeniden kurulacak Ermeni köyleri demiryollarından 25 kilometre uzakta olacaktır.

5. Yeni yerlerine giden Ermenilerin yiyecek içecekleri, kazançları bir hale gelinceye kadar hükümet tarafından sağlanacak ve evleri hükümetçe yaptırılacaktır.

6. Sağlık durumlarının mükemmel bir halde bulundurulması, göçmen komisyonlarınca tamamlanacaktır.

7. Yeme içmeleri için yeter derecede ihtiyaç maddeleri, memurlar, mutasarrıflar ve valiler tarafından ayrılacaktır.

8. Muhtaç olanlara, ziraat ve sanatı ilgilendiren sermaye veyahut aletler ve araçlar verilecektir.”

Bu tehcir kanunu gereği, ülke güvenliği için bir kısım Ermeniler, Suriye bölgesine düzenli bir şekilde güvenlik içinde sevkedilmiş, ama göç sırasında bile Türk askerlerine silah doğrultmuşlar, yine kargaşa çıkarmışlardır.
27 Mayıs 1915’te Tehcir kanunu çıkarıldı. Bu tehcir, soykırım değil, bir tedbirdir.

Tehcir Yani Göçürme Kanunu ve Gerekçeleri şunlardır:
-Kendi toprak bütünlüğünü savunmak.
-Savaş sırasında cephede bulunan orduların cephe gerisini emniyete almak.
-İç güvenliği sağlamak.
-Düşmanla işbirliği yapanları caydırmak ve cezalandırmak.
Doğu cephesinde Rus Ordusu Türkleri yok etmeye çalışırken cephe gerisinde bazı Ermeniler örgütlenmişler, çete, terör örgütleri kurmuşlar ve masum Türkleri, yaşlı, kadın, çoluk çocuk demeden kalleşçe öldürmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti savaş alanlarında yaşayan Ermeni halkı Devletin başka topraklarına nakletmişti. Tehcir denilen olayın özü budur. 

Tehcir, Türk milleti için hayırlı olmuştur. Zira tehcir olmasaydı nasıl daha önce 1912 savaşlarıyla Balkanları kaybettiysek, 1914 Birinci Dünya Paylaşım Savaşı sonucu Doğu Anadolu’yu da kaybederdik.

Biz Çanakkale’de canımızı dişimize takmış varlığımızı koruma mücadelesi verirken arkamızda Ermeniler, 17 Nisan 1915'te Van, Bitlis ve Çatak'ı işgal ederek çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden masum, savunmasız Türkleri toplu kırımdan geçiriyorlardı. Zira erkekler, gençler savaşta idi, geride kalan çoluk çocuk kadın ve yaşlılar da Ermeni çetelerinin insafına terk edilmişti. 

Sadece Van’da 80 bin Türk katledildi. Pek çok Türk kadını Akdamar Kilisesine götürülüp tecavüz edildi. Tecavüzden kaçabilen Türk kadınları namuslarını korumak için Van gölüne atlayıp boğularak şehit oldular. Bu durumda bile biz en insani yolu tercih ettik. Rahat durmayan Ermenileri ülkemizin bir yerinden bir başka yerine yani yine kendi sınırlarımız içinde kalan başka topraklara göç ettirdik. Tehcir denen şey budur.
Tehcir, Türk milleti için hayırlı olmuştur. 

Zira bu yolla, Türklerin toptan katledilmesinin önüne geçildi. Tehcir olmasaydı, silahlı Ermeni çeteleri, askere gidemeyen, köyünde kentinde kalan masum Türkleri toptan katledeceklerdi. Tehcir, aynı zamanda Ermeniler için de hayırlı olmuştur. Zira bu yolla Ermeniler hayatta kalmıştır. 

Tehcir olmasaydı cepheden dönen Mehmetçikler, nişanlılarının, eşlerinin, kızkardeşlerinin, analarının Ermeniler tarafından tecavüze uğradıklarını, kardeşlerinin, babalarının, çocuklarının vahşice katledildiklerini görünce çılgına dönecekler ve bütün Ermenileri bir tane bile kalmamacasına yok edeceklerdi. O bakımdan Ermeniler tehcire şükretsinler. 

Üçüncü Ordu kumandanı Mahmud Kâmil Paşa İstanbul’a, Harbiye Nezareti’ne (Savunma Bakanlığı) 19 Haziran 1915’te bir mektup gönderdi. Bu mektubun günümüz Türkçesiyle karşılığı şudur:

“...Doğu’daki savaş alanı Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas vilâyetlerinden ibarettir. Harekât buralarda yapıldığı gibi ordunun ihtiyaç duyduğu yiyecek maddeleri de bu illerden sağlanmaktadır. SİLÂH, BOMBA VE PATLAYICILAR Erzurum, Van ve Bitlis illeri dahilindeki Ermeniler firar edip düşman tarafına katılmak, çeteler teşkil ederek yolları kesmek, halkı katl ve depoları yağma ve tahrip etmek suretiyle içyüzlerini gösterdiler. 

Sivas, Diyarbakır ve Elazığ illerinde yaşayan Ermenilerin de aynı maksat ve emelde oldukları ele geçirilen silâh, bomba, patlayıcı maddeler ve meydana çıkarılan teşkilât ve tertipleri ile belli olmuş ve daha sonra Karahisar’daki olay ile de tesbit edilmiştir. SÜRMEDEN YAPAMAYACAĞIZ Dolayısıyla orduyu besleyecek olan bölgenin ve menzil sınırımızın geçtiği yerlerde düşmanca emeller ile dolu bu unsurların yaşamasını, ordunun yiyecek ihtiyacı ve emniyeti bakımından tehlikeli görüyorum. 

Ordu, dış düşmana karşı büyük zorluklarla mukavemet ettiği bir anda, ikmal görevlilerinin ve yeni kuvvetlerinin bir kısmını iç düşmanlara ayırarak büyük bir tehlikeye maruz kalıyor. Dolayısıyla gelecekte daha vahim durumlar karşısında kalmamak için, şimdiden yukarıda arzedilen illerdeki Ermeniler’in de Halep ve Musul bölgelerine sevk ve iskân edilmesine izin verilmesi ile valilere ordu tarafından bu konuda yapılacak tebliğlerin sekteye uğramamasına inayet buyurulmasını ve bu hususta verilecek olan onayın da derhal bildirilmesini istirham ederim”. 

Erzurum’u Rusların yardımıyla işgal eden Ermeniler, orada yaşayan Türklere korkunç zulümler ediyorlardı. 1918 yılında Erzurum’a giren Antranik, Rus generali üniformasıyla Türkleri vagonlara doldurup bilinmeyen yerlerde yok ediyordu. Aynı yıl Türk’ün efsanevî komutanı Kazım Karabekir Paşa, Erzurum’a girer ve işgalci, zalim ve cani Antranik ve ordularını darmadağın eder ve Erzurum’dan kovar. 
Birinci Dünya Prekesiyle ülkemiz, İtilaf Devletleri denilen İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Amerika gibi devletlerden oluşan son Haçlı orduları tarafından işgal edildi. Türk ordusu dağıtıldı ve bu işgal döneminde de Ermeni terör örgütleri boş durmadı. Göç ettirildikleri yerlerden dönerek tekrar şehirlerimizi, köylerimizi onlar da işgal etmeye başladılar. 
Rus generali diye bilinen Ermeni Antranik, Erzurum’dan kaçarken bile 3000 Türk vatandaşını canice şehit etti. Yine aynı şekilde Sarıkamış’ta güya vali olan Ermeni Vartabet Agop, 2000 Türk vatandaşını zalimce öldürerek şehit etti. Ermeni çeteler, pek çok yerde olduğu gibi şehirden kaçarken bile şehrin her tarafını yakmışlardır.

Birinci Dünya Paylaşım Savaşı bitip, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesiyle ülkemiz, İtilaf Devletleri denilen İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Amerika gibi devletlerden oluşan son Haçlı orduları tarafından işgal edildi. Türk ordusu dağıtıldı ve bu işgal döneminde de Ermeni terör örgütleri boş durmadı. Göç ettirildikleri yerlerden dönerek tekrar şehirlerimizi, köylerimizi onlar da işgal etmeye başladılar. 

Daha önce Ruslardan yardım gören Ermeni eşkıya örgütleri, bu sefer Fransız ve İngilizlerden destek ve yardım görmeye başladılar ve Türkleri tekrar kırmaya başladılar. Batılı devletler de 10 Ağustos 1920’de İstanbul Hükümeti ile imzaladıkları Sevr Anlaşması gereğince Erzurum, Van, Trabzon, Bitlis, Muş ve Kars vilayetlerini içine alan bölgede kâğıt üzerinde bir Ermenistan Devleti kuruveriyorlardı. 

İşgal döneminde Millî Mücadele sırasında bir taraftan Fransız, İngiliz, Yunan orduları ile savaşırken, öbür yandan Ermeni terör örgütleri ile savaşan Başbuğ Mustafa Kemal ve arkadaşları, Türk’ün istiklalci ordusu olan Kuva-yı Milliye, hem Haçlı ordusu olan Batılı işgal ordularını, hem de onların eteği altına sığınarak Türk’ü yok etmeye çalışan Ermeni teröristlerini yurdumuzdan temizledi.

*1915 Döneminde Türklerin Ermenilere Soykırım Uyguladığı Yalanı

Türkler, Ermenilere soykırım uygulamadılar, tam tersine çok iyi davrandılar. Ama Ermeni çeteleri, Türklere karşı vahşice saldırılar düzenlediler. Fakat dünya kamuoyunu hep yanlış bilgilerle yönlendirmeye çalıştılar. İşte bu yalan yanlış propagandalar karşısında insaflı bir Batılının yazısını aşağıya alıyoruz.

1915-1917 tarihlerinde Ermenilerle de birlikte kalan Binbaşı Hjalmar Pravitz'in 23 Nisan 1917 tarihinde İsveç Nya Dağlıgt Allehanda gazetesinde “Aralarında Bulunmuş Birinin Ağzından Ermeni Durumu” başlığıyla yayınlanmış mektup haberinin Türkçe metni şöyledir:

Nya Dağlıgt Allehanda
Pazartesi, 23 Nisan 1917
“Aralarında Bulunmuş Olan Birinin Ağzından Ermenilerin Durumu”
İsveç'li bir subay, Bayan Marika Stjernstedt'in yazdıklarını derinlemesine inceliyor.

Geçenlerde yurt dışından (İran'dan) ülkeme döndüm. Biraz geç de olsa elime geçen Ermeni sorunu ile ilgili İsveç'te yazılmış iki kitabı inceleme fırsatını buldum. Bunlardan birincisi (Karl Gustav) Ossiannilsson'un "Soylu insan - Sven Hedin - ", ikincisi Marika Stjernstedt'in "Ermenilerin Acınacak Durumu".

Birinci kitabı doğrudan çöpe attım. Sven Hedin'e karşı kötü, gizli manalı ifadeler beni, Dagens Nyheter gazetesindeki bir baş makale kadar bile ilgilendirmedi. İkinci kitapta verilmek istenen, Ermenilerin çektikleri acıların abartılı olarak ifade edilmesi. Bu kitabı sonuna kadar bir solukta okudum. İşte benim şimdi yapmak istediğim, olayları anlatmak ve bu iki kitaptaki yanlış ve çarpıklıkları ortaya çıkarmak.

Ermenilerin sefaletini, benim kadar yakından başka hiç bir İsveçlinin görme ve inceleme fırsatı olmadığını söyleme cesaretini gösteriyorum. Bir aylık bir süre için bu zavallı göçmenlerin arasında yolculuk ettim ve bu yolculuk, her iki yazara göre iddia edilen katliamın gerçekleştiği 1915 yılının sonbaharının sonunda gerçekleşti.

Yukarıdaki her iki çalışmada yazılanlarla söylenmek istenen, Türkler ve Almanların insanlık dışı ve barbarca davrandıkları şeklindedir. Ben, aşağıda tamamen kendi gözlemlerime göre gördüklerimi yazdım. Bunu yaparken, yukarıdaki bu iki yazarca okuyucuya verilmek istenen izlenimlerin, aslında doğru olmadığını anlatabilmeyi umut ediyorum.

Kitapların içeriğinden anladığım kadarıyla, her iki yazar da hem Türklerin hem de Almanların bilinçli olarak saldırı ve katliam işlediklerini anlatmak istemişler. Yaşananların şahidi durumunda olmam, bana, bu gibi yalan iddiaları kınama hak ve yükümlülüğünü veriyor ve buna ek olarak kendi gördüklerim bu protestoyu güçlendiriyor.

İşin gerçeğine bakarsak büyük ölçüde Almanların ve müttefiklerinin (Türkiye, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan) dostuyum. Öte taraftan tarafsız ülkenin (İsveç) vatandaşı olarak tutarlı olmak gerekiyor. İstanbul'dan Anadolu'ya doğru yolculuğuma başladığımda kulaklarım Amerikalı gezginlerin, zavallı Ermenilerin Türk efendileri tarafından nasıl katliama uğradığı şeklinde anlatılanlarla, yani önyargılarla doluydu. 

Tanrım! Nasıl bir kargaşa görecektim acaba ve nasıl bir zulme şahit olacaktım? Orta Doğu'da görevli olarak (İran Jandarma teşkilatını kurmak ve geliştirmek için) uzun yıllar yaşadığım için, Hristiyan olduklarından dolayı, Ermenilerin Tanrı'nın en sevgili kulları olduğu şeklindeki görüşe katılmam kesinlikle mümkün değildir. Türklerin saldırıları ve isimsiz kurbanlar hakkındaki söylentilerin doğru olup olmadığını anlayabilmek için gözlerimi açmaya karar verdim.

Her zaman sefilliğe şahit oldum. Ancak önceden planlanmış bir katliama hiçbir yerde şahit olmadım. Kesinlikle hayır. İşte bu nedenle gördüklerimi yazma gereği duydum.
Savaşın başında, güvenilmez Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu'nun kuzey kısmından güneye sürülmelerinin sebebini kavramak ve Türk hükümetinin zorunlu nedenlerle bu işi yaptığını anlamak gerekiyordu.

Nefret ettikleri bölge yetkililerine karşı istila ordusu ile birlikte ortak bir saldırı yapmak için sadece Rusların gelmesini bekleyen tüm bu Ermeni yerleşim birimlerini Erzurum bölgesinden çıkarmak önemliydi ve gerekliydi. Erzurum, Şubat 1916'da düştüğünde, Rusya'da tutsak kaldığım sırada tutsaklığı paylaştığım bir Ermeni, bana şunları dedi: "Biz sürülmeyip Erzurum'da bırakılsaydık, Erzurum çok daha önceden düşerdi". Eğer güçlü dış düşmanlar tarafından tehdit edilen ve saldırıya uğrayan Türkiye gibi bir ülke, sinsi iç düşmanlara karşı kendini korumaya çalışıyorsa buna kimse karşı çıkamaz.

Ermenilerin bir çeşit Türk esareti altında yaşadıklarını ve sürekli baskı gördüklerini iddia edenlerin kuruntu yaptığını düşünüyorum. Daha kötü durumda olan uluslar bulunmaktadır. Mesela İngiliz sömürgesi altında yaşayan Hint kulilerine ve Bengallilere, Rusların "penétrationpacifique" (hissettirmeden ülkeye girme) politikası altında İran Azerbaycan'da yaşayan milliyetçilere ve Belçikalı Kongo'sundaki zencilere ve Fransa Guyana'daki Kauçuk bölgesinde yaşayan yerli halka ne demeli! Tüm bu uluslar, bence Ermenilerin görmüş olduğu iddia edilen sürekli baskıdan ve verdikleri kurbanlardan çok daha fazla baskı görmüşlerdir. 

Kural olarak, bir ulusun sürekli ve bir nebze daha hafif bir zulme dayanması, kanlı ama hızlı bir şekilde biten bir zulme veya git gide Avrupa'nın dikkatini üzerine çeken, Ermeni sorunu olarak nitelendirilen sadece bir saldırıya dayanmasından çok daha zordur. Dönem dönem ortaya çıkan katliamlar bir yana bırakılırsa - ki bu katliamların kuşkusuz büyük ölçüde nedeni yine Ermenilerdir - Ermenilere oldukça iyi davranıldığını düşünüyorum. Kendi dinleri, kendi sözlü ve yazılı dilleri ve kendi okulları vs. hepsi var.

"Öte yandan söz konusu büyük Ermeni göçü hakkında, Türk yetkili kuruluşlarının göçmenlerin sıkıntılarını azaltmak için yaptıkları çabaların çok eksik ve yetersiz olduğunu itiraf etmek durumundayım. Ancak işin doğrusunu söylemek gerekirse ve bir kez daha vurgulamak isterim ki, Türkiye'nin içinde bulunduğu zor koşullar, yani üç güçlü düşman tarafından saldırıya uğramış olduğu göz önüne alındığında, Türklerin böyle koşullarda organize bir yardım faaliyeti yürütmesi imkânsız olmuştur.

Ben, "Tanin"in (Türk gazetesi) deyimiyle bu zavallı "göçmenleri - muhacirleri" çok yakından gördüm. Onları Anadolu'da trende, Konya'da ve başka yerlerde öküz arabalarında ve Toros dağlarında sayısız kafileler halinde yürürken, Tarsus ve Adana'da çadır kamplarında gördüm. Ayrıca Halep'te, Deir-el-Zor ve Ana'da gördüm.

"Yol kenarlarında ölmek üzere olanları ve ölüp kalanları gördüm. Ancak yüz binlerce insandan elbette ölenlerin olması normaldir. Çakallar tarafından parçalanmış çocuklar ve kollarını küçük bir parça "ekmek" için uzatan ve bağıran acınacak halde insanlar gördüm.

Ama hiçbir zaman bu talihsiz insanlara karşı bir Türk saldırısı görmedim. Bir keresinde bir Türk jandarmanın geçerken geride kalan bir kaç kişiyi kamçısıyla dövdüğünü gördüm. Ancak aynı davranışlara kendim Rusya'da da maruz kaldım ve bunun için ne o zaman ne de sonradan tepki gösterdim.

Konya'da bir Fransız, Bayan Soulié, ailesiyle ve İtalyan bir hizmetçi kadınla beraber oturuyordu. Savaşa rağmen orada oturuyorlardı ve Türkler onlara hiçbir şey yapmıyordu. Şehire Almanlar yerleştiklerinde bu bayan onları "bizim meleklerimiz" diye adlandırdı."Sahip oldukları her şeyi Ermenilere verdiler!" Almanların yaşadığı yerlerde, Almanların fedakârlığını gösteren bu tarz kanıtları her yerde gördüm.

Halep'te büyük bir otelin sahibi olan Ermeni Baron'a (Ermeni Erkek - Bay) konuk oldum. Kendisiyle hemşehrilerinin durumu üzerine birçok defa sohbet etmemize rağmen bana Türklerin katliamından hiç bahsetmedi. Ertesi gün Cemal Paşa ile bir görüşme yapacaktım. Bu nedenle Cemal Paşa hakkında konuştuk. Bir çok kişi tarafından bir cellat olduğu iddia edilmesine rağmen, Ermeni Baron bu ünlü adamdan çok olumlu olarak bahsetti.

"Halep'te Ermeni bir hizmetkâr ile tanıştım. Bu kişi daha sonra birkaç ay boyunca bana yol arkadaşlığı etti. Bu kişi ne Halep'te, ne de doğum yeri olan Maraş'ta veya başka bir yerde Türk katliamından tek kelime etmedi. Bayan Stjernstedt'in yazdığı abartılara kesinlikle inanmıyorum ve Ermeni otoritelerinin ileri sürdüklerine hiç mi hiç değer vermiyorum.

Örneğin Bayan Stjernstedt'in yazdığı kitabın 44. sayfasında Meskene kentinden ve bir Ermeni doktoru olan Turoyan'dan bahsediyor. Bu kişinin güya orada bulunduğu dönemde ben de Meskene'deydim. Tarihî yapıları görmek ve incelemek için etrafıma dikkatlice bakıyordum. Çünkü Büyük İskender buradan Fırat Nehri'ni geçmişti, dahası Tevrat'ta da bu yerden bahsediliyordu. 

Burada benim şimdi bahsettiğim Ermeni hizmetkârımdan başka hiç bir Ermeni'nin izine rastlamadım. Dr. Turayan'ın varlığı ve tanıklığını meselesine şüphe ile bakıyorum. Eğer böyle biri var olsa bile, belirtilen zamanda orda olduğundan dahi şüpheliyim. Eğer Meskene'deki koşullar gerçekten belirtildiği gibi olsaydı, şüpheci Türkler "hükûmet görevlisi" olarak bir Ermeni'yi oraya yollarlar mıydı? Siz buna hiç inanır mısınız?

On dört gün boyunca Fırat Nehri üzerinde yolculuk yaptım. Bu süre boyunca Bayan Stjernstedt'in verdiği bilgilere göre en azından bir kez Ermenilere karşı yapılmış bir saldırı görmeliydim. Bu durumda birçoğu Fırat Nehri'nin üzerinde ölü olarak yüzüyor olmalıydı. Bu nehir yolculuğunu Dr. Schacht (Alman Hekim Binbaşı Dr. RolandSchacht) ile birlikte yaptık. Daha sonra kendisiyle Bağdat'ta yine buluştuk, konuştuk. Bana hiç böyle şeyler anlatmadı.

Konuyu özetlersek, Bayan Stjernstedt'in, hiç bir yönden eleştiri yapmadan, güvenilir olmayan kaynakların anlattıkları uydurma hikâyeleri olduğu gibi kabul ettiğini ve bu saç baş yaran korkunç hikâyeleri ve söylentileri, yazdıklarına dayanak olarak aldığını düşünüyorum. Ancak Bayan Stjernstedt'in, bu yazılarıyla Ermenilerin zor durumlarına dikkat çekmek istediğini de inkâr etmek istemiyorum.

Ancak, bir görgü şahidi olarak, göçmenleri gözeten düzenli Türk jandarma birliklerinin Ermenilere katliam yaptığı iddialarına kesinlikle karşı çıkıyorum.
İleride, daha değişik bir yerde ve boyutta Ermeni konusunu, aynen şimdi olduğu gibi tamamıyla tarafsız olarak ele almak istiyorum. Ancak şu an için bu kadarını yeterli görüyorum.”
Rättvik, Nisan 1917, HjalmarPravitz

*1915 Olaylarında 1.5 Milyon Ermeninin Öldürüldüğü Yalanı:
1878 Berlin Kongresi ile özerk bir Bulgaristan kurulması kararı çıkınca Ermeni milliyetçileri de bağımsız bir Ermenistan kurmak için Berlin Kongresine Ermeni kilisesi kanalıyla "Anadolu'da iki buçuk milyon Ermeni vardır. Bağımsız bir Ermenistan kurulsun" der. Bunun üzerine İngiltere, Doğu Anadolu’da bazı reformlar yapılması işini üstüne alır. İngiltere hemen Ermeni nüfusunu tespit etmeye yönelir. 

Ermeni Kilisesinin verdiği 2.5 milyon Ermeni nüfusu sayı olarak doğru mu, değil mi diye araştırma yaptırır. Anadolu’daki İngiliz Konsoloslukları nüfus sayımı yaparlar ve Anadolu’da Ermeni nüfusun 1 milyon 400 bin olduğu sonucu çıkar. Ermeni Patriği de bu durumu İngiliz hükûmetine şöyle izah eder: ”Biz bazı yerlerde Ermenileri 2 defa saydık” der. Kemal Karpat, yaptığı araştırmalarda İngiliz arşivindeki bazı diplomatik belgelerden bunun böyle olduğunu tespit eder. 

O dönemde İkinci Abdülhamid’in yaptırdığı sayımda da Ermeniler, 1 milyon 200 bindir. Yani İngiliz konsoloslarının rakamları ile birbirine yakın.

1917’de Rusya’da Bolşevik (Komünist) İhtilali olunca Doğu Anadolu’yu işgal eden Rus ordusu çekiliyor. Çekilirken 1 milyon Ermeni de Rus Ordusu ile birlikte Rusya’ya gidiyor. Kalan 100-200 bin kadar Ermeni de din ve milliyet değiştiriyor, ya da olduğu gibi kalıyor. İstanbul Ermenilerine dokunulmuyor. 
Eğer 1915 olaylarında birbuçuk milyon Ermeni katledildiyse o zaman geriye bir tane bile Ermeninin kalmaması gerekirdi. Pekiyi o zaman 1917’de Rusya’ya giden bir milyon Ermeni nereden çıktı? Çelişkilerle dolu Ermeni yalanları bitmez.

*Osmanlının Uyguladığı Tehcirin Nazi Almanya’sının Yahudilere Uyguladığı Soykırımla Bir Benzerliği Yoktur:
Zira Yahudiler, Alman Devletine isyan etmediler, terör örgütü kurmadılar, savaş sırasında düşmanla işbirliği yapmadılar. Etnik yapılarından dolayı, sırf Yahudi oldukları için öldürüldüler. Osmanlının uyguladığı tehcirde ise etnik ve dinî özelliklerinden dolayı bir topluluğu topluca yok etme niyeti yoktur. Aynı şeyleri başka topluluklar yapsaydı onlar da tehcir edilirdi. Nitekim Osmanlı Devleti, daha önceleri Türklere de benzer şekilde iskân politikaları uygulamıştır.
 
 
 
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum